Ana SayfaKültür-SanatBekliyoruz, içimizde bir huzursuzluk – Duygu Ergün

Bekliyoruz, içimizde bir huzursuzluk – Duygu Ergün


Duygu Ergün


Sizi dünyaya getirdiği için ailenize dava açar mıydınız?

– Neden burada olduğunu biliyor musun?

+Evet.

-Anne ve babandan niçin şikâyetçisin?

+Beni dünyaya getirdikleri için…

Bu cümleler Nadine Labaki’nin yönetmenliğini yaptığı Kefernahum filminden 12 yaşındaki bir çocuğa, Zain’e ait.

Birini bıçakladığı gerekçesiyle beş yıl hapse mahkûm edilen Zain, telefonla katıldığı bir program vesilesiyle ailesinden şikâyetçi olduğunu bildiriyor. Çok ses getiren bu programın ardından isteği kabul ediliyor ve ilk kez davalı olarak çıktığı hâkim karşısına bu kez davacı olarak çıkıyor. Öfkesi, yaşadığı hayata kendini getiren ailesine. Talebi ise çok makul; ailesinin bu amansız dünyaya bir çocuk daha getirmemesi. Çünkü hiçbir çocuğun aynı kaderi paylaşmasını istemiyor.

Film bu şekilde başladıktan sonra kamera Lübnan sokaklarına çevriliyor. Kadrajda, savaşın yıkıcı etkisinden kurtulmak için başka bir ülkede yaşam mücadelesi veren insanların hikâyeleri beliriyor: yoksulluğun kol gezdiği mahalleler, açlık ve sefalet içindeki aileler ve resmî olarak varlıkları dahi bilinmeyen çocuklar…

Zain’i tüm bu zorlukların ortasında kendisine ve sevdiklerine gelecek olumsuz hiçbir duruma müsaade etmeyen, cefakâr bir çocuk olarak tanıyoruz.

Para kazanmak zorunda olduğundan okula gidemeyen ve ağır işlerde çalışan Zain sadece yoksulluk, şiddet ve istismarla mücadele etmiyor; ailesinin kendisi ve kardeşleri üzerindeki kararlarına da aynı oranda karşı çıkıyor ve ilerleyen dakikalarda adeta dünyanın en güçlü bireyi haline geliveriyor.

Böylece, mülteci olarak yaşayan binlerce çocuğun hayatına tanık olacağımızı düşündüğümüz bir filmden çok daha fazlasıyla karşılaşıyoruz.

Çünkü hepimiz aynı cehennemde yaşıyoruz

Kuşkusuz ki film çocuk yaşta evlilik, evsiz çocuklar, kaçak işçiler, sorumsuz ebeveynler, mülteci sorunları gibi hepimizin yakından şahit olduğu pek çok sorun karşısında hafızalarımızı neşterliyor. Çocuk haklarına yönelik adaletsizlikleri yine çocukların gözünden hepimizin yüreğini kanırtırcasına anlatıyor. Sadece yoksulluğun değil aynı zamanda yurtsuzluğun da filmi oluyor Kefernahum.

“Sanırım her yerde gördüğümüz bu çocukların görüntüsünden etkilenen tek kişi ben değilimdir,” diyen Yönetmen Nadine Labaki, filminin “Neden buradayım?” diyen çocukların hikâyesi olduğunu söylüyor. Labaki, çocukların bugünkü dünyasını kaosu çağrıştıran Kefernahum’a benzettiğini söyleyerek, “Bu cehennem ve biz de cehennemde yaşıyoruz,” diyor.

Hikâye her ne kadar Lübnan’da geçiyor olsa da Türkiyeli izleyicilerin unutamayacağı benzer olayları barındırıyor. Çünkü hepimiz aynı cehennemde yaşıyoruz. “Çocuklara dönük bu adaletsizliğe duyulan öfkeyi bir şeye dönüştürmek istedim,” diyen Labaki’nin her cümlesine katılıyor ve aynı öfkeyi taşıdığımızı belirtmek istiyoruz.

Beni hangi hakla yargılayacaksın?

Her köşe başında gördüğümüz bu çocukların hayatlarından aslında anne ve babalarının sorumlu olduğunu düşünürüz. Labaki, “Zain’in hayatından annesi ve babası sorumludur, ancak onlar çocuklarını etkileyen hastalığın kendisi değil, semptomlarıdır sadece” diyerek bu düşüncemizi destekleyecek oluyor. Fakat filmdeki bir sahneyle –anne ve babanın mahkemede yargılandığı anlar– bizi annenin duygularını dinlemeye davet ediyor:

“Beni hangi hakla yargılayacaksın? İçimde miydin? Yaşadığım şeyleri yaşadın mı? Asla yaşamadınız ve yaşamayacaksınız da! Kâbuslarınızda bile yaşamayacaksınız! Benim yerimde olsan sen kendini asardın; çocuklarına verecek başka hiçbir şey olmadığı için… Onları su ve şekerle beslediğini düşün bakalım… Çocuklarımı yaşatmak için 100 cinayet işlemeye hazırım… Onlar benim evlatlarım. Kimsenin beni yargılamaya hakkı yok. Ben kendimi yargılarım. Ölümüne!”

Gördüklerimiz, duyduklarımız karşısında elimizi vicdanımızın neresine koyalım, bilemiyoruz.

Zor, her gün bir öncekini arar olduğumuz olaylar yumağında ipin ucunu bulmak zor. Anlamları büsbütün yitirdiğimiz zamanlardan geçiyoruz. Ama yetmez, hayatı sadece anlamlandırmak yetmez; aynı oranda eşitlikten, özgürlükten yana değiştirmek de gerek. Biz böylesi bir inanç içindeyiz. Biliyoruz ki hayallerinden yoksun çocuklarla birlikte yeniden hayal kuracağız; Zain’in öfkesi, Sabahattin Ali öykülerinden Küçük Hasan’ın çaresi, gözümüzün önünde yok olan tüm bedenlerin can’ı olacağız. “Yokluk ne yoksulluk ne, ilenmek ne dilenmek ne, işsiz güçsüz dolanmak ne” bilmeden korka korka yaşamadığımız zamanların tohumlarını ekeceğiz; eksilmeden. İzlediğimiz filmler, okuduğumuz kitaplar da yol gösterenimiz olacak. Ve bir araba sopa yercesine izlediğimiz Kefernahum’un da bize ışık olduğunu söyleyebiliriz. Öfkesini böyle güzel bir şeye dönüştürdüğü için Nadine Labaki’ye teşekkürle…

“Bir evimiz bile yok,

Sürgünüz sadece.

Bizi kabul eden bir ülke çıksın diye

Bekliyoruz içimizde bir huzursuzluk

Sınıra en yakın yerde.”

Bertolt Brecht


Yönetmen Nadine Labaki’nin gözünden “Kefernahum”

Previous post
Açlık grevleri: Leyla Güven 165 gündür eylemde, cezaevlerinde 127'nci gün
Next post
Bahçeli'den Erdoğan'ın 'Türkiye İttifakı' sözlerine tepki: Soru işaretlerimiz çoğaldı