Ana SayfaÖzelHayat çakıllarla dolu bir yol – Esma Özlen

Hayat çakıllarla dolu bir yol – Esma Özlen


Esma Özlen


“Yaşamak acı çekmektir, hayatta kalmak bu acıda bir anlam bulmaktır.”[1]

Hayat, çakıllarla dolu bir yol. Biz de bu yolu, çakılına rağmen aşmaya çalışırız. Bunun için de en başta kendimizi, ne istediğimizi, yola kimlerle çıktığımızı ve bu yolda ilerleyebilmek için ihtiyacımız olan şeylerin neler olduğunu bilmek zorundayız. Yoksa kaybolup gideriz. Bu kayboluşlar, bizi kendiliğimize geri döndürecek güçte olmalı. Kendi varlığımızı yeniden keşfettiğimiz bir serüvene dönüşmeli. Neden kaybolduğumuzu yaşadığımız karşılaşmalar üzerine düşünerek öğrenebiliriz. Hayatın tesadüflerden ibaret olduğunu düşünen biri bu karşılaşmaları kendi lehine iyi örgütleyebilir. Kader olduğunu düşünen biri ise başına gelenlerin önceden belli olduğuna inanır ve yaşadıklarından kendini değil yüce bir gücü sorumlu tutar.

Alman filozof Nietzsche’ye göre kader, hiçbir zaman kendi potansiyelimi gerçekleştirmemin önünü tıkayacak, eyleme kudretimi azaltacak, benim kendim olmam yönünde, yaşadığım acıları yadsıyacak, değiştiremeyeceğim şeylere isyan edecek bir hükme sahip değildir. Onda kader daha çok, yaşadığım her şeyi kucaklamam gerektiği anlamını taşır. ‘İnsan kaderini sevmelidir,’ der Nietzsche. Zira “belki de seninki en iyisidir!” İnsanın yaşadığı her şey onun bir parçasıdır. İnsan bu yüzden yaşadıklarının toplamıdır.

Hayat dediğimiz yer tüm varoluşumuzu içinde topladığımız yerdir. Herkes bilir, bir gün hayat biter. Başka bir deyişle tüm yaşadıklarımız alabora olur. Henüz alaboraya yakalanmamışken bu hayatı nasıl yaşamak istediğimize karar vermeliyiz. Neyi gerçekten istediğimizi bilmeli, nitelikli ilişkiler kurmalı ve kendimizi tanımalıyız. Peki, insan bunca kalabalığın içinde kendini nasıl tanır?

Nietzsche, Böyle Buyurdu Zerdüşt kitabındaki “Üç Dönüşüm Üzerine” adlı bölümde üç tip insandan bahseder. Bu üç tip sırasıyla sürü insanı, nihilist ve üstinsandır. Toplumdaki çoğunluğu oluşturan, sürü insanıdır. Bu tipteki insanlar kendi kaderlerini tayin edemezler. Başka bir deyişle, kendi yaşamlarını diğerlerine göre belirlerler. Zira onları rahatlatan şey, kendisine benzeyen inanlarla aynı çevrede bulunmaktan geçer. Zaten sürü insanı da gücünü, onlardan alır. Sürü insanı güçsüzdür. Başkalarının güçsüzlükleri onları rahatlatır. Herkesle eşit olduklarını düşünürler. Yalnız kalmaktan korkarlar. Maruz kaldıkları şeyi oldukları gibi kabul ederler. Sürü insanının kendisi olmak gibi bir derdi yoktur. Birileri ona kim ve ne olduğunu söyler. Kısaca sürü kendine tehdit oluşturabilecek eylemleri kötü olarak damgalar. Vahşi hayvanları ehlileştirmek için onların vicdanlarına seslenir. Vicdan azabı ve suçluluk duygusu yüce bir değer değil, sürünün kendini korumak için yırtıcı hayvanı ehlileştirmek yolunda onun içine ektiği içsel azaptır. Bir iktidar tekniğidir. Nihilist, sürüden ayrılmayı başarmış, kendini anlam dünyasından yoksun bırakmış fakat gücü yine de yeni değerler yaratmaya yetmeyendir. Evet, nihilizm aşaması kişinin kendisi olmak için ilk hamle yaptığı momenttir. Başka bir deyişle, insan değer oluşturmak için harekete geçer ama yine de bunun ötesine geçmek için mevcut varoluşunu aşacak yaratıcılıkta henüz değildir. Bu nihilizm aşamasından sonra gidilecek yer Nietzsche’nin üçüncü tip olarak ele aldığı üstinsandır. Yeni değerler yaratma gücü ancak ona mahsustur. Bir insanın üstinsan olması demek, yaşamını olumlaması, kendi değerlerini yaratması ve bu anlamda da özgür olmasıdır.

Burada yaşamı olumlamak, insanın kendini tanıması, kendi olması yolunda karşılaştığı acının tarifi için önemlidir. Acıyı yaşamında olumlayabilmeyi başarmış, başka bir deyişle, acıyı yaşama karşı bir itiraz olarak görmeyi bırakmış kişiler ancak acı çekmeyi olumlu bir duyguya denk düşecek karşılaşmalarla örgütleyebilirler. Zira bilirler; acı, insanın kendisi olması için yaşamın gerekli bir parçasıdır.

Yaşadığımız çağ bizi kendi acılarımıza o kadar uzaklaştırdı ki, nerde acı ile kıvranan birini görsek, bunu zayıflığa yoruyoruz. Ve o kişinin hayatı fazlasıyla dramatize ettiğini düşünüyoruz. Hoş, acı çekmenin ne demek olduğunu biliyor muyuz? O da müphem. Kuşkusuz ki, hayatta acı çekmeyi kendimizi fark etmenin bir ön koşulu olarak gördüğümüz süre zarfı içerisinde acının bize neler kattığını, bizi nasıl olgunlaştırdığını, gökteki aydınlığın elimize düşürdüğü yıldızları sayarak öğreneceğiz.


[1] Friedrich Nietzsche, Hayat Dediğin Nedir Ki?, Zeplin Yayınları, Çev: Erkan Aslan, s.38

Yazarın diğer yazıları:

Ümitvâr bekleyişimiz – Esma Özlen

Previous post
Vali açıkladı: Hasankeyf 'güvenlik' çemberine alınıyor
Next post
G7 Zirvesi protestolarında onlarca gözaltı