Ana SayfaGüncelOlay, hakikat ve sadakat – Adnan Çelik

Olay, hakikat ve sadakat – Adnan Çelik

HABER MERKEZİ – Leyla Güven’in açlık grevi eylemi 123’üncü gününde. Cezaevleri ile yurt dışındaki eylemler de genişleyerek sürüyor. Yeni Yaşam gazetesi yazarı Adnan Çelik bu eylemleri Fransız filozof Alain Badiou’nun “olay” felsefesi üzerinden yorumladı. “Devrimci bir ‘olay’ olarak açlık grevlerine” eğilen Çelik’e göre “bu olay, eylemcilerin Kürtlerin varlık mücadelesi tarihi boyunca ödedikleri bedellerin sadakatine sıkıca tutunmuş bir siyasal sorumluluğun yükünü; bedenlerini ölüme yatırarak sırtlandıkları bir radikal kırılmayı ifade etmekte.”


Adnan Çelik


Günümüzün yaşayan belki de en önemli Fransız felsefecilerinden Alain Badiou, direnmenin verili düzene isyan etmek için en doğal hak olmanın yanı sıra bir sorumluluk da olduğunu vurgular. Badiou, özgürleşmenin ve bu temelde özneleşmenin çıkış noktası olarak bir “olay”ın gerekliliğine vurgu yapar. Zira hakikat ancak verili düzenden radikal bir kopuş ile ortaya çıkar ve bir bireyin özne olabilmesi için de bu radikal kopuşun nedenini oluşturan olaya sadakat göstermesi gerekir.

Badiou, “bir olay ancak Devlet’in gücünden çalabildiği ölçüde gerçekleşebilir” der. Zira olay olanaksız olduğu iddia edilen devlet iktidarından özgürleşmeyi olanaklı hale getirir. Örneğin devlet iktidarı tarafından mutlak bir tutsaklığa tabi kılındığınız cezaevi gibi bir kapatılma mekânında bedenini ölüme yatırarak ortaya konulan direniş tam da o devasa iktidarın gücünden çalmanın olayıdır. Yine Badiou’nun deyişiyle bir olay “tam da bir durumun yasalarına içkin istisnadır”. Fransız felsefeci Jacques Rancière de siyasetin hep olay bazlı kopuş anları yoluyla kuruluğunu belirtir. Rancière’e göre bu kırılma anlarında eylemciler “görülmeyene görünürlük, duyulmayana duyulurluk kazandırırlar” ve bu yolla özneleşirler.

Kürtlerin baskı ve şiddete karşı yürüttükleri varlık mücadelesinin tarihi, aynı zamanda farklı tarih ve mekanlarda vuku bulan çoklu olaylar ve bu olaylara duyulan sadakatin sürdürülmesini esas alan, o sadakat temelinde kolektifleşen bir direnişler resitalinin de tarihidir. Örneğin Diyarbakır 5 No’lu cezaevindeki vahşi işkence ve aşağılamalara karşı bir tepki olarak yaşamına son veren Mazlum Doğan, bedenlerini ateşe veren “Dörtler”, süresiz ve dönüşümsüz ölüm orucunda yaşamını yitiren Kemal Pir ve birçok yoldaşı, 90’lı yıllarda yaşanan “serhildanlar” (başkaldırı) ile başlatabileceğimiz ve ta günümüze kadar getirebileceğimiz birçok “olay”, hakikatin parladığı ve bu parlayan hakikate sadakat duyanların onu toplumsallaştırarak günümüze taşıdığı bir mücadele geleneği yarattı.

Bu mücadele geleneğinin “olay” repertuvarında en zor şartlarda ve hep en son kararlaştırılanı açlık grevleri/ölüm oruçları oldu. Bir “olay” olarak bu direnişin etiği, Kemal Pir’in “yaşamı uğruna ölecek kadar seviyorum” deyişinde açıkça görülür. Sadece olayın kendisine değil, olayın yaratacağı sonucun kendisine de bir sadakat vardır. Burada hakikat iki defa belirir. İlkinde olayın kendisinde, ikincisinde ise sonucun kendisine yüklenen anlamda.

İşte devrimci bir “olay” olarak açlık grevleri/ölüm oruçlarını da 2016’dan beri günden güne katmerlenen mutlak tecrit ve bunun toplumsala genişletilmesinin yarattığı özgürlük yitimi ve legal siyasal mücadelenin hukuk dışı müdahalelerle bir kısır döngüye hapsedilmesine meydan okuyan, yeni bir oluşun olanaklarını çoğaltan bir kopuş, bir kırılma olarak ele almak gerekir. Bu olay, eylemcilerin Kürtlerin varlık mücadelesi tarihi boyunca ödedikleri bedellerin sadakatine sıkıca tutunmuş bir siyasal sorumluluğun yükünü; bedenlerini ölüme yatırarak sırtlandıkları bir radikal kırılmayı ifade etmektedir. Bu kırılma verili siyasi konfigürasyon içinde yer alan güç ilişkilerinin, meşruluk kategorilerinin ve eylem repertuvarlarının bütün aktörlerce yeniden tanımlanmasını dayatmaktadır.

Badiou, “politika mücadeleler birleştiğinde başlar” der. Leyla Güven’in YÜZ YİRMİ ÜÇ gün önce Abdullah Öcalan üzerindeki mutlak tecridin sonlandırılması ve barış olanaklarının önünün açılması talebiyle başlattığı ve onlarca cezaevi, kent ve diasporada yüzlerce kişinin katılımıyla kolektifleşen açlık grevleri/ölüm oruçlarının bizzat mutlak bir tecride tabi kılınmaya çalışılması, sanki hiç yokmuşlar gibi adeta görünmez kılınmasına yönelik blokajı kırmanın tek yolu bu direnişi başka mücadele biçimleri ile birleştirmek, mutlak tecridi kıracak bütün mümkünleri harekete geçirmektir. Bu hepimiz için sadece bir sorumluluk değil aynı zamanda hakikatin sadakatle sınandığı bir özgürleşme ödevidir de.

Tam da bu hakikate sadakat ödevi önümüzde dururken ve bütün ağırlığı ile üstümüze çökmüşken bu eylemleri sorgulamak, yargılamak bizi tekinsiz bir savruluşa götürmekten başka bir sonuç doğurmaz. Leyla Güven şahsında kararlaştırılıp vuku bulduğu andan itibaren hakikatin Kuzey Yıldızı gibi parlayan bu olay, artık hiç kimsenin kayıtsız kalamayacağı, eksiğine bozduramayacağı bir sadakat kamaşmasıdır.


Kaynak: Yeni Yaşam

PAYLAŞ:
    WhatsApp'da Paylaş!   Telegram'da Paylaş!     Yazdır   E-Posta Gönder

Önceki Haber
Polisin saldırdığı HDP'li parlamenterler anlattı
Sonraki Haber
Almanya vatandaşlarını uyardı: Söylediklerinizden dolayı Türkiye’de tutuklanabilirsiniz