Ana SayfaYazarlarAbdulmelik Ş. BekirUruk’un laneti, Irak’ın geleceği ve kuyruğunu ısıran leviathan – Abdulmelik Ş. Bekir

Uruk’un laneti, Irak’ın geleceği ve kuyruğunu ısıran leviathan – Abdulmelik Ş. Bekir


Abdulmelik Ş. Bekir


Devlet olgusunun ilk olarak ortaya çıktığı mekan olan Uruk’tan adını alan Irak’ta ulus devletçilik bir türlü dikiş tutmuyor. Dikiş tutmaması sadece Irak’ın ulus devletçilik dönemine tekabül eden 20. yüzyılla sınırlı değil, devlet olgusunun zuhur ettiği günden itibaren bu böyle. Tarihin birçok ilkine beşiklik eden topraklar Sümer, Akad, Babil ve Asur’dan beri gerek kendi yarattığı canavarlar gerekse dünya imparatorluğuna soyunan tüm istilacı güçlerin ilk hedef ve savaş alanı oldu. Her seferinde de yerle bir edilerek tarumar edilmekten kurtulamadı.

Ebelik ettiği devlet organizasyonu en büyük laneti haline gelen Irak, bin yıllardır yarattığı canavarın birinci derecede kurbanı olageldi. Yetmedi dünyaya armağan ettiği canavar İngilizlerin mimarlığında ulus devlet leviathanına dönüşerek Nietzsche’nin deyimiyle adeta ‘halkların ölümü’ ve dahi katili haline geldi. Yeni versiyonuyla 20. yüzyıl boyunca en fazla da Irak’ta halkların ölümü oldu.  Belki de tarihin bir cilvesi olarak leviathan dönüp dolaşıp çıktığı yerde ölümünü arıyor. Ölümünü ararken de halkların ölümü olmaya devam ediyor.

İngilizler tarafından halkların hilafına ve coğrafyanın gerçeklerine aykırı olarak, emperyalizmin çıkarları doğrultusunda yapay bir ulus devlet olarak inşa edilen ülke hiçbir zaman bu aşıyı kabul etmedi. İngilizler 1932 yılında bu yapay devletin bağımsızlığını kabul ve ilan etse de ipleri hiçbir zaman elinden bırakmadı. Çok renkli, çok etnikli, çok kültürlü ve inançlı olan bu coğrafyanın ulus devlet zihniyeti gereği homojenleştirme çabaları yüz binlerce insanın katledilmesine, Halepçe-Enfal gibi soykırımlara şahitlik etti.

Dünyanın en zengin yeraltı kaynaklarına ve tarihi zenginliklerine sahip olmasına rağmen birkaç yılda bir darbe ve suikastlarla iktidarları mütemadiyen değişen Irak’ta halklar hiçbir zaman barış, huzur ve istikrar yüzü görmedi. 8 yıllık İran ile savaşta ölen 300 bin kişinin kaydı bile tutulmamışken, 1991 yılında Birinci Körfez ve 2003’te İkinci Körfez savaşları ardından yeni bir sürece girdi. Farklı format ve çabalarla bir arada tutulmaya çalışılan Irak’ın Sünni mezhepçilik gömleği yerine Şii mezhepçiliği gömleğini giydirmesinin de çare olmadığı görüldü. 2014 yılında ortaya çıkan DAİŞ’in saldırıları karşısında tekrar tarumar oldu.

Bir zamanlar 72 milletin dibinde toplandığı Babil Kulesi’nin yerinde tabiri caizse şimdilerde 72 devletin istihbaratı, vekil güçleri ve çok uluslu şirketlerinin cirit attığı bir coğrafya. Leviathanın gayrı meşru veledi DAİŞ’in yerle bir ettiği Irak’ın ulus devlet kimliği yine derin bir krizle karşı karşıya. Bunca elin işin içinde olduğu bir yerde krizin aşılması pek mümkün değil. İran-ABD, İran-Türkiye, İran-Arap ülkeleri, Türkiye-Arap ülkeleri, Arap-Kürt çekişme ve rekabetinin iç içe geçtiği Irak’ta hali hazırda en kritik nokta ABD-İsrail ile İran arasında savaş düzeyine dayanan rekabet olmaktadır.

İran tarih boyunca Şii nüfuzu nedeniyle Irak’a kendi arka bahçesi olarak baktı. Ortadoğu’da ulus devletçiliğin ikinci mihenk taşı olan İran’ın bundan vazgeçmesi de mümkün değil. Adeta savaşını bu topraklarda vermektedir. Öte yandan ekonomik ve hegemonyası için ABD, güvenlik gerekçeleriyle İsrail var. Her güç de Irak’ı taraf belirlemeye ve kendi safına geçmeye zorlamaktadır. Bu kavgada tarafların avantaj ve dezavantajları var. Lakin ev sahibi, iki taraf karşısında da hepten dezavantajlı. İran, ideoloji haline getirdiği Şii mezhepçiliğine dayanarak önemli bir nüfuz sahibi. Özellikle Irak Baas rejiminin 2002 yılında yıkılması ve ABD’nin ülkeden çekilmesiyle adeta tek söz sahibi haline geldi.

Irak’ta yönetime gelen hiçbir gücün İran’ı görmezden gelmesi kolay değil. Öte yandan son imparator ABD ve İngiltere ve İsrail var. Merkezi hükümetin bunu da göz ardı etmesi mümkün değil. Çıkarları yüzde yüz birbiriyle çatışan iki gücü dengelemek ve memnun etmek gibi grift bir krizle karşı karşıya. Ayrıca Irak’ta tarafları dengeleyecek ya da rest çekecek ve yeni bir çözüm ortaya koyacak düzeyde siyasi bir yapılanma, hareket ve otorite de görünmüyor. Bu da kaderi pamuk ipliğine bağlı iktidarın çok hızlı gelişen siyasi, askeri gelişmeler karşısında dikiş atma ihtimali demek.

İran ve ABD ile ortaklarının rekabeti sürdükçe yeni kurulacak iktidarların da akıbetinin aynı olacağı neredeyse kesine yakın. ABD ve İran arasındaki gerginlik sahada adı konulmamış bir savaşa dönüştükçe kriz atakları sıklaşıyor. Resmi olarak üstlenilmese de taraflar çeşitli metotlarla birbirlerinin hedeflerini yokluyorlar. ABD saldırılardan İran ve kendisine bağlı Haşdi Şabi’yi suçlarken, İran ise Haşdi Şabi hedeflerine yönelik saldırılardan İsrail ve ABD’yi itham ediyor. İki taraf da varlığı yokluğu belirsiz Irak Merkezi Hükümeti ve Başbakan Adil Abdulmehdi’yi sıkıştırıyor.

Abdulmehdi treni yolda tutabilir mi bilinmez ancak bu yönde çabaları var. Geçen hafta bu gündemle İran’ı ziyaret ettiği ve Haşdi Şabi’nin denetim altına alınması talebini Tahran’a ilettiği Arap basınına yansıdı. Irak hükümetinin şimdiki politikası bu savaşa taraf olmama yönünde. Dolayısıyla İran’ın Haşdi Şabi gibi vekil güçlerin ülke içinde ve dışında ABD ve İsrail’e karşı kullanılmasından imtina etmesini istiyor. Daha geniş perdede Irak’ta Sadır hareki gibi önemli Şii aktörler de İran’ın ülkede askeri olarak bu düzeyde güç kazanmasından rahatsız. Suudi Arabistan ve diğer körfez ülkelerinin de dürtüklemesiyle Şii mezhepçiliğinden ziyade Arap milliyetçiliğini önceleyen bu eğilim tüm yabancı güçlerin ülkeden çıkarılmasını dillendiriyor.

ABD’nin görmezden geldiği İran ve Haşdi Şabi hedeflerinin İsrail tarafından vurulmasına karşı Tahran’ın bastırmasıyla Abdulmehdi hükümeti Irak hava sahasının izinsiz kullanılmamasına dönük iki hafta önce karar çıkararak duyurdu. ABD öncülüğündeki DAİŞ’e Karşı Uluslararası Koalisyon kararı uyacağını duyurdu. Irak’ın şimdilik hali hazırda kendi hava sahasını denetleyecek kapasiteye sahip olmadığı biliniyor. Havada söz sahibi ABD. Abdulmehdi hava sahasına ilişkin kararına ABD’nin uymayı açıklaması, aynı zamanda bu karara dayanarak Türkiye, İsrail ve İran’ın ihlalleri nedeniyle kevgire dönen hava sahasını denetime almak için kullanabilir.

Sahadaki gerçekliğe bakıldığında ne İran ne de ABD bu ülkedeki ekonomik ve askeri varlığından vazgeçecek gibi değil. İran, Haşdi Şabi güçlerinin yasal çerçeveye alınmasına ikna ancak yapısını olduğu gibi korunmasını dayatıyor Bağdat’a. Bunun üzerinden de Irak’ta ciddi bir askeri güç olmayı tasarlıyor. Ki birçok veri işlerin bu yönde gittiğine işaret ediyor. Zira Irak hükümeti, İran’ın hem Şiiler üzerindeki nüfuzu hem kendisine bağlı sivil ve askeri yapılar hem de ülkedeki ekonomik gücü nedeniyle çaresiz. Aynı şekilde ABD’yi görmezden gelmesi zaten imkansız. Dolayısıyla Irak’ın bu krizden çıkmasının herhangi bir yolu görünmüyor.

Dış güçlerden kaynaklı krizlerin yanı sıra Kürt-Arap ilişkileri de referandum sonrası belli bir yumuşama ve diyalog olsa da önemli bir sorun alanı olarak duruyor. Abdulmehdi, Federal Kürdistan Bölgesi’ne yönelik yeni bir yaklaşım gösteriyor gibi gözüküyor. İhtilaflı bölgeler başta olmak üzere sorunların anayasal çerçevede çözümünden yana irade beyanında bulundu. Şimdiye kadar iyi niyet beyanından öteye geçmedi. Sürekli bir araya geliniyor ve bazı komisyonlar kuruluyor ancak pratikte bir ilerleme yok. Buradaki fay hattının oldukça oynak olduğu biliniyor. Şimdilerde dinmesinin tek sebebi ABD faktörüdür. Zira Federal Kürdistan Bölgesi, Şii iktidarının ve dolayısıyla İran’ın gücünü dengeleme ve sınırlandırmanın en önemli aracı. Ancak pratikte gelişmelerin olmaması ABD-İran kaynaklı dışsal krize içerden de merkezi ve bölgesel hükümetin ya da daha doğru tabirle Kürt-Arap krizinin eklenmesi yüksek ihtimaldir.

ABD-İran denklemi kadar olmasa da Türkiye’nin politikaları diğer bir gerginlik kaynağı. Şimdilerde gündemden düşse de Türkiye’nin Suriye politikasının aynısını Irak Sünnileri üzerinden Irak için de uyguladı. Türkiye’nin Başika ve Federal Kürdistan Bölgesi’nde çok sayıda askeri üssü ve hali hazırda KDP’nin desteğiyle PKK’ye karşı sürdürdüğü operasyonlar var. Irak, Ankara’nın politikalarına yönelik zaman zaman rahatsızlıklarını ifade etse de bu genellikle açıklamalarla sınırlı kaldı. Bu yılın başından itibaren Türk mallarına karşı bazı ambargolar konuldu ancak bunun da ne kadarının Irak hükümetinin kararı ne kadarının İran’ın talebi olduğu belirsiz. Dolayısıyla Türkiye’nin egemenliğini yok sayan politikalarına karşı da çaresiz.

Toparlayacak olursak Irak’ın çokça bahsedilen toprak bütünlüğünün yerinde yeller esiyor. Egemenliği ise farklı nüfuz alanlarına bölünmüş vaziyette. Esasında hiçbir zaman da olmadı. Bu kadar badireye karşı bundan sonra olması da pek mümkün görünmüyor. İşin ironisi ise Irak’ın yapay toprak bütünlüğünün bizatihi bu konuda ahkam kesen İran ve Türkiye tarafından tarumar edilmesidir. Bunca kronik kriz içinde debelenen Irak’ın bir ulus devlet olarak tekrar belini doğrultması ve ayakta kalması oldukça zor. Uzun bir süredir komada olan Irak bazı güçlerin çıkarları gereği belki ani bir parçalanma yaşamaz ama giderek bir cenaze haline geleceği aşikar.

Devlet yapısının ürediği mekan olan Irak’ın içler acısı hali bu kötülüğün serüveninin çarpıcı bir göstergesi gibi. İlk imparatorun insanların kellesiyle kale inşa etmekle övündüğü topraklarda binlerce yıl sonra imparator yandaşı ve karşıtlarıyla hep beraber çaresiz. Leviathan dönüp dolaşıp doğduğu yere dönerek kendini ısırıp duruyor. Ardından ölümden, kıyımdan, savaşlardan, soykırımlardan ve bilcümle olabilecek tüm kötülüklerden ibaret kirli bir sicille. Belki de Uruk’ta doğan kötü ‘ur’un Irak’ta ölümü yeninin bu topraklarda doğuşunun habercisidir.

Previous post
Türkiye İdlib'de hedef; Akar ve Çavuşoğlu'ndan açıklamalar
Next post
OHAL Komisyonu 126 bin başvurudan 77 binini reddetti