Las Mariposas – Elend Aydın
Te baskên xwe li hev xist
te got qey wisa yelê ne wisa bû
ya kul i hev ket
dilê te bûne firina baskên te
bayê mijangên te bir
Geçen yılın Eylül’ünden kalan bu mısraları, zor olsa da çevirmeye çalışalım:
Kanatlarını çırptın
Öyle olduğunu sanarak
Ama öyle değildi
Çarpışan kalbindi kanatlarının uçuşu değil
Rüzgar, kirpiklerini götürdü
“Günler”i anmayı sevmesem de (çünkü hayra alamet değiller, kaçırılan trenlerin öz-savunmasızlığın sonucu “gelişen” ve aslında hiçbir şeyi geri getirmeyen vesile temennisidirler) Dominik Cumhuriyeti’ndeki sevgili kadınlara Mirabel kız kardeşlere, Las Mariposas’lara (“Kelebeklere”, çünkü kod adları “Mariposa”dır onların) kurutulmuş öfkeli bir gül niyetine yolluyorum bu mısraları. Üç kız kardeşini birden kaybeden sevgili dördüncü kız kardeş Ruth, umarım iyidir şimdi.
Kalemin niyeti yok, ama sadede gelelim: Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü’nü yaşamaktayız ve şiddet son sürat sürüyor, beşikten mezara dek! Hayat ayaklar, postallar, yalanlar, panzerler, çakallar ve TOMA’lar altında. Kız çocuklarına da bilge kadınlara da özgürlük, huzur yok hala. Rojava ve diğer “vahalar” da baharı getirememekte “tek bir gül” oldukları için. Mahmud Derviş; “keşke buğdayı olsaydık dünyanın, bahar geldiğinde yeşermek için” demiş. Eski bir şiirimde “qey kurd êzingin dinyayê ne?” (“Kürtler, dünyanın yakacak odunları mıdır?”) diye sorasım gelmiş. Kadınlar, peki ya kadınlar dünyanın “buğdayı” da “odunu” da olamayan kadınlar, ne zamana kadar cehennemin cehenneminde yaşayacaklar? “Özgürlük, adalet, hemen şimdi!” diyen haykırışlar uzayın sonsuzluğunda kaybolurken, kelebekler’e bakalım: İşte oradalar, telaşlı ve ne yazık ki savunmasız!
Sosyal Değişim Hareketi’nin üyeleri olan Maria Minerva ve Patria kız kardeşler diktatörlüğün zindan da dahil baskılarından yılmayınca sisli bir 25 Kasım günü onlar gibi muhalif olan eşlerinin görüşünden dönerken, araçları durduruluyor ve “Kelebekler” ıssız bir bölgede, diktatörün (Trusillo) emriyle coşup kükreyen bir faşist tarafından katlediliyor. Özgürlük, güvenlik, öz koruma nerede? Taşlar ağlıyor, kuşlar kan damlaları boyunca matem tutuyor. Hayatın kendini savunacak eli-kolu, silahı yok. Dominik Cumhuriyeti’nde üç kız kardeş, üç yitik dünya olarak orada cansızca yatıyor. Sonra sonra geriye kalan tek kız kardeş ablalarını alıp Jeep’in arkasına yerleştiriyor ve eve doğru uzun bir yolculuğa çıkıyor. Konuşamıyorlar artık ama emin ellerde, kız kardeşlerinin şoförü olduğu araçta huzur içinde olduklarının bilinciyle masal kahramanları gibi rahat uyuyorlar. Ama “yaralı” şoförleriyle eve dönerken neler mırıldanıyor, bize neler söylüyorlar?
O günden bugüne değişmeyen şu kırılası, kadın düşmanı dünyada, hunharca katledilmiş bir kadınken hayat [Evet, Kürtçedeki jin (kadın) ve jin’i (yaşam) hatırlayalım] avaz avaz bağırıp meydanları dolduralım, ama bir gün değil her gün, “faşizmin iki insan arasında başladığını” unutmadan, Rojava’da “gökleri zapteden” kadınlarla bakışarak. Savunmasız yani erkek egemenlikli sistemin her türden vahşet ve suiistimalin “zemini” olarak kalmayalım. Zira kadın-lık, savunmasız kaldığı müddetçe erkekliğin her türden faşizmi, saray ve saltanatı palazlanıp sürmeye ve insanlık ölmeye devam edecektir. Ama Rojavalar çoğalırsa ne Mariposaları bizden ayırabilirler ne de dünya erkekliğin zalim ve zavallıca at koşturduğu bir dünya olarak kalmaya devam eder. “Viva las Mariposas, Yaşasın Rojava, Yaşasın Kelebekler, Yaşasın Perperok!” diyerek ikinci bir kurutulmuş öfkeli gül yollayalım onlara, her gün “bugün” olsun diye.
Te dengek bihist
Got qey dilê te ye diperpite
Lê baskên te bûn
Tu êdi difiriyayi
***
Bir ses duyup
Çırpınan kalbindir sandın
Ama kanalarındı
Artık uçabiliyordun