Ana SayfaYazarlarAbdulmelik Ş. BekirÖnce Rojava sonra Ankara: Jeffrey’nin ziyaretleri ne anlama geliyor? – Abdulmelik Ş. Bekir

Önce Rojava sonra Ankara: Jeffrey’nin ziyaretleri ne anlama geliyor? – Abdulmelik Ş. Bekir

31 Mart yenilgisiyle ortaya çıkan politik atmosfer karşısında sarsılan Erdoğan’ın yapacağı her açılım, atacağı her adım başını epeyce ağrıtacaktır. Hem içeride hem dışarıda kendi eseri olan yönetilemez bir tablo ile karşı karşıya Erdoğan. Artık Erdoğan döneminin kapanıp kapanmadığı söz konusu değil, ne kadar sürede ve nasıl kapanacağıdır mevzubahis olan.


Abdulmelik Ş. Bekir


ABD Başkanı Donald Trump’ın Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey, Ankara’da iki gün süren bir ziyaret gerçekleştirdi.

Jeffrey daha önce olduğu gibi Türkiye’ye gelmeden Kuzey ve Doğu Suriye Yönetimi ile görüşmeler gerçekleştirdi.

Tüm bunlar 31 Mart seçimlerinin ardından Ankara’dan Wahington’a giden dört ayrı heyetin temaslarının ardından gerçekleşti. Bunlara S-400 ile F-35 dilemması ve bu bağlamda yapılan görüşmeleri de ekledikten sonra ortaya çıkan fotoğrafı, Suriye odaklı yeni bir gelişmenin hızlanması olarak okuyalım.

Jeffrey’nin Ankara temasları sürerken Trump ile Erdoğan telefonda görüştü ve akabinde Trump’ın Temmuz ayı içerisinde Türkiye’yi ziyaret edeceği haberi basına yansıdı.

31 Mart seçimleri sonrası trafiğin hızlanacağı beklenen bir durumdu. Önümüzdeki haftalar ve aylarda daha da yoğunlaşacağı aşikar.

Kapalı kapılar ardında nelerin tartışıldığı ya da oldukça çetrefilli ve muğlak olan sürecin sonunda neyle karşılaşacağımızı şimdiden kestirmek mümkün olmasa da var olan verilerden yola çıkarak bazı tespit ve değerlendirmeler yapmak mümkün.

ABD ile Rusya arasında ‘sıkışan’ Türkiye

Öncelikle taraflar arasında gerçekleştirilen hiçbir şeyin sadece iki tarafın mutlak iradesine bağlı olmadığını bilmek gerekir. Kimisi çok kimisi az ancak Rusya, İran ve Esad rejimi bir yandan; İsrail, Fransa, İngiltere, bazı Arap ülkeleri ve Kürtlerin öte taraftan etki ettiği bir denklem söz konusu. Kuşkusuz iki taraf açısından da pozisyonu en muğlak ülke Türkiye.

AKP iktidarı 2016 yılından beri iki taraf arasında denge siyaseti yürüterek pozisyonunu güçlendirdiğini varsaydı, ancak gelinen aşamada yukarıda belirtilen tüm aktörler arasında durumu en fazla zayıf olan ülke konumunda Türkiye var.

Biraz daha açıklamak gerekirse 31 Mart seçimlerinden yenik çıkmış, iktidar ve ortağı tarafından bırakalım ülke içindeki sosyolojik yarılmayı partisinin içinde dahi ciddi çalkantıların yaşandığı bir iktidar.

Ülke ciddi bir ekonomik kriz yaşıyor ve krizi aşmak bir yana iç ve dış siyasette atılan her adım ekonomik alanda anında yansımasını buluyor. Ayrıca 2 Nisan itibarıyla komşu İran’a yönelik ambargo muafiyetinin yaratacağı ek basınç söz konusu.

Dış politikada bir prangaya dönüşen S-400 alımı nedeniyle Washington tarafından uygulanacağı belirtilen yaptırım tehditleri adeta Demokles’in kılıcı gibi ekonominin üzerinde sallanıyor.

Önemli bir enerji tedarikçisi olan İran ambargosunun alternatifi olan Körfez ülkeleriyle Sünni alemin Sultanı olma iddiasıyla çıkılan yolda neredeyse düşman haline gelinmesi ayrı bir konu. Geçen hafta Birleşik Arap Emirlikleri vatandaşı iki kişinin tutuklanması ve bunlardan birinin cezaevinde intihar ettiği iddiası ilişkilerin düzeyini göstermesi açısında oldukça çarpıcı.

Yine İhvan atına binerek çıkılan Sultanlık gazasının Irak, Suriye, Mısır, Sudan ve Libya’da ürettiği sonuçlar malum. Ne at ne de sahibi şimdiye kadar murat edilene ulaşmak bir yana neredeyse Arap dünyasıyla tüm ipler kopmuş vaziyette.

İhvan örgütü Arap dünyasını domine eden devletler tarafından “terör örgütü” ilan edildi. Bir birkaç gün önce Mısır Devlet Başkanı Sisi’nin ABD ziyareti ardından Trump’ın İhvan’ı terör örgütü listesine almaya ve yaptırım uygulamaya hazırlandığı basına yansıdı. Ardından Beyaz Saray hazırlıkları doğruladı. Bu, Arap aleminin sultanı olma yolunda elde kalan İhvan hamiliğinin başa yeni dertler açtığının habercisi.

Halk Bank davası, Zarraf dosyası artık vaka-ı adiyeden sayılır ama Jeffrey’nin karşısına oturan muhatapların muzdarip olduğu konular yine de.

Bir de S-400 meselesinin sadece Washington’la ilgili olmadığı NATO’yu da ihtiva ettiğini hatırlatarak resmin çok daha büyük ve maliyetinin de o oranda yüklü olduğunu akılda tutmak gerekir.

Bu ajanda ile Ankara ya da daha doğru tabirle Erdoğan, ABD’den yukarıda sayılan konuların bir kısmında muafiyet bir kısmında ise kendi politikasına gelerek destek vermeyi talep ediyor. Yani;

  • ABD’nin Kürtlerden desteğini çekmesi
  • ABD’deki yargıya konu olan dosyaları kapatması
  • İran ambargosundan belli bir oranda muafiyet
  • Suriye politikasında kontrolünde tuttuğu alanlarda mevcut pozisyonunu korumasına destek
  • Arap ülkelerinde İhvanlı ya da İhvansız önünün açılması

Bunun karşısına ise ABD, kuşkusuz S-400’lerden vazgeçmeyi yani Türkiye jeopolitiğinin Rusya hegemonyasına açmaktan geri durmayı koyuyor. Elbette İran’a karşı geliştirilen kampanyaya belli bir oranda tadil olma kabulü ve Rusya ile ilişkilere yeni bir balans tartışmasız.

Terazinin kefeleri arasında ağırlık yönünde ciddi bir dengesizliğin olduğu fotoğraftan görülüyor. Fotoğraflardaki dengesizliğe bir de ABD’nin hegemon olmaktan ileri gelen gücünü de katalım. Yani öyle iç kamuoyuna söylendiği gibi çok diklenecek bir vaziyette değil Ankara.

Elbette iş bununla da bitmiyor. Türkiye’nin ABD ile el sıkışmasının kazandıracaklarının yanı sıra bir de kaybettirecekleri var. Zira öte taraftan Türkiye’yi mevcut pozisyonda tutmak için kılı kırk yaran ve Suriye meselesinde Erdoğan lehine sürekli alttan alan bir Rusya ve adeta bağrına taş basan İran ve Esad rejimi var. Washington ile olası bir anlaşmada Rusya’nın da ABD kadar olmasa da masaya süreceği zengin bir ajandası mevcut. Nitekim Ankara-Washington temaslarının hızı ile İdlib’de hava saldırıları neredeyse aynı dalga boyunda seyrediyor. Ekonomik ilişkiler, Kürt kartı, uçak meselesi başta olmak üzere eski ve yeni defterleri karıştırabilir.

31 Mart yenilgisiyle ortaya çıkan politik atmosfer karşısında sarsılan Erdoğan’ın yapacağı her açılım, atacağı her adım başını epeyce ağrıtacaktır. Hem içeride hem dışarıda kendi eseri olan yönetilemez bir tablo ile karşı karşıya Erdoğan. Artık Erdoğan döneminin kapanıp kapanmadığı söz konusu değil, ne kadar sürede ve nasıl kapanacağıdır mevzubahis olan.

“Türkiye İttifakı”yla aşma çabası çok dahiyane görünmekle birlikte içeride yaptığı ortaklıklar ve yarattığı politik ve sosyolojik atmosfer nedeniyle mümkün değil. Dış politikada da Rusya ve ABD’den yana tercih yapmak aynı düzeyde yine Erdoğan’ın eseri olarak çok zordur. Orta yolu şahane olurdu ama bu da Erdoğan’ın elinde değil. Denklemdeki güç asimetrikliği bunu imkansız kılıyor. Netice itibarıyla Erdoğan yine de orta yol bulmayı yani imkansız olanı deneyecektir. Zira başka çaresi yoktur. Bu da ne ABD’yi ne de Rusya’yı tatmin etmez ve var olan ikili baskı farklı dozlarda devam edecek.

Demokrasi defteri bizatihi Erdoğan tarafından dürüldüğü için yer yer bazı yumuşamalara gitse de iktidarını sürdürmek için baskıcı yöntemini sürdürmesi en güçlü seçenek olarak zuhur ediyor. Bu gidişatın sonu ise Erdoğan iktidarının içine girdiği erime sürecinin hızlanması ve nihai olarak Türkiye gündeminden çıkmasıdır.

‘Kürtlerle yeni bir süreç’ tartışması

Jeffrey’nin temaslarını kritik kılan diğer önemli bir husus ise Ankara’ya gelmeden önce Kuzey ve Doğu Suriye yönetimiyle temaslarda bulunması.

Bu taraftaki görüşmelerin de ana odağı yılan hikayesine dönen güvenli bölge meselesidir. ABD bu bölgede Türkiye ile DSG’yi ne kadar ve ne düzeyde buluşturabileceğinin yollarını arıyor.

DSG’nin Türkiye’nin askeri olarak bu bölgede olmasına karşı olduğu biliniyor. Bir hafta önce DSG Genel Komutanı Mazlum Kobani basına verdiği demeçte bunu açıkça ifade etti. Sahadan gelen bilgiler de bunu teyit ediyor.

Ancak Türkiye’nin ileri sürdüğü güvenlik iddialarının ABD tarafından giderilmesi için farklı formüllere bir düzeyde rıza gösterebilirler. Fransa, ABD ve İngiltere’nin yer aldığı bir formülde sınır boylarında küçük bir birim Türkiye gücünün olması bir formül olabilir. Kuşkusuz bu durumda Afrin’e kadar uzanan hatta Kürtlerin pozisyonu da yeni bir değerlendirmeyi gerektirecektir.

Bu bağlamda Türkiye içerisinde de Kürtlerle yeni bir süreç başlayabilir mi tartışmaları kimi çevrelerce bir opsiyon olarak tartışılıyor. Kürtleri artık Irak, İran, Suriye ve Türkiye Kürtleri şeklinde ele almak, “bir kısmı ile savaşırım bir kısmı ile geçinirim” politikası kimseye yarar sağlamaz. Türkiye bizzat Rojava ve Federal Kürdistan bağımsızlık referandumuna yönelik tutumu ile bunun imkansız olduğunu ortaya koydu. Kürtlerin de böyle ele aldığına ise birkaç ay önce Şeladize’de Türk üssüne yönelik kalkışma sadece bir örnek.

Bu temelde bakıldığında ve ABD’nin bölgesel politikaları yönünde Kürtlerle Türkiye’yi asgari müştereklerde ortaklaştırma isteği bir arada değerlendirildiğinde Kürtlerle yeni bir süreç tartışmaları anlaşılır. Teyitli olmamakla birlikte ABD’nin bunun için DSG’ye telkinlerde bulunduğu basına yansıdı. Jeffrey’nin iki taraf arasında mekik dokumasından da benzer anlamlar çıkarılabilir.

Kürtler ile Türkiye arasında bir ortaklaşmanın akli nedenlerini sıralamak oldukça kolay. Ancak böylesi bir gelişme teorik olarak mümkün olmakla birlikte oldukça zor. Bunun temel nedeni de yine Erdoğan’ın tarz-ı siyasetinin kendisi. İçeride oluşturduğu atmosfer, giriştiği ortaklık ve son yıllarda yürüttüğü politikayla kendini öyle bağladı ki adım atacak mecali kalmadı.

Erdoğan döneminin bittiğini ifade ederken de tam bu durumdan bahsediyoruz. Yani elini ayağını bağladığından kendisinin attığı kördüğümleri çözmesini beklemek naiflik olur. Bir opsiyon olduğundan, tercihi durumunda Türkiye’nin iç siyasetini etkilemesi kaçınılmaz.

Cenevre yolunda yeni yol haritası

Jeffrey’nin temaslarını kritik kılan diğer önemli bir husus ise Ankara’nın ardından Cenevre’ye uçuyor olması.

Burada Suriye Dostları Küçük Grubu’nu oluşturan Fransa, Almanya, İngiltere, Mısır, Suudi Arabistan, Ürdün ve Birleşik Arap Emirlikleri temsilcileriyle bir araya gelecek. Namı diğer alternatif Astana.

Bu zirvenin temel gündemi Birleşmiş Milletler’in 2012 yılında Suriye’de siyasi süreci geliştirmek için aldığı 2254 sayılı Genel Kurul kararı.

Jeffrey’nin Ankara’dan dönüşte aldığı notların zirve için önemi büyük. Türkiye ile sağlanan gelişmeler ışığında Cenevre yolunda yeni yol haritası çizilecek.

Jeffrey’nin Ankara’da iken Trump’ın Türkiye’ye geleceği haberi belli bir mutabakatın sağlandığına yorumlanabilir ancak yeterli bir veri olmadığı da açık.