Ana SayfaGüncelŞık hakim karşısındaydı: Bir bilim insanı öncelikle topluma karşı sorumludur

Şık hakim karşısındaydı: Bir bilim insanı öncelikle topluma karşı sorumludur

HABER MERKEZİ – Sağlık Bakanlığı’nca sonuçları kamuoyuna açıklanmayan araştırmayı halka duyurduğu için hakkında 12 yıla kadar hapis istemiyle dava açılan bilim insanı Bülent Şık hakim karşısına çıktı. Savunmasında “Kocaeli ile Ergene Havzası’nda yer alan Tekirdağ, Kırklareli ve Edirne’de çeşitli gıda, su, deniz ürünleri, toprak ve havadaki toz gibi örneklerde yapılan araştırmalardaki bilgilerin ciddi halk sağlığı sorunlarına işaret ettiğini gördüm” diyen Şık, Sağlık Bakanlığı’nın bu konuda önlem almamasının kabul edilemez bir durum olduğunu söyledi. “Bir bilim insanı şirketlere veya kurumlara değil öncelikle topluma karşı sorumludur” diye belirten Şık’ın beraat talebini reddeden mahkeme heyeti, duruşmayı 30 Mayıs’a erteledi.

Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile Akdeniz Üniversitesi’ndeki görevinden ihraç edilen Yrd. Doç. Dr. Bülent Şık hakkında, Cumhuriyet gazetesi için kaleme aldığı “Türkiye’yi kanser eden ürünleri devlet gizledi, biz açıklıyoruz! İşte zehir listesi!” başlıklı yazı dizisi nedeniyle dava açılmıştı.

5 yıldan 12 yıla kadar hapsi istenen Şık’ın yargılandığı davanın ilk duruşması Çağlayan’da bulunan İstanbul 2. Asliye Mahkemesi’nde yapıldı.

Kimlik tespitiyle başlayan duruşmada savunma yapan Şık, “İddianamede yöneltilen ‘Yasaklanan bilgileri temin etme’, ‘Yasaklanan bilgileri açıklama’ ve ‘Göreve ilişkin sırrın açıklanması’ suçlamalarına yanıt vermek için Sağlık Bakanlığı tarafından yürütülen projenin amaç ve kapsamına değinmek istiyorum” dedi ve şöyle devam etti:

“Veri ve bilgi ile ne kast ettiğime açıklık getireyim. ‘Veri-veriler’ ile araştırma çalışmasından gözlem, analiz veya ölçüm yöntemleri ile elde edilen ama bir işleme ya da bilimsel değerlendirmeye tabi tutulmayan enformasyon parçacığı ya da sayısal değeri ifade ediyorum.

“‘Araştırma çalışmalarından elde edilen bilgi’ ifadesi ile verilerin istatistiksel yöntemlerle analiz edildiği, mevcut akademik bilgi birikimiyle değerlendirildiği, sonuçlar çıkarıldığı ve bu sonuçların ne anlama geldiğinin açıklığa kavuşturulduğu durumu ifade ediyorum. Sağlık Bakanlığı’nın 2011-2016 arasında yürüttüğü ve ‘Kocaeli, Antalya, Tekirdağ, Edirne, Kırklareli İllerinde Çevresel Faktörlerin ve Sağlık Üzerine Etkilerinin Değerlendirilmesi’ başlıklı projenin amacı halk sağlığını tehdit eden bir durum olup olmadığını belirlemekti.

“Araştırma her biri bağımsız olarak yürütülen 16 farklı araştırma projesinden oluşuyordu. Bu projelerin isimlerine yer vererek yürütülen araştırmanın kapsamının genişliği hakkında bir fikir edinmek olanaklıdır. Örneğin ‘Kocaeli, Antalya ve Ergene Havzası’ndaki İllerde Kanser Ön Tanılarının İncelenmesi’ projesinden elde edilen bilgiler araştırmanın yapıldığı illerde kanser tanısı almış kişilerin yaşadığı hanelerin il genelindeki haritasını çıkarmayı sağlamıştır. Çizelgedeki 2 numaralı araştırma projesi olan ‘Kocaeli ve Antalya’da Hane Halkı Sağlık Araştırması’ projesi ile kanser tanısı almış hastaların yaşadığı hanelerde kişisel alışkanlıklar, beslenme ve sağlık durumlarını tespit etmeye yönelik çalışmalar yapılmıştır.

“3 numaralı araştırma projesinde ise kanser ön tanısı konulan kişilerin ağır metal maruziyetlerini belirlemek için çalışmalar yapılmıştır. Sadece bu üç araştırma çalışmasından elde edilen bilgiler bile kanser konusunda pek çok soruya yanıt olacak bilgiler içermektedir. Örneğin Kocaeli ili ile Ergene Havzası’ndaki Edirne, Kırklareli ve Tekirdağ illerinde ülkemizdeki diğer kentlere kıyasla kanserden ölüm oranları nedir? Çocuklarda ya da yetişkinlerde kanser görülme sıklığı nedir? Hangi çeşit kanserler daha sık görülmektedir? İnsanlardan alınan biyokimyasal örneklerde kansere neden olan ağır metal kalıntıları var mıdır? gibi.

“Araştırmanın amacı çevresel ortamlardaki kanserojen madde kirliliğinin ne düzeyde olduğunu ve o bölgelerde yaşayan insanların soludukları hava, içtikleri su, yedikleri gıdalarla bünyelerinde kansere neden olan kimyasal maddeleri alıp almadıklarını belirlemekti. Çalışmada toprak, su, gıda, hava, atık su ve Saros, İzmit, Antalya körfezindeki deniz suyu ile kabuklu deniz canlıları ile balıklarda kansere yol açan kimyasal maddelerin kalıntıları araştırıldı.

“Yüksek gerilim hatlarından doğan kanser riski, atık su arıtma tesislerinden deşarj edilen su ve akarsuların dip çamurları analiz edildi. Havadaki toz parçacıklarına yapışan ve soluduğumuz kanserojen kimyasalların araştırılması gibi spesifik araştırmalar yapıldı.

“Araştırmada binlerce hanede yapılan anket ve tarama çalışmaları ile ailelerin soy geçmişlerinde kanser vakalarının görülüp görülmediği belirlendi. Aynı hanelerde yaşayan insanlardan alınan örneklerde ağır metal ve eser elementlerin bulunup bulunmadığı analiz edildi. Aynı bölgelerden alınan hava, toprak, yeraltı ve yerüstü suları, çeşitli gıda örneklerinde kanserojen kimyasal maddelerin ne düzeyde bulunduğu araştırıldı.

“Araştırma ile kanser vakalarının yoğun olduğu bölgelerde kanserojen-kimyasal kirliliğinin de yoğun olup olmadığına bakıldı. Proje çalışma sahasının genişliği ve kapsadığı nüfus (5-10 milyon) açısından dünyanın en büyük halk sağlığı çalışmalarından biri.”

“Araştırmaların ciddi halk sağlığı sorunlarına işaret ettiğini gördüm”

“Araştırma projesinin kapsamına dair bu kısa hatırlatmadan sonra iddianamede bana yöneltilen suçlamalara yanıt vermek istiyorum” diyen Şık, savunmasını şöyle sürdürdü:

“Akdeniz Üniversitesi Gıda Güvenliği ve Tarımsal Araştırmalar Merkezi’nde 2010-2016 arasında öğretim üyesi ve teknik müdür yardımcısıydım. Merkez, gıda, su ve çevresel ortamda zehirli kimyasal maddelerin tespitini yapmak, bilimsel çalışmalara destek vermek amacıyla kurulmuştur. Sağlık Bakanlığı tarafından yürütülen projenin gıdalar ve sularla ilgili kısmı burada yapıldı. Projenin lideri 2012 sonu ya da 2013 başında çalışmanın merkezimizde yapılıp yapılamayacağı ve yapılacaksa nasıl yapılacağı konusunu görüşmek için merkezimize geldi. 2013’te gıdalarla ilgili çalışmayı, 2014’te sularla ilgili çalışmayı bakanlığın araştırma ekibiyle birlikte planladık. Gıda ve su örnekleri toplanması, merkezimize ulaştırılması, analizlerinin gerçekleştirilmesi ve analiz raporlarının düzenlenmesi işini organize ettim.

“2014 sonunda ‘Kocaeli, Antalya Ergene Havzası’ndaki İllerde Üretilen Gıdalarda Çevresel Kirleticilerin Belirlenmesi’ başlıklı çalışmayı yapan proje ekibine dâhil edildim. 2015 boyunca da verilerin değerlendirilmesi ve proje sonuç raporlarının yazımı işi ile uğraştım. 2015 Aralık sonunda Antalya’da proje ile ilgili bir genel değerlendirme toplantısı yapıldı. O toplantıda yukarıdaki çizelgede belirttiğim araştırma projelerinden elde edilen bilgiler sırayla görüşüldü. Her bir araştırma projesi farklı bir ekip tarafından yürütülmüştü.

“Ekiplerin sunumlarında Kocaeli ile Ergene Havzası’nda yer alan Tekirdağ, Kırklareli ve Edirne’de çeşitli gıda, su, deniz ürünleri, toprak ve havadaki toz gibi örneklerde yapılan araştırmalardaki bilgilerin ciddi halk sağlığı sorunlarına işaret ettiğini gördüm. Antalya’daki kimyasal madde kirliliği bariz şekilde daha azdı ya da o illerde kirlilik Antalya’ya göre çok fazlaydı. Örneğin sularda ağır metallerin ve Marmara Denizi’nden alınan balık örneklerinde arsenik gibi kanserojen kimyasalların birikim miktarı çok fazlaydı.

“Toplantıdan döndükten 15 gün sonra kamuoyunda ‘Barış Akademisyenleri Bildirisi’ olarak anılan ‘barış bildirisi’nde imzam olması nedeniyle ArGe merkezindeki görevlendirmem uzatılmadı, aynı zamanda müdür yardımcılığı görevimden de istifaya zorlandım. Kısa süre sonra Sağlık Bakanlığı’nın yürüttüğü araştırma projesi dahil olmak üzere araştırmacı ya da yürütücü olarak bulunduğum bütün araştırma projelerinden çıkarıldım. 22 Kasım 2016 tarihli 677 sayılı KHK ile de üniversitedeki öğretim üyeliği görevimden çıkarıldım.

“Bana yöneltilen suçlamalardan biri yasaklanan bilgileri temin etmek olarak belirtilmiş. Gazeteye yazdığım yazılarda topluma verdiğim bilgileri bir yerden, bir başkasından temin etmiş ya da almış değilim. Yazılarda topluma verdiğim bilimsel bilgiler proje ekibinde yer alan araştırmacılardan biri olduğum için bende mevcuttu. Gıda ve su araştırmalarının planlanması, analiz yöntemleri, analizlerin yapılması ve verilerin değerlendirilmesi asli işimi oluşturmaktadır. Dolayısıyla açıkladığım bilgiler elimde bulunan araştırma verilerini kendi uzmanlık alanımda sahip olduğum bilimsel birikim ışığında yorumlayarak oluşturduğum bilgilerdir.

“Örneğin araştırmada yer alan gıdalardaki çevresel kirleticilerin belirlenmesine yönelik araştırma projesinin sonuç raporunun yazılmasına çok ciddi bir katkı verdiğimi söyleyebilirim. Dolayısıyla yazılarımda yalnızca bir kısmını yazdığım bilimsel bilgiler bilgisayarımda mevcut, oluşturduğum, oluşumuna katkıda bulunduğum verilerden elde edilmiş bilgilerdi. Sularla ilgili olarak yaptığım açıklamalarda aynı durum söz konusudur.”

“3 yılı aşkın süredir Sağlık Bakanlığı’ndan açıklama gelmedi”

Sağlık Bakanlığı’nca yürütülen çalışmaların 2015 yılının sonu itibariyle bittiğini ifade eden Şık, “Proje kapsamındaki araştırmalardan elde edilen bilgileri gözden geçirmek ve bir ana rapor yazmak için 2015 yılı Aralık ayında Antalya’da yapılan toplantının üzerinden 3 yıldan fazla zaman geçti” dedi.

3 yıllık süreçte Sağlık Bakanlığı’nın açıklama yapmadığını vurgulayan Şık, savunmasını şöyle sürdürdü:

“Bu sürede projeden elde edilen bilgiler hakkında Sağlık Bakanlığı açıklama yapmadı. Bu bilgiler halk sağlığı açısından risk teşkil eden durumlar olduğunu göstermesine rağmen Sağlık Bakanlığı bu olumsuz durumları düzeltmek için herhangi bir ara rapor da açıklamadı.

“Her şeyden önce şunu belirtmeliyim ki bir akademisyenin bilimsel bir araştırmaya ait bilgileri açıklaması için çalışmanın tamamlanmış olması gerekmemektedir. Halk sağlığı ile ilgili çalışmalar yıllarca sürebilir. Böyle uzun süren çalışmalardan elde edilen bilgiler halkın uyarılmasını, ilgili kamu kurumlarının önlem almasını gerektiriyorsa ara raporlarla elde edilen bilgileri açıklamak olağan ve doğru bir yaklaşımdır. Halk sağlığı ya da çevre sağlığı gibi geniş toplum kesimlerini ilgilendiren konularda yapılan araştırmalardan elde edilen bilgileri açıklamak telafisi imkansız zararlar doğurma olasılığı bulunan durumlarda bir gereklilik olarak görülmelidir.

“Bu duruma örnek olarak analiz edilen gıda örneklerinin yüzde 17,3’ünün mevzuatın izin verdiği düzeyin üzerinde zehirli tarım kimyasalları (pestisitler) içermesi veya bazı yerleşimlerdeki suların içilemez düzeyde arsenik veya kurşun kalıntısı içermesi verilebilir.

“Medyada hemen her gün çocuklara balık yedirmenin gerekliliğinden, balıklarda bulunan omega 3 yağ asitlerinin çocukların beyin gelişimi için öneminden söz ediliyor. Ama bu ürünlerin sağlıklı olup olmadığını bilmiyoruz. Çocuklarda beyin ve sinir sisteminin gelişimine zarar veren, hormonal sistemin çalışmasının bozulmasına yol açan arsenik, cıva veya kurşun gibi toksik kimyasal maddelerin bu ürünlerde ne miktarda bulunduğunu bilmek insanların hakkı değil mi? Çocukların bu toksik maddelere ne miktarda maruz kaldığını bilmek toplumsal bir fayda doğurmaz mı? Ancak yapılan araştırma çalışmalarına dair bilgiler açıklanmadığı sürece bu soruların yanıtını bilemeyeceğiz.

“Ergene Nehri’ndeki kirlilikle, nehrin döküldüğü Saros Körfezi’ndeki deniz suyunda ve o körfezden tutulan balıklarda tespit edilen kirlilik arasında bir bağ olup olmadığını bilmeyi istemez miyiz? Bunları bilmek her insanın hakkıdır. Ama bilgi edinme hakkına nasıl bakmalı? Yasalarda tanımlanan ama kağıt üzerinde kalan pek çok hakka sahibiz. Dolayısıyla insanların sadece bilgi edinme hakkına sahip olması değil, bu hakkı kullanabilmesine imkan sağlamak da gereklidir. Bunun tek yolu bilgiye erişimi kolaylaştırmak, sansürü ve gizliliği ortadan kaldırmaktır. Nasıl bir dünya içinde yaşadığımızı bilmek, sorunları doğru tespit etmek, nasıl çözeceğimizi konuşabilmek, kamusal tartışma ortamı yaratabilmek için bu mutlak bir gerekliliktir.”

“Sağlık Bakanlığı’nın önlem almaması kabul edilemez”

Bakanlığın halk sağlığı açısından koruyucu önlemleri almadığını söyleyen Şık, bunun kabul edilemez bir durum olduğunu dile getirdi.

“Sağlık Bakanlığı’nın çalışmasında halk sağlığı açısından sorun yaratan durumları gösteren pek çok bilgi var. Bu dikkate alınarak Tarım Orman Bakanlığı, Çevre Şehircilik Bakanlığı ve kamu kurumlarının uyarılması, halk sağlığını koruyucu önlemlerin alınması gerekirdi. Ama bu konuda Sağlık Bakanlığı gereken adımları atmamış ve ilgili kamu kurumlarını uyarmak amacıyla bir girişimde bulunmamıştır. Ne gibi önlemler alındığına dair sorulara bakanlık yetkilileri bir cevap vermemiştir. Çalışmadan elde edilen ve gerçekten kaygı uyandırması gereken bilgiler olmasına rağmen bakanlığın bir önlem almaması kabul edilemez bir durumdur.

“5 ilde yapılan çalışmada analiz edilen gıda örneklerinin yüzde 17,3’ünün ülkemizdeki yasal mevzuatın izin verdiği miktarı aşan düzeyde pestisit kalıntısı içerdiği tespit edilmişti. Bu çok yüksek bir kalıntı oranıdır. Avrupa Birliği ülkelerine kıyasla ülkemizdeki gıda ürünlerindeki pestisit kalıntılarının 8-9 kat daha fazla oranda çıkması çok ciddi bir halk sağlığı sorunu olarak görülmeli. Bu sorun karşısında Sağlık Bakanlığı’nın pestisit kalıntılarını kontrol etmekten sorumlu kamu kurumu olan Tarım ve Orman Bakanlığı’nı bir resmi yazı ile derhal uyarması gerekirdi.”

“Pestisitlerin çoğu kimyasal kirliliğe yol açıyor”

“Sağlık Bakanlığı’nın sorumluluk alanına giren çok kritik bir başka nokta daha var” diyen Şık, tarımda kullanılan pestisitlerin çoğunun sulara bulaşarak kimyasal kirliliğe yol açtığını söyledi.

“Sağlık Bakanlığı ülkemizde içme suyu olarak tüketilen suların pestisitler açısından kirli olup olmadığını tespit etmek ve gereken önlemleri almakla sorumlu kurumdur. Bilgiler gıdalarda yaygın pestisit kirliliğine işaret ettiği için Sağlık Bakanlığının içme suyu olarak kullanılan yeraltı-yerüstü sularına pestisitlerin bulaşıp bulaşmadığını kontrol etmek üzere İl Sağlık Müdürlüklerini uyarması ve önlem almaya davet etmesi gerekirdi. Bakanlığın yürüttüğü araştırma projesinin çok önemli ve ülkemizde kanımca bir ilk olarak görülmesi gereken bir yönü var. Çalışmada insanlarda hormonal ve nörolojik sisteme zarar veren kimyasal maddelerin çok büyük bir kısmı araştırılmıştır.

“Hormonal ve nöral sistem bozucu kimyasal maddeler en çok bebek ve çocuklara zarar vermektedir. Dolayısıyla bebek ve çocuk sağlığı açısından Sağlık Bakanlığı’nın yürüttüğü çalışmanın önemi büyüktür. Analiz ettiğimiz gıda ürünlerinde 66 farklı çeşit pestisit etken maddesi saptadık. Bu pestisitlerden 26’sı (%39,3) çeşitli akademik yayınlarda hormonal sistem bozucu olarak sınıflandırılmaktaydı. Çocuklar anne karnında başlayan, doğum sonrasında bebeklik ve çocukluk aşamalarında devam eden büyüme ve gelişme sürecinde ne kadar az toksik kimyasala maruz kalırlarsa o ölçüde daha sağlıklı oluyorlar.

“2018 yılı itibariyle araştırmanın yapıldığı beş ilde yaklaşık 7 milyon insan yaşıyor. Bu beş ilde yaşayan 0-18 yaş arası çocuk nüfus sayısı ise 1 milyon 300 bin (%21,6). Araştırma sonucunda gıda örneklerinin %40’ında hormonal sistem bozucu olarak nitelenen pestisit kalıntısı bulunduğu tespit edildi. Bu pestisitler mevzuat sınır değerlerinin (Maksimum Kalıntı Limiti) altında kalan seviyelerde bile sağlık sorunlarına yol açabiliyor. Hormonal sistem bozucuların yanı sıra bir diğer önemli sorun çoklu pestisit kalıntılarıdır. Yani bir gıda ürününde birden fazla sayıda pestisitin kalıntısının bulunması durumudur. Analiz edilen örneklerin %51,1’inde birden fazla sayıda pestisit kalıntısı tespit edildi. Örneklerin yüzde 11,2’sinde 2 pestisit kalıntısı; yüzde 5,1’inde üç pestisit kalıntısı ve örneklerin %3,5’inde en az dört pestisit kalıntısı tespit edildi. (…)Örneklerin yüzde 3,5’inde dört ve dörtten fazla pestisit kalıntısı tespiti bile çok ciddi bir halk sağlığı sorunudur.”

“Bir bilim insanı öncelikle topluma karşı sorumludur”

“Bakanlık araştırmanın ortaya çıkardığı bu vahim durum karşısında insan sağlığını ama özellikle de çocuk sağlığını korumak için ne yapmıştır? Bu soru yanıt bekleyen bir sorudur” diyen Şık, “Bakanlık tarafından bir açıklama yapılacağına, ya da toplum sağlığını tehdit eden sorunları çözmek için önlem alınacağına dair bir işaret hala görünmüyor. Aslına bakılırsa, Sağlık Bakanlığının bu konuda yaptığı tek işlem beni şikayet etmek olmuştur” diye belirtti.

“Ancak araştırmayı yürüten Sağlık Bakanlığı ne araştırmadan elde edilen bilgileri açıkladı ne de herhangi bir önlem aldı. Ülkemizin toprağıyla, suyuyla, havasıyla, bitki örtüsüyle yaşanabilir niteliğini kaybetmemesi bir bilim insanı olarak sorumluluk alanıma girer. Toplumun sağlığı ve geleceği için yapılandırılmış kamu kurumlarının görevlerini yerine getirmelerine yardımcı olmak bilim insanının sorumluluğudur. Görevlerini layıkıyla yapmayan kurumlara sorumluluklarını hatırlatmak da bilim insanının en temel görevlerinden biridir. Bir bilim insanı şirketlere veya kurumlara değil öncelikle topluma karşı sorumludur. Toplumun sağlığı ve geleceği şirketlerin ya da kurumların kısa vadeli çıkarlarına emanet edilemeyecek ölçüde önemlidir. Ama her şeyden önce çocuklara karşı sorumluyuz; hiçbir kişinin ya da kurumun çocukların sağlığını bozma, geleceğini gasp etme hakkı yok çünkü.

Duruşma ertelendi

Savunmasını “Bana yöneltilen tüm suçlamaları reddediyor ve beraatımı talep ediyorum” diye tamamlayan Şık’ın ardından mahkeme heyeti kararını açıkladı.

Şık’ın talebini reddeden mahkeme heyeti, dosyanın bilirkişiye gönderilip haberle ilgili verilerin başka biri tarafından duyurulup duyurulmadığının araştırılmasına karar verdi.

Bir sonraki duruşma 30 Mayıs’ta görülecek.

Duruşma öncesi

Duruşma öncesi ise adliye önünde basın açıklaması gerçekleştirildi.

Yapılan ortak açıklamaya Halkların Demokratik Partisi (HDP) milletvekilleri Ahmet Şık, Oya Ersoy, Murat Çepni, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) milletvekilleri Sezgin Tanrıkulu, Sibel Özdemir, Ali Şeker ile Türk Tabipleri Birliği (TTB), Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), İnsan Hakları Derneği (İHD), Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB), Ekoloji Birliği, İstanbul Kent Savunması, Politeknik, İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Merkezi, Kuzey Ormanları Savunması, Barış Akademisyenleri ve çok sayıda kişi katıldı.

“Bülent Şık’ın yanındayız”

Çocuklar Zehirlenmesin İnisiyatifi tarafından düzenlenen basın açıklamasını akademisyen Aslı Odman okudu.

“Bugün burada Bülent Şık’ın davasını takip etmeye, bilgisini yaşam için, toplum ve ekosistem esenliği için kullandığından cezalandırılmaya çalışan bir bilim insanı ile mühendis ile halk sağlıkçısı ile dayanışmaya geldik.

“Kendini ekosisteme ve topluma karşı sorumlu hisseden ve kamusal araştırma kaynaklarından uzaklaştırılmış bir bilim insanı olarak Bülent Şık araştırmanın elindeki bulgularını önce Bianet’teki Mutfaktaki Kimyacı köşesinde, daha sonra Nisan 2018’de Cumhuriyet’te yazı dizisi olarak yayınladı. Bunun üzerine pek çok soru önergesi verildi. Bilgi edinme hakkı kullanılarak kurum ve kişiler Sağlık Bakanlığı’na başvurdular. Bakanlığın cevabı ise işte bu dava oldu.”

Halk sağlığı bilgisini paylaşmanın bir suç olmadığını, görev olduğunu vurgulayan Odman sözlerini şöyle sürdürdü:

“Hamaset ile vatanseverlik söylemlerinin havada uçuştuğu, bu davanın iddianamesini bile terörle mücadele savcılığının yazdığını görüyoruz. Vatanı sevmek ne demektir, silahlarla gençleri sınıra yollamak mı, tüm Türkiye’ye sevk edilen gündelik gıdalar ve suyun tehlikeleri hakkında toplumu uyarmak mı? Bizim cevabımız açık. Bülent Şık’ın yanındayız.”

Açıklamanın ardından konuşan Bülent Şık, kendisini yalnız bırakmayanlara teşekkür ederek “Biz aslında daha demokratik bir ülkede yaşıyor olsaydık bu araştırma sonuçlarını ortaya koyduğumuzda, insan sağlığına zarar veren meseleyi nasıl çözeceğimizi düşünürdük” dedi.


‘Zehir listesi’ni yazmıştı: Bülent Şık’a 12 yıl hapis istemi

Bülent Şık: Sonuçların açıklanmayacağına kanaat getirince ‘zehir listesi’ni yazdım


Bu haberde Evrensel gazetesinden ve Barış Akademisyenleri’nin Twitter sayfasından yararlanılmıştır.



Önceki Haber
Medeni Yıldırım davası: “Asli delillere ulaşıldı, emri veren iki amir korunuyor”
Sonraki Haber
Ayrımcılık araştırması: 'Ortak düşman' Kürtler, mülteciler ve LGBTİ'ler