Ana SayfaGüncelRoboski ve ulus devlet – Altan Sancar

Roboski ve ulus devlet – Altan Sancar


Altan Sancar


Ulus devletlerin temelinde, görünürde her ne kadar halklarını korumak ve kendi birliklerini sağlamak gibi “masum” bir gerekçe yatıyorsa da, gerçeğin bu olmadığı özellikle son yüz yıllık tecrübelerle ortaya çıkmıştır. Ulus devlet mantığının yarattığı en büyük canavarlardan olan Hitler Almanya’sı, Musollini İtalya’sı ve bu devletlerin ortaya çıkardığı 2. Dünya Savaşı ile bölgesel milliyetçi savaşların sonuçları göstermiştir ki bu yapılanma doymak bilmeyen bir canavar gibidir. Ancak bu durum, sadece ulus devletlerin politik düzlemdeki sonucudur. Asıl görülmesi gereken, yaratılan bunca acı ve trajedinin, halklara yine bu yolla onaylatılabilmesidir. Ulus devlet egemenleri, her zaman “biz olmazsak siz de olmazsınız; bizim koruduğumuz sınırların dışında, sizleri yutmaya hazır canavarlar var” savını işler ve halkı hem okullarında hem de medya aracılığıyla evlerinde bu mantıkla yetiştirir.  Bunun sonucunda her ne kadar vicdanların kabul etmeyeceği durumlar ortaya çıksa da, korku ile yetiştirilen halk, her yapılanı onaylamak zorunda kalır, çünkü dış canavarlar vardır ve onları koruyacak tek güç, ulus devlettir. Ulus devletler bu benliği canlı tutmak için zaman zaman hayali düşmanlar da yaratır ve bunları yok ederek, halktaki minnet duygusunu pekiştirir. Buradaki asıl amaç, halkı ve sınırları korumak değil, ticari çevrelerin çıkar ilişkilerini korumak suretiyle varlığını  sürdürmektedir. Bunun en canlı ve can alıcı örnekleri arasında, geçmişte 33 Kurşun, daha yakın tarihte ise Roboski sayılabilir.

Roboski katliamı, dolaylı ve direkt yollardan ulus-devlet ile iç içe geçmiş bir olaydır. “Kaçakçı” olarak adlandırılan köylülerin, kaçağa gitme sebebinden tutalım, örgüt elemanı sanılarak bombalanmalarına ve sonrasında siyasi ve askeri çevrelerden gelen açıklamalarla, medyada olayın işleniş biçimine kadar her durum, katliamın ulus devlet mantığıyla olan ilişkisini ortaya koyar. Ulus devlet mantığı, devleti ve toprakları, bir etnik grubun ya da halkın malı olarak ele alırken, geri kalan ve “azınlık” olarak adlandırılan kesimi ise bu topraklarda fazlalık olarak görür ve kaderine terk eder, varlığını inkar eder ve çoğu zaman da katleder. Roboski’de köylülerinin kaçağa gitme sebebi, yine kaderlerine terk edilmekten kaynaklanır. Küçük Kürt köylerinde yaşayan, arazilerine çıkışları “savaş” nedeniyle engellenen, büyükşehirlerde kendilerinden önce göçenler gibi boğulmamak için köylerini de terk etmeyen köylüler, yegane çareyi komşu köydeki akrabaları aracılığıyla ulus devletin oluşturduğu sanal sınırları yok sayarak, ticaret yapmakta bulurlar. Bu iş, bir süre sonra, ailenin geleneksel mesleği halini alır ve sosyal düzenin vazgeçilmez bir parçası olur. Sınır ticareti ile uğraşan veya daha uygun bir tabir ile geçimini bu yolla sağlayan köylüler, sürekli olarak saldırılara maruz kalır ve ağır bedeller öderler.

Tam da bu “kaçakçılık” işinin yapıldığı köylerin bulunduğu bölgenin, bir de “çatışmalı bölge” olması olgusu da önemlidir. Zira yine aynı bölgede, aynı gerekçeden ötürü bir çatışma yaşanmaktadır. Ulus devletin kimliğini reddettiği halk, buna karşılık olarak isyan etmiş ve bu isyanın adresi yine “kaçağın” yapıldığı bölgeler olmuştur. Bu anlamda ulus devlet, önce ekonomik olarak zarara uğrattığı kesimi, politik olarak da yoksunlaştırmaya çalışmış ve bununla da yetinmeden, bu kesimin fiziki veyahut bedensel bütünlüklerini yok etmiştir.

Roboski Katliamı’nda, her ne kadar bir grubun başka bir grup ile karıştırılması sonucu olduğu iddiası olsa da, akla çeşitli sorular gelmiyor değil. İster köylü, ister başka bir gruba mensup olsun, insanların tonlarca ağırlıktaki bombalarla “yokedilmesi, etkisiz hale getirilmesi” bir devletin varlığını ne kadar garanti altına alacaktır? Olayın medyada sunuluş biçiminden tutalım, yetkililerin açıklamalarına kadar her şey, olayı meşrulaştırmak amacıyla yapılmış bir kurgudur. Bu kurgunun sunumu, halkta ve halkın vicdanında yaşanacak tepkileri engellemek amacıyla seçilmiş bir yoldan başka bir şey değildir. Halk tabanına açıkça, “biz sizi düşmanlarınızdan korumak için bunu yaptık, küçük bir yanlışlık oldu ve siz, bizi bunun için sorgularsanız sizi kim koruyacak?” denilerek, vicdani hareketlenmeler susturulmaya çalışılmıştır. Bu açıklamalar, bir kısım halk tabanında karşılık bulmuş ve bu hemen medyada işlenerek, halkın geri kalan kesimi de ikna edilmeye çalışılmıştır.

Sosyoekonomik etkilerle ortaya çıkan durumu düzeltmek amacıyla, belli bir gelir düzeyi yaratmaktan ziyade, yaşamı sürdürmek için bir yola girişmiş halkın, politik bir yapılanmanın ahtapot gibi toplumun her kanalına yayılan kolları tarafından önce terörize edilmesi, ardından da günahsız zavallılar olarak ilan edilmesi, bir toplum mühendisliğinin sonucudur. Toplum mühendisliğine soyunan ve medyayı bunun aracı haline getiren egemenler, bu yolla, halkı önce korku kültürünün içine çeker, sonrasında da belli bir canavar figürü yaratarak, bunu taze tutar.

Aynı zamanda katliamın, katliama uğrayan aileler açısından incelenmesi elbetteki gereklidir. Katliama maruz kalan mağdur ailelerin, “suçlu” veya “kabahatli” ilan edilmesi, ailelerin benliğinde bir küskünlük yaratmış ve bu durum, onarılamaz bir hal almıştır. Tek bir cenazenin kalktığı köylerde bile, büyük acıların yaşandığı göz önüne alındığında, 34 cenazenin -ki bunların içinde gençler, hatta çocuklar vardı- yaratacağı travma, belki de babasının mezarı başında oynayan çocuklarda daha iyi görülür. Uzunca yıllar boyunca bir aidiyet duygusu aşılanmaya çalışılan halkın, bir anda kabahatli ve mağdur konumuna düşmesi/düşürülmesi sonucunda, ailelerde “biz artık nereye gidelim?” sorunsalı doğmuştur. Yaraların sarılması için yürütülen bir faaliyet olarak da cenaze başına belli bir miktar paranın ödeneceğinin duyurulması, ailelerin onurunu daha da zedelemiş ve bir cana maddi bir bedel biçen ulus devlet yapılanmasının, insanlar üzerinde nasıl bir etkisi olduğu, bir kez daha gözler önüne serilmiştir.

Katliamın üzerinden yedi yıl geçmişken, Roboski’ye bombalar yağdıran ulus devlet, ‘böldürmeyiz’ sloganları eşliğinde kendilerini bu ulus devletin bir parçası olarak görmeyen halka yönelik saldırılarını arttırarak devam ettiriyor. Yaşanan bu durum yazının başından beri bahsettiğimiz gerçekliği açık biçimde ortaya çıkarıyor. Sorun, ‘kaçakçılık veya sınır ihlali’ değil, asıl sorun ulus devletin dayattığı tekçiliğe, kapatılmaya karşı durmak ve karşı durduğu oranda katliama ve ölüme maruz kalmak.


PAYLAŞ:
    WhatsApp'da Paylaş!   Telegram'da Paylaş!     Yazdır   E-Posta Gönder

Önceki Haber
Üçüncü Havalimanı taşınması Mart'a ertelendi
Sonraki Haber
Tsunaminin ardından: Endonezya'da 5.8 büyüklüğünde deprem