Ana SayfaYazarlarAkın OlgunYağmur nereye yağarsa tarlasını oraya çekenlere karşı – Akın Olgun

Yağmur nereye yağarsa tarlasını oraya çekenlere karşı – Akın Olgun


Akın Olgun


Bir oldubitti ile hızlandırılmış seçim yaşadık. Oldu, oluyor, olacak derken ve hatta bunun müjdesi muhalefetin en yetkili ağızlarından ifade edilirken, birden her şehirde silahlı milislerin sokağa döküldüğünü ve ellerinde otomatik silahlarla “zafer” kutlamasına giriştiklerini gördük. HDP ve CHP binalarına yönelen ve içindekilerle birlikte katletmenin provasını yapan ırkçı grupların çok hızlı organize olduklarını an be an takip ettik.

Her şey gözümüzün önünde oldu. Gözümüzün içine baka baka, sloganlarla, salâlarla mermilerini boşaltan iktidarın milis güçleri, adeta bir “demokrasi şöleni” yaşattılar tüm ülkeye!

Suruç’ta vahşice katledilen HDP’li seçmen ailenin çığlıkları, iktidarın ve onun maymuncuğu olan medya eliyle HDP’ye dönük bir kara propagandaya dönüştürülmesi ve vahşetin hastane içine kadar girerek, yaralıları kurşunlaması, birinin boğazının kesilmesi, PKK’ye lanet ezberinde toparlanılıp olay yerinden faillerin göz önünden çekilmesi ile hidayete erdirildi.

Üstüne üstelik azmettirici, devletin “tanırım iyi çocuktur” adlı kartviziti ile AKP milletvekili olarak mecliste yerini alıverdi. Şimdi o koltuğa oturup nanik yapacak bize. Tıpkı, kendisinden önceki katillerin yaptığı gibi. Devlet cinayetinde devamlılık esastır çünkü.

OHAL sınırları içerisine alınan tüm muhalifler, iktidar terörünün dozundan ‘devletin bekası’na akrabalıkları ölçüsünde nasibini aldılar.

En büyük pay, akraba sayılmayan HDP’ye düştü. Operasyon çok öncesinden başlamıştı. Eş başkanlar tutuklandı, binlerce üyesi rehin alındı, milletvekilleri, belediye başkanları, parti yöneticilerine kadar kim varsa nasibini aldı bundan.

Yetmedi, bölgede sandıklar onlarca kilometre mesafelere taşınarak, oy vermek isteyen HDP seçmenlerine işkenceye dönüştürüldü. İradeyi kırmak, umutsuzluğu büyütmek ve sandıklardan “lanet olsun” diyerek çekilmelerini sağlamanın her yolu denendi.

Medya, YSK, polis, asker, mafya, milis güçlerin hepsi, devlet içi uzlaşı ile mükemmel bir cinayet işlediler. Yerde yatan o ceset bize ait ve delilleri toplayanlar da, cinayeti çözecek olanlar da, cinayeti işleyenler de aynı. Tıpkı Hrant ve Tahir Elçi cinayetlerinde yaptıkları gibi.

Nasıl, bu kimseye hile gibi gözükmüyor mu?

OHAL’i, mafyası, sallabaş medyası, “devletin bekası” diyerek arkasında hazır ola geçen ulusalcısı, islamcısı, talancısı, yağmacısı, lümpeni, devletin Valisi, Kaymakamı, Askeri, Polisi, PÖH’ü, JÖH’ü, tek bir adamı seçtirmek için seferber olması hilenin en büyüğü değil mi?

“Efendim ülke sağcı kabul edelim” oluruna izah çekenler için oy veren milyonların ısrarı, inancı, direnci, inatla her türlü bedeli göze alarak, geleceğe sahip çıkmaları hiç mi bir anlam, değer taşımıyor?

Meşru alanı sonuna kadar zorlamalarının, devletin tüm olanaklarını kendisine seferber eden bir iktidarın karşısına, olanaksızlıklar ve tehditler içerisinde, iktidarı zorlamalarının, sarsmalarının hiç mi anlamı yok?

HDP’nin ve sol güçlerin bir araya gelerek, temel hak ve özgürlükleri sahiplenmeleri, “hiçbir yere gitmiyoruz, buradayız” diyerek, üzerlerine açılan yaylım ateşine, lince, yok sayılmaya, ortalarında patlatılan bombalara, cezaevlerine doldurulmalarına, fişlenmelerine, “hain, terörist” ilan edilmelerine karşı her defasında kendilerini var etmeleri hiç mi bir şey ifade etmiyor?

Sürekli olarak kendimize vurmak yerine, başarılanları, ortaya çıkan enerjiyi, inadı ve değişim talebini ve bunun için asla bir araya gelemeyecek diye baktıklarımızın, bir araya gelmesini ve ortaya çıkardığı enerjiyi neden görmüyoruz? Her şey mi kötüydü?

Sorun iktidar değil, biziz.

Eleştiri, özeleştiri mekanizmasını, karşısınızdakini yerin dibine sokup, iradesini ve tutunacak dallarını yok etmek üzerine kurmak olarak işletmiş bir kültür, aynısını topluma da dayatıyor maalesef.

Yenildik mi?

Bu ülkenin ilericileri, devrimcileri, hak ve özgürlük savunucuları, demokrasi mücadelecileri hiçbir zaman iktidarlara yenilmediler. Hep devlete yenik düştüler, gerçek bu.

Devlet her defasında, kazanması gerekenin yanında durarak, onu kollayarak, koruyarak “devletin bekası” içerisine var olan sistemi çekerek götürdü bu işi. Kim, kimler işine geliyorsa, kim, kimler kendi çıkarlarını besliyorsa, onu besledi, büyüttü.

Bu yüzden seçimlerde AKP değil, devlet aşılamadı.

Çünkü AKP kendi kitlesinden önce devleti konsolide etti.

Değişim ve dönüşüm için bir araya gelenler aslında sadece iktidar ile değil, iktidarın konsolide ettiği devletle de yüzleşti.

Statüko dimdik ayakta duruyor. Topalladığı dönemde bile mutlaka koltuk değneklerini yaratıp, yeniden statükosunu sağlamayı başarıyor.

Devlet, kendi betonundan kim parça kopardıysa, kopan yeri koparanlara sıvatarak yeniden güçlendiriyor kendini. Tabandan gelen baskı, değişim çağrıları ve mücadeleleri dönem dönem kendisini zorluyor lakin toplumun atomlarına kadar örgütsüzleştirilmiş olmasından aldığı güçle, krizleri atlatıyor ya da direnci zayıflatıp, parçalayarak, değişim enerjisini zayıflatıyor.

Diğer dönemlerden farklı olarak, devletin cisimleşmiş hali olan bu iktidarın, devletle buluştuğu yer işte tam da burası. İşte tam da bu yüzden, bu iktidarda açılacak olan delik, sistemin statükosunda da açılmış bir delik olacak ve o delikten içeriye giren rüzgâr bir hava değişimini zorlayacak. (Bir devrimden değil, nefes alabilecek ve demokrasi talep edenlerin güçlenerek çıkabileceği bir değişimden bahsediyorum.)

HDP bunu 7 Haziran’da yapmış, devlet paniklemiş ve iktidar “devletin bölünmez bütünlüğü” içerisinde kendisine yamadığı, kulaklara “bu devlet politikası” fısıltısıyla, iktidara yapıştırdığı blok tavırla süreci şekillendirmişti.

HDP’yi imha etme stratejisi işte böyle devreye girmişti. Demokrasi güçlerinin çok parçalı ve ikircikli olması ise bu politika başarılı olmasa da, elini kolaylaştırmıştı.

Özetlersek,

Yağmur nereye yağsa, tarlasını oraya çeken sermaye, çıkar grupları, medya, güvenlik bürokrasisi ve bunlardan beslenen aydını, sanatçısı, lümpeni topladığınızda karşımıza devasa bir çıkar örgütü çıkmaktadır ve bu suç örgütünün en büyük avantajı, karşısındakilerin iradi bir süreci geliştirebilecek, sürdürülebilir bir stratejisinin olmayışıdır.

Seçim gecesi sergilenen tutum, oyunu korumak isteyenlerin yalnız bırakılması, iktidarın manipülasyonuna açık hale getirilmesi ve en önemlisi ahlaki bir duruşun ve sorumluluğun ortaya konulmayışı, derin bir yara açmıştır.

İnsanlar seçimlerin kaybedilişine değil, duydukları güvenin bu kadar kolay kırılıp, dökülmesi ve harcanabilir olmasına öfkelenmiştir. Bu kaybetmekten daha ağırdır çünkü.

Muharrem İnce’nin durumunu, bir ‘iletişim kazası’dan daha çok, yakından tanıdığı devlet aygıtının tercihini görmüş olmasından kaynaklandığını söylemek mümkün. Onun karşısında lal olma hali, “adam kazandı” değil, “devlet bizi değil, onu istiyor” olarak okunabilir. (En azından benim okumam böyle)

Sokağa silahla dökülenlere dair bile çıkıp “çekin çakallarınızı”, “silahların gölgesinde demokrasi olmaz” diyemeyenlerin –ki hala bir çift cümle kurmadılar buna dair- şimdi her “kazanacağız” dediklerinde karşılarında bulacakları tek şey, ağır bir kuşku olacak.

HDP, üçüncü muhalefet partisi olarak maalesef, İnce, İYİ parti ve CHP yöneticilerinin yarattığı bu kuşkuyu da sırtında taşımak zorunda.

Aldığı güvenoyu ile değişim isteyen tabanın sesi, kulağı ve dili olmak zorunda.

Sadece Kürt sorunun çözümü temelli bir siyaset ve ona yüklediği misyonun ötesinde sesini, üslubunu yeniden gözden geçirip, oluşan boşluğu siyaset üstü bir zemine çekerek, hızla sokağın tüm direnme dinamiklerini kendi içinde bir araya getirme yükümlülüğü ile karşı karşıya. Bu hem Kürt sorunun barışçıl çözümüne, hem de bir bütün olarak demokrasi sorununun doğru ele alınmasına katkı sunacaktır.

İster savaş, isterse barış koşulları olsun, kapalı kapılar ardına kilitlenmeyecek, mesaj siyasetine hapsolmayacak bir açık siyaset zeminini koruyabilmeli diye düşünüyorum.

Seçim gecesinde, ana muhalefetin oluşturduğu, iktidarın beslediği kuşkuyu ve güven kırılmasını, demokrasi güçlerinden yana pozitif hale dönüştürmenin çokça imkânı olacağı açık.

Tabanda sağlanan birlikteliğin, dayanışmanın ve sahiplenmenin birçok anlamı var. Ortak derdin büyüklüğünün önyargıları bile kısmen kenara itmiş olması, sahiplenmeden doğan birbiriyle hemhal olma hali, Demirtaş’ın içeride dahi kendisine oy verenleri sahiplenmesi ve umudu canlı tutması, HDP’nin hak ve özgürlükler mücadelesi geleneği, duruşu, toplamda değişim talebinin en önüne yerleştirebilir kendisini. Derdi de, dermanı da burada şekillendirmek çok olası.

Sol vekillerin, hakikat temelinde kendi özgünlükleri ile bu bağı kurabilecek önemli bir avantajları var. Özellikle batı da bu duruma uygun bir beklentinin olduğunu, seçim sahasında yaşananlardan, gelen sorulardan anlamak çok mümkün.

Meclise sıkışmayan, kendini sokağın ilerisinde görmeyen, onu dinleyen, dillendiren ve kendi dilinde siyasete katan, dönüştüren bir yerden bakıldığında, özellikle gençlerin bu dinamizme ve açıklığa yüzünü döneceğini söyleyebiliriz.

Ekonomik ve siyasal krizin faturasının halka çıkacağını biliyoruz. Bu durumun ortaya çıkaracağı ekonomik, sosyal, siyasal, psikolojik yansımalarını, kendini yakan işçide, ürününü yakan köylüde, intihara kalkışan işsiz insanlarda gördük ve her geçen gün bunun derinleşeceği de çok açık.

Yoksulluğa ve çaresizliğe karşı, Gözde Bedeloğlu’nun da bahsettiği gibi, tabanda alternatif modeller oluşturmak, üretim ve dayanışma temelli kooperatif modelleri geliştirmek, birçok başlıkta planlamalar yapmak, bilgisini, birikimini, deneyimini bu alana akıtacak çevrelerle bir araya gelerek örnek modeller geliştirmek acil bir hedef olarak belirlenebilir.

Yağmur nereye yağarsa tarlasını oraya çekenlere karşı, yağmuru toplayıp, tarlalara bölüştürenler arasındaki farkı ortaya somut olarak koymak, bugünden yarına çok önemli bir bağı kuracaktır.




Önceki Haber
Nusaybin Davası: Basının alınmadığı duruşmada çocuklara tahliye yok
Sonraki Haber
Patatesler Suriye'de girilen yerlerden getiriliyor: 'İthalat' mı, Osmanlı'dan gelme bir model mi?