Ana SayfaGüncelInstagram ve estetik deneyimin krizi – Aude Lorriaux

Instagram ve estetik deneyimin krizi – Aude Lorriaux


Aude Lorriaux

Çeviri: Uraz Aydın / e-skop


Muhteşem bir sahilin ortasındasınız. Masmavi deniz sabah güneşinin beyaz ışık huzmeleri altında parlıyor. Gümüş parıltıların dalgalı ritmi gözlerinizi okşuyor adeta. Su sesleri eşliğinde bu ritme bırakıyorsunuz kendinizi. Gözleriniz uzaklara dalıyor, en koyu ufuk çizgisine. Yüreğiniz ferahlıyor. Sizi ısıtan bu ışınların altında büyük bir huzur hissediyorsunuz. Tam o sırada, yanı başınızda selfie çeken biri dikkatinizi dağıtıyor ve bu seyre dalma[1] deneyiminden çekip çıkarıyor sizi.

O âna kadar sizin gibi sahilin tadını çıkaran turist topluluklarının sohbetlerini, gürültülerini, hareketlerini algılıyordunuz fakat birden, bu görüntünün görüntüsü, mekânla kurduğunuz bağı hoyratça dağıtıyor. Sizi tekrar kendinize, bedeninize, bir anlığına unutabildiğiniz telefonunuza iade ediyor. Yaşadığınız an paramparça oluyor, kendinizi manzaranın büyüsüne kaptırdığınız o deneyim uçup gidiyor.

Instagram, estetik deneyimi bastırıyor

Rouen Üniversitesi’nde Antik Yunan Edebiyatı alanında doçent olan Anne-Lise Worms’a göre, “Aristotelesçi ve Platoncu gelenekte temaşa tamamen zihinsel ve içsel bir faaliyettir”. “Ruhun kendisiyle baş başa kaldığı, saf tin olduğu faaliyettir. Denizin karşısında veya müzik dinlerken hissedebileceğimiz şeydir. Tüm dış gerçekliklerden koparız.” Hakiki temaşa “paylaşılamaz, gerçek anlamda bireysel bir deneyimdir,” diyor Worms.

“Temaşaya erişmek için görenin kendini görülene yakın ve benzer kılmış olması gerekir. Şüphesiz, göz güneşle aynı doğaya sahip hale gelmeksizin güneşi göremez, ve ruh kendisi de güzel hale gelmeden güzel olanı göremez,” diye yazar filozof Plotinos (MS 3. yüzyıl). Fakat her seferinde bu çabamızdan koparılırsak güneş ve güzellikle nasıl yekvücut olabiliriz? Veya her yaşadığımızı ânında paylaşma alışkanlığına kapıldıysak?

Bir “estetik deneyim krizi”yle karşı karşıya olduğumuzu öne süren araştırmacı Igor Galligo[2] şöyle diyor:

“Bir masanın yanından geçiyorsam durup bakmam. Ama güllerle dolu bir masanın yanından geçiyorsam, bu ilgimi çeker ve bakarım. Ardından bunun üzerine düşünürüm. Sonra bu iki şeyi, deneyim ile tefekkürü sentezlerim. Bu üç aşamada varlığımız üzerinde bir etki oluşursa, o zaman bir estetik deneyim söz konusudur. Fakat Instagram, öznenin kendi mevcudiyetini, kendi benliğini askıya almayı reddetmesine yol açan bir narsist ayartıyla bu üç aşamayı baskılar. Instagram’la kaybolan, estetik eylemdeki bu kendinden vazgeçiştir.”

Plotinos uzmanı olan Worms’a göre yaşadığımız çağ seyre dalmaya elverişli değil:

“Bu sessiz, tamamen tefekküre dayalı faaliyetten, maddi olumsallıklardan kopmuş ve düşüncenin havada salındığı bu bakıştan uzaklaşıyoruz. Bir nevi felaket bu, insanların çoğu kendileriyle baş başa kalamıyor. Bunun için felsefeyle uğraşmaya gerek yok, hepimizin bir iç dünyası var ve ona giderek daha az ilgi gösteriyoruz.”

Instagramlanabilir restoranlar

Tüm bu durumlarda esas olanın yanından geçip gitmiyor muyuz? Seyredilen şeyin. Veya yenilen şeyin. Çünkü yemek de sizi tümüyle içine alabilecek bir deneyim biçimi. Geçenlerde Libération’daki bir makalesinde Gurvan Kristanadjaja da bunu anlatıyordu: “Artık bir restorana, tabağınızda olanlardan ziyade mekânın estetiği için gitmek giderek sık rastlanan bir durum”. Hayatının her bir ânını sahneye koymak kimileri için o denli önem kazanmış durumda ki insanlar albenili renklere sahip “Instagramlanabilir” restoranlara akın ediyor. Bu restoranlar da esas meselenin değiştiğinin farkına varıyorlar ve yemeklerinin kalitesinden ziyade dekorla ilgileniyorlar. Paris’teki Season restoranının kurucusu Cathy Closier restoran açmak için kendisine danışanlardan söz ederken şöyle diyor: “Mönülerinde hangi yemeklerin olacağını tarif etmeden önce iletişim ve halkla ilişkiler yöntemlerinden bahsediyorlar”.

Aynı şey müzeler için de geçerli. Nöropsikoloji uzmanı Francis Eustache şöyle diyor: “İnsanlar Mona Lisa’ya sırtını dönüp selfie çekiyor. Bundan beş altı yıl öncesine kadar kimse o salona girdiğinde Mona Lisa’ya sırtını dönmezdi.” Bir Dikkat Ekolojisi İçin adlı kitabın yazarı Yves Citton’a[3] göre ise “her şey gösteri halini aldı, otantiklik kalmadı. Daha 1960’larda Guy Debord’la bunu söylüyorduk ama gösteri bugün her yerde var olmaya devam ediyor”.

Cep telefonları üzerinden fotoğrafı veya videoyu sanat mertebesine eriştirenlerden söz etmiyorum şüphesiz. Örneğin Richard Koci Hernandez bu konuda bir üstat. Instagram onun ve daha birçok fotoğrafçının, aktivistin, şairin şiirsel yaratımlarını geniş kesimler için erişilebilir kılıyor. Fakat kaba stereotipler kullanan acemi tatil fotoğrafçılarının ürünlerinin herhangi bir devrimci katkıda bulunmadığını kabul etmek gerekir (insta_repeat hesabı bunlarla muhteşem biçimde alay ediyor). Tabii bunların birçoğu da hoş kareler, ayrıca bu kadar çok sayıda insanın fotoğrafla ilgilendiğini görmek güzel, fakat karşılığında seyre dalma deneyimimizin bu kadar fukaralaşması da hazin.

Ne kaybediyoruz?

Şüphesiz, temaşa deneyiminin eksikliğini herkes hissetmiyor olabilir ve tek bir mutluluk modelini dayatmak hayli diktatörce olurdu. Fakat akıllı telefon kameralarının hemen her yerdeki yoğun varlığının yaratıcı yetilerimiz ve belki de zekâmız üzerinde olumsuz etkileri oluyor.

Çünkü bu yetiler doğrudan “varsayılan mod” ağına bağlıdır,[4] diyor nöropsikolog Francis Eustache: “Her şey çok hızlı gidiyor ve bilim insanları olarak veri eksikliği, kalabalık insan topluluklarını inceleyen araştırma eksikliği çekiyoruz. [Deney grubuyla kıyaslama yapmayı sağlayan] kontrol grupları oluşturmak artık zor çünkü hepimiz dışsal dijital hafızaların işgali altındayız. Ama düşüncelere daldığımızdaki “varsayılan mod” ağının giderek daha az çalıştırıldığını biliyoruz. Ve hayal dünyalarına seyahatimizin altında yatan, aynı zamanda bilgilerimizi, yaşanmış deneyimlerimizi sentezlemeyi sağlayan da bu ağdır.”

Kimileri daha da ileri giderek bu daimi kesintiye uğramalarla bizzat zekâmızın daralabileceğini iddia ediyor. Haziran 2008’de The Atlantic’te yayınlanan makalesinde Nicholas Carr’ın ileri sürdüğü tez bu:

“Önceleri bir kitaba veya uzun bir makaleye dalmak benim için hiç sorun teşkil etmiyordu. Anlatım gücü veya argümanın nasıl inşa edildiği sorusu zihnimi ele geçiriyor, uzun metin parçaları beni saatlerce sürüklüyordu. Bu artık çok nadiren oluyor. Konsantrasyonum iki üç sayfa sonra dağılmaya başlıyor. Huzursuzlaşıyorum, ipin ucunu kaçırıyorum, yapacak başka şeyler arıyorum. Ayak direyen beynimi sürekli metne geri dönmeye zorladığım izlenimine kapılıyorum. Önceleri doğal olan derin okuma, bir mücadele halini aldı.”

Zehir ve panzehir

Bununla birlikte, dikkat dağıtıcıların zemin kazandığı günümüzde, giderek daha fazla kişi bunlara direnmeye çalışıyor – meditasyonla, yogayla, “bağlantıyı koparmak”la, veya “dijital detoks”, “yavaş yönetim”, “yavaş yemek”, hatta “yavaş seks” gibi yöntemlerle. Kimi sanatçılar bunu, “mevcudiyet sanatları” bünyesinde araştırma alanları haline getirmiş durumda. Mesela, yukarıda sözlerini aktardığımız Igor Galligo, “Farkındalık-sızlık Kozmetiği” isimli sergisinde bir dikkat odaklama tertibatını sahneye koyuyor. “İnsanların buraya sadece geçici bir dekor içinde bir şeyler içmek için geldiği duygusuna kapılıyordum. Ve onların narsist eğilimlerine ket vurarak dikkatlerini müsait hale getirmeye zorlamak istiyordum”. Galligo yüzüne bir “anti-narsisizm kremi” sürmüş ve izleyicileri de bunu yapmaya teşvik etmişti.

Ben de bundan sekiz yıl önce New York’taki MoMA’da sanatçı Marina Abramovic’in The Artist is Present performansına denk gelme şansına sahip olmuştum. Bu inanılmaz deneyimde, sanatçı gözlerini yabancılarınkine dikiyordu ve bu basit hareket sayesinde ruhun gizli köşelerine olağanüstü bir yolculuğu başlatıyordu (herhangi bir dostunuzun gözlerinin içine en azından bir dakika boyunca bakmayı deneyin ve görün…)

Tümüyle yitip gitmiş değiliz! Yves Citton’un söylediği gibi “zehir ve panzehir aynı anda ortaya çıkıyor. Bu gelişimde özgürleşim potansiyelleri var, verilen tepki sağlıklı. Bir felaketten ziyade bir diyalektik veya dinamikten söz edebiliriz”.


[1] Contemplation yerine göre seyir, seyre dalma ve temaşa kelimeleriyle Türkçeleştirilmiştir. Burada seyretme edimine tefekkür de eşlik etmektedir – ç.n.
[2] Fransa’da EHESS’te estetik alanında ve İsviçre’de IXDM’de eleştirel medya teorileri alanında araştırmacı – ç.n.
[3] Fransa Grenoble’da Stendhal Üniversitesi’nde Fransızca edebiyatı profesörü – ç.n.
[4] Nörobilimlerde “default mode network” (DMN) olarak bilinen “varsayılan mod ağı”, beynin hayal kurarken, anıları düşünürken aktif olan ve hem duygusal ve toplumsal süreçleri hem de yaratıcılığı güçlendiren bir bölümüne verilen isimdir – ç.n.

* Aude Lorriaux’nun “Comment Instagram tue notre expérience contemplative” başlıklı yazısından kısaltılarak Ufuk Uraz tarafından e-skop için çevrilmiştir.