Ana SayfaManşetSağ refleks – Önder Özden

Sağ refleks – Önder Özden


Önder Özden*


Tıp biliminin ya da biyolojinin lügatinde, başlığın ifade ettiği biçimiyle bir refleks tanımı bulunmaz. Herkesin bildiği, oturur pozisyonda ancak ayakları yere değmeyen birinin dizinin hemen altına ufak, plastik başlı bir çekiçle vurulduğunda bacağının hareket etmesiyle ayırt edilen patella refleksinin parçası olduğu, canlıların bedenlerini kateden bu “gayriihtiyari etki-tepki” ilişkisinin çeşitlerinden biri değil sağ refleks. Bu ifade, biyolojik/tıbbi kavram kümesinin, siyasal alanda yankılanmasının, karşılık bulmasının ürünü. Örneğin yaklaşan Mart Seçimleri’ni değerlendiren, kamuoyu araştırma şirketi sahibi Murat Gezici, özellikle İstanbul için, seçim günü bir refleksin yansıması olarak sağ seçmenin tercihinin belirleyici olduğunu söylüyor. Bunun gerisinde Millet İttifakı bileşenlerinin, HDP tarafından desteklendiğine ilişkin görüntünün bulunduğunu ve bu durumun, sağ seçmende Binali Yıldırım’a oy verme refleksini tetiklediğini belirtiyor [1]. Fakat Gezici, sağ refleksi bir önceki seçimde gözden kaçırmış olmalı ki, seçim anketleri dolayısıyla soru sormaya çalıştıkları insanların anketlere katılma konusundaki isteksizliklerini hatırlatarak, 24 Haziran 2018 seçimleri için bir dip dalganın varlığından söz etmişti [2]. Anlaşılan bir önceki seçimde dip dalgaya yorulan isteksizlik, 24 Haziran seçim sonucunun görülmesinin ardından bilinmezliği aza indirgemek için sağ refleksin dikkate alınmasına yol açmış.

Bu ihtiyat, Murat Gezici ile sınırlı değil. CHP İstanbul adayı Ekrem İmamoğlu’nun da sağ refleksin bilince olduğu söylenebilir. İmamoğlu katıldığı bir programda şunları söylüyor: “31 Mart’ta bir devrim olabilir, ben hissediyorum bunu. Bize oy vermesi beklenmeyen insanlar siyasi reflekslerini bir günde değiştirebilir. Değiştireceğine inanıyorum göreceksiniz” [3]. Başka bir yerde, partisi CHP’yi kastederek parti içi tartışmaları, bileşenlerin iradelerinin zapt edilmemesine ve katı kuralların olmamasına yorarak, partisinin esnek reflekslere sahip olduğunu savunuyor [4].

Reflekse dair bu iki kullanımın ortak noktası, değişmezliğe ilişkin vurgu. Murat Gezici’nin sözlerinde açıkça ortaya konan, İmamoğlu’nu ise neredeyse ilahi bir dokunuş arayışına sürükleyen (sağ) refleksin değişmezliğine ilişkin kanaat bir bakıma olgunun bağrında taşıdığı imkanları görünmez kılıyor. Refleks, sadece etki-tepki ilişkisini ve değişmezliği ifade etmez bunun yanında ve ötesinde beden bilgisi olarak, canlının çevresiyle olan dinamik bağına işaret eder.

Kavramı borçlu olduğumuz Latin dillerinde refleks; yansıma ya da yansıtma (aynada ışığın yansıması gibi) ve dikkatli bir şekilde düşünme, değerlendirme, izan ve düşünüm anlamlarına gelir. Reflekse ilişkin bu iki anlam kümesi, neredeyse birbirine pek dokunmadan, bir bakıma paralel bir şekilde yan yana durur. Bedensel bir olgu olarak refleks, mekanik bir bağlamda ele alınırken diğer boyutuyla bedenin ağırlığından kurtulmuş düşüncenin kendi üzerinde tasarrufta bulunup, deneyimini gözden geçirebilme, muhasebeye tutabilme yetisini, düşünüm eylemini ve böylelikle yeni ufuklara yelken açabilme kapasitesini imler. Kavramı ilk anlamıyla kullanan Descartes, düşüncenin soluğundan yoksun kalmış bedenin bilinçsizce kendini koruması olarak kodlarken refleksi, bize ilk anlamın ağırlığını da bırakmış oluyordu. Yine de refleksin kavramsal olarak düşünümle olan ilişkisi aynı anda ve Descartes’e “inat” başka bir hikâye anlatır gibidir. Fransız filozof Georges Canguilhem’e kulak verelim:

“Kalp veya beyin hayvan bedeninin etrafında şekillendiği ilişkili merkezler olarak ele alınırdı. Kal ve beyin, Dünya merkezli astronomide (Ptolemaic astronomy) insanın dünyevi varlığına göre doğup batan yıldızlar için insan neyse ya da monarşik devletlerde kral, itaatkâr tebaalar için neyse ona karşılık gelirlerdi. Hareket fizyolojisindeki Kopernik Devrimi ise beyin ve duyu-motor merkezi kavramlarının ayrıştırılması, periferik merkezlerin (eccentric centers), refleks kavramının türetilmesidir.” [5]

Eğer Canguilhem’i dikkate alacak olursak refleks aslında dünyayla ilişkilenmenin başka bir boyutu olduğunu hatırlatır. Tek bir güce tâbi olup, bu gücün sorgulanmaz gölgesinde dünyayı görme ve ona dokunmanın ötesinde refleks bize çoğalan, saçılan nöronlar, kaslar, duyu alıcıları aracılığıyla dünyaya dokunmayı böylelikle onu değiştirmeyi ve onunla dönüşmeyi anlatır. Bu bakımdan reflekste ima edilen düşünüm, bedenden ayrık düşüncenin bir vasfını değil bedene içrek olarak, onu kateden bir yetiyi karşılar. Temasın, ilişkilenmenin, değişmenin ve değiştirmenin dilini konuşur refleks.

Bu bakımdan ne sabit kalan, kendinden menkul ne de dönüşmek için ilahi dokunuşu bekleyen bir refleksten söz edilebilir. Bilakis refleks, dokunmaya ve ilişkilenmeye davet eder. Bu davete kulak vermemek, laboratuvar ürünü bir etki-tepki döngüsüne hapseder bedenleri ve onu kateden düşünceyi. Onun için belirli bir kitleye atfettiği reflekslerin değişmezliğine kanaat getiren bir siyasal figür, o kitleye ulaşmak için laboratuvar ürünü (mekanik olmanın ötesine geçemeyen) edimler ortaya kor. O nedenle ozanlarla, birlikte anılmaları zül sayılması gereken, en hafif tabirle, “garip” bir insanı aynı solukta telaffuz eder ya da bir umutla, seçim gezilerinde diğer mahallenin “değişmez refleksinin” ifadesi olan sembollerine, kurt işaretine, başvurur. Hâlbuki, bedenin bilgisi, dönüşme ve dönüştürme kapasitesi anlamında refleksif edimler ilişkilerimizde hali hazırda yer tutmaktadır. Her şeye rağmen Saadet Partisi’nde temsil edilen bir geleneği, CHP ile buluşturan 24 Haziran seçimleri buna bir örnek teşkil etmemekte midir? Ya da bütün saldırılara, yan yana gelmeme çabalarına rağmen HDP’nin, “Batı illerinden” oy alması? Bunlar düşünüldüğünde, belki de, içinde bulunulan sıkışmışlığı aşmak için refleksleri de, başka bir gözle değerlendirip, ele almak gerekiyordur.


[1] Gezici anketi: İstanbul ve Ankara’da AKP’nin adayları önde
[2Gezici: Seçmen konuşmuyor, belli ki bir dip dalga var
[3Ekrem İmamoğlu: 31 Mart’ta bir devrim olabilir
[4İstanbul’a genç ve enerjisi yüksek bir başkan gerekiyor
[5] Georges Canguilhem’den alıntılıyan Henning Schmidgen (2014), “The life of concepts: Georges Canguilhem and the history of science”, DOI 10.1007/s40656-014-0030-1. s.: 236.

* Bağımsız Araştırmacı

Previous post
Yerel seçimlere 37 gün kaldı: Neler oluyor, kim ne diyor?
Next post
"Bilim insanı olmak" mı, "bilim yapmak" mı?