Ana SayfaGüncelYeniden tutuklanan Yüksekdağ ve Demirtaş’ın mahkemedeki savunmaları

Yeniden tutuklanan Yüksekdağ ve Demirtaş’ın mahkemedeki savunmaları

HABER MERKEZİ – HDP’nin eski eş genel başkanları Yüksekdağ ve Demirtaş’ın, yeniden açılan bir soruşturma kapsamında tutuklu yargılanmalarına karar verildi. Demirtaş savunmasında, “Ben bugüne kadar kimseden tahliye istemedim. Siyasi rehine olduğumu biliyorum. Bir gün tahliye talep etmem gerektiğinde ben halkımdan tahliye talep edeceğim” dedi. Yüksekdağ ise “Çıta yükseltilerek, yeniden suç yaratılmaya çalışılmıştır. Hukukta da mantıkta da yeri yoktur” diye savunma yaptı.

HDP’nin eski eş genel başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş hakkında Ankara’da başlatılan “6-7-8 Ekim Kobani olayları” adlı soruşturmada yeni bir gelişme yaşandı.

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı her iki ismin de soruşturmasını yeniden açtı ve ‘jet hızıyla’ tutuklanmaları talep edildi.

Bu soruşturma, tutuklu yargılandığı davada tahliyesine hükmedilmesi akabinde Demirtaş için yapılan mahsupluk başvurusunun kabul edilmesi üzerine, Yüksekdağ’ın tutuklu yargılandığı davanın 27 Eylül’de yapılacak duruşmasının ise öncesine geldi.

2014/46757 sayılı soruşturma dosyasında Yüksekdağ ve Demirtaş tutuklama talebiyle 1. Sulh Ceza Hakimliği’ne sevk edildi.

Her iki siyasetçinin yaptığı savunmaların ardından kararını açıklayan mahkeme, Demirtaş ve Yüksekdağ’ın tutuklu yargılanması kararı verdi. Söz konusu karara HDP ve hukukçulardan tepki geldi.

Mezopotamya Ajansı ise bu sabah abonelerine servis ettiği haberinde, Yüksekdağ ve Demirtaş’ın mahkemede yaptıkları savunmalara yer verdi.

Figen Yüksekdağ’ın savunması

“Üzerime atılı suçlamaları kabul etmiyorum. Soruşturma hakkında hiçbir ön bilgiye sahip değilim. Bu sabah Cumhuriyet Savcısı tarafından aniden SEGBİS aracılığı ile ifadeye çağırıldım. Sorgu öncesi bilgilendirme süreci işletilince de savcı tarafından ifadem alındı. Bu durum usule aykırıdır. 3-4 saat içerisinde tutuklanma talebiyle hakimliğe sevk edildiğimi televizyon aracılığı ile öğrendim. Bu nedenle bu soruşturma hazırlanma biçimiyle ve içeriği ile alenen hükümsüzdür. Hukuk katledilerek bu süreç yürütülmüştür. Bu sürecin bir siyasi operasyon olduğu açık ve nettir.
“Bu soruşturmanın amacı özellikle diğer şüpheli Selahattin Demirtaş hakkında tahliye sürecine girilmiş olması ve ikimizin de tahliye edilmesinin bu şekilde mümkün olmasının önüne geçilmesi hedeflenmektedir. Bu ben ve diğer şüpheli Selahattin Demirtaş’a yönelik yapılan operasyon değil bizimle beraber haklarında işlem yapılan tüm siyasetçi arkadaşlarımıza yönelik siyasi iktidar tarafından yargı kullanılarak yapılmış bir operasyondur.
“Ortada siyasi bir hesap vardır. Hakkımdaki iddia ve bu bize yapılan ikinci operasyondur. Cumhuriyet Savcısının ithamlarının içeriği boştur. Bunlarla ilgili esasa dayalı bir savunma yapma şansım olmadı. Ben Cumhuriyet Savcısına da bizzat dosyalar ve hazırlamış olduğum belgelerle hazırlanarak ifade vereceğimi belirttim ancak tarafıma bu hak verilmedi. Bu soruşturma çürümüş iddiaların yeniden gündeme getirilmesinden ibarettir. Çıta yükseltilerek, yeniden suç yaratılmaya çalışılmıştır. Bu yaklaşımın hukukta da mantıkta da yeri yoktur.”

Selahattin Demirtaş’ın savunması

“Bugün Cumhuriyet Savcısı tarafından tutuklanmam istemiyle Sulh Ceza Hakimliği’ne sevk edilmemin sebebi iktidarın siyasi çıkarlarına ve kendi iktidarını sürdürme çabalarından kaynaklanmaktadır. Şu anda aleni bir şekilde yasa dışı ve hukuka aykırı bir işlem yapılmaktadır. Bana okuduğunuz suçlamalar 4 Kasım 2016 tarihinde Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca zaten tarafıma yöneltilmiş ve aynı suçlama nedeniyle Diyarbakır Sulh Ceza Hakimliğince tutuklanmama karar verilmiş suçlamalardır. Bu suçlamaya dair hakkımda düzenlenen iddianame 06-08 Ekim olayları olarak bilinen süreçte ülke genelinde yaşanmış olan bütün ölüm, yaralanma ve mala karşı suçların tamamı delil olarak dosyaya sunulmuştur. Ankara 19’uncu Ağır Ceza Mahkemesi’nde bu suçlamalara dair sorgum yapılmış, kovuşturma sürdürülmüş, 3 yıla yakın da tutukluluğun bu gerekçelerle devam ettiği, o süreçte devam eden tutukluluğum hakkında dosya Anayasa Mahkemesine, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Alt Dairesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Büyük Dairesi önünde de görülmüştür. Bu süre zarfında gerek Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı gerekse Adalet Bakanlığı’nın AYM ve AİHM’e sunduğu hükümet savunmalarının hiçbirinde bugün Ankara Savcılığı’nın bana yönelttiği suç maddelerinin hiçbirisi mevcut değildir.
“Türkiye’de yargının yürütme erkinin baskısı ve telkini altında politik kararlar verildiği, yoğun bir şekilde kamuoyunda tartışılmaktadır ve bugün bu durum kamuoyunda aleniyet kazanmıştır. AİHM Alt Dairesi 20 Kasım 2018’de benimle ilgili vermiş olduğu kararda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 18’inci maddesinin siyasi amaçlarla ihlal edildiğine ve tutuklanma ile yargılama süreçlerinin muhalefeti bastırmak, demokratik toplum düzenini ortadan kaldırmak amacıyla yapıldığına hükmedilmiştir. Ancak bu karar şu anda büyük daire tarafından yeniden ele alınmıştır. Şu anda iktidar partisinin kamuoyu araştırmalarına göre çok ciddi oy kaybına uğradığı, olası bir seçimi kazanamayacağı ve parlamentodaki çoğunluğunu tümden kaybedeceğini araştırma şirketleri iddia etmektedir. Tam da böylesi bir süreçte 3 yıla yakındır tutuklu olduğum ve yargılama konusu arasında bugünkü suçlamalarında bulunduğu suçlamalardan savunmalarım tamamlanmış olduğu gerekçesiyle tahliyeme karar vermiştir.
“Yine daha önce İstanbul 26’ncı Ağır Ceza Mahkemesi’nce açık politik amaçlarla hakkımda verilmiş olan 4 yıl 8 aylık hüküm nedeniyle cezaevinden tahliye edilmem mümkün olmamıştır. Hem siyasi ortamlarda hem de tüm kamuoyunun gözü önünde Selahattin Demirtaş serbest kalacak mı tartışması yürütülürken bugün sabah saat 10.00 sularında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı konu ve içerik belirtmeden bir soruşturma nedeniyle şüpheli sıfatıyla ifademi almak üzere bana tebligat yapmıştır. Ben cezaevinden yazdığım dilekçe ile avukatlarıma haber verebilmem ve yanımda avukatlarımın da olabileceği bir zamanda ifade vermek istediğimi belirttim. Ancak Cumhuriyet Savcısı 3 defa cezaevini telefonla arayarak benim SEGBİS’e çıkmamı ve bu dilekçede belirttiğim beyanları sözlü olarak ifade etmemin yeterli olacağını belirtmiştir. Bunun üzerine ben de saat 14.00 gibi bulunduğum cezaevinden Savcılığa SEGBİS aracılığı ile bağlandım. O sırada telefonla kendisine haber verilen avukat Kenan Maçoğlu da tüm bunlara tanıklık etti. Ben savcılıktan suçlamaların ciddiyeti nedeniyle delillerini hazır bulundurabileceğim, avukatlarımla da görüştükten sonra ifade verebileceğim kadar kısa bir süre talep ettim. Cumhuriyet Savcısı da ‘elbette ki süreyi size veriyorum, burada bizzat hazır bulunmanızda da bir sakınca yoktur, sadece bugün size suçlamayı okumuş olduk’ dedi. Ben de bu soruşturmanın mükerrer olduğunu, bu konuyu göz önünde bulundurup, bulundurmadıklarını sordum. Savcı da ‘evet ondan haberim var’ dedi. Sonrasında SEGBİS bağlantısı sona erecek ben avukatımdan savcı ile görüşüp makul süre ve uygun bir tarih belirlemesini ve bana da iletmesini bekliyordum ki Edirne’de bulunan avukatım cezaevine gelerek, savcılığın beni tutuklamaya sevk ettiğini söyledi. Ben 3 yıldır cezaevindeyim. Ancak akli melekelerimi yitirmedim. 20 yıllık hukukçuyum, 12 yıl da milletvekilliği yaptım. Böylesi yargı operasyonunun siyasetin telkin ve talepleri doğrultusunda yapıldığını anlayacak kadar deneyimliyim.
“Şu anda yapılan sorgu işlemi bile usule aykırıdır. Aynı tutuklamaya dair mükerrer sorgu yapılması, tutuklu kaldığım bir kovuşturmayla ilgili yeni bir tutuklama talebine karşı savunma yapmam istenmektedir. AİHS’in 18’inci maddesine, AİHS’in 14’üncü maddesine, anayasa eşitlik maddesine, anayasanın herkes kanun önünde eşittir maddesine, Ceza Hukukunun ve Usul Hukuku’nun aynı suçtan dolayı birden fazla yargılama yapılamaz ilkesi ve daha aklıma gelmeyen bir sürü ilkeye aykırıdır.
“Suçlamaların konusuna gelince bu konuda Ankara 19’uncu Ağır Ceza Mahkemesi’nde çok sayıda savunma yaptım ve belge delili sundum. Aynı şekilde Ankara 2’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen ve kamuoyunda Yasin Börü davası olarak bilinen davayla benim davamın birleştirilmesi gerektiği, yargılandığım mahkeme tarafından resen karara bağlanmış, Ankara 2’nci Ağır Ceza Mahkemesi ‘sanık Selahattin Demirtaş’ı davamızın konusuyla alakasının olmadığı, dosyanın hiçbir yerinde isminin geçmediği, dolayısıyla iki dava arasında bağlantı olmayacağı’ gerekçesiyle birleştirmeyi reddetti. Beni yargılayan mahkeme birleştirmede ısrar edince konu Ankara İstinaf Mahkemesi’ne taşınmış ve Ankara İstinaf Mahkemesi birleştirme talebinin reddedilmesi gerekçelerinin doğru olduğu tespitinde bulunarak, birleştirme talebini reddetmiştir. Ancak bütün yargılama süreçleri boyunca iktidar partisinin bütün sözcüleri, eski başbakanlar, bakanların neredeyse tamamı ve iktidara yakınlığıyla bilinen tüm medya organları benim 54 kişinin katili olduğumu, sayısı binleri aşacak defa kamuoyunda tartışmış ve ilan etmiştir. En nihayetinde bugün benim 06-08 Ekim’de katledilen yurttaşlarımızın azmettiricisi olduğum iddiasıyla sizin karşınıza tutuklama talebiyle çıkarmayı başarmışlardır. 6-8 Ekim tarihinde yaşanan olayların üzerinden 5 yıl geçmiştir. Bu 5 yıl zarfında AKP iktidarının partim HDP’ye, şahsıma ve eş başkanımız Figen Yüksekdağ’a yönelik siyasi linç kampanyaları devam etmiştir. Kamuoyunda bizinle ilgili söylenen yalanların, atılan iftiraların hiçbir gerçekliği yoktur.
“Bugün sorgulamaya konu HDP Genel Merkezi tarafından 6-8 Ekim 2014 tarihinde akşam saatlerinde atılan tweetler hiçbir şekilde şiddet çağrısı içermediği gibi şiddetin iması bile yoktur. Zaten 6-8 Ekim şiddet provokasyonları 2 Ekim tarihinde akşam saatlerinde Muş’un Varto ilçesi merkezinde partimizin sempatizanı olan bir gencin polis kurşunuyla katledilmesiyle başlamıştır. HDP Genel Merkezi tarafından atılan tweetler hiçbir yerde ne halkı galeyana getirmiş ne de en küçük bir şiddet olayına sebebiyet vermiştir. Halkın asıl galeyana geldiği saatler HDP’nin tweetleri sonrası değildir. Muş’ta bir gencin öldürüldüğü saatlerin sonrasıdır ve o saat itibariyle de ben ve arkadaşlarım İçişleri Bakanı Efkan Ala ile saat başı sürdürdüğümüz telefon trafiği ile şiddet ve provokasyon olaylarını durdurmaya çalıştık. 7 Ekim tarihi itibariyle kamuoyuna yaptığım bir açıklamada henüz ortada başka bir ölüm ve şiddet olayı yokken bütün şiddet gösterilerini protesto ettiğimizi, kınadığımızı, bizimle hiçbir alakasının olamayacağını, şiddet eylemlerini yapanların sadece provokatör olduğunu ve bunların derhal durması gerektiğini kameraların önünde söyledim. Bunun delilleri yargılandığım dosyada mevcuttur.
“Aynı şekilde ertesi gün de hükümet yetkilileri ile çok yakın temas içerisinde neredeyse her yarım saat milletvekillerim aracılığı ile telefonla yada yüz yüze konuşarak, bu tür provokasyonların nasıl önlenebileceği konusunda hem işbirliği yaptım hem de görüş alışverişi yaptım. Ayın 8’inde hükümet yetkililerince bize şu öneri yapıldı. Dendi ki ‘bu provokasyonların asıl amacı çözüm sürecini bitirmektir’. Çünkü o dönemde barış süreci devam ediyordu, görüşmeler sürüyordu. Biz de hükümetle bu konuda hemfikir kaldık. Hatta yabancı istihbarat örgütlerinin ve devlet içerisinde çöreklenmiş derin yapıların harekete geçmiş olabileceğini birlikte tespit ettik. O günlerde ve o saatlerde ne hükümetten ne de kamuoyundan yaşanan provokasyonların HDP’nin tweetlerinden kaynaklandığına dair hiçbir beyan, görüş veya algı yoktur. Hatta biz de hükümet de HDP’nin yaptığı çağrının etkili olmadığını biliyorduk. Nerdeyse o çağrı unutulmuştu.
“Hedefin çözüm süreci olduğunu düşündüğümüz için de hükümet ‘İmralı’dan Abdullah Öcalan’dan bir mektup getirirsek Selahattin Bey okur ve bunu kamuoyun açıklar mı’ diye milletvekillerimiz Sırrı Süreyya Önder üzerinden bana haber gönderdi. Ben de bu şiddet, terör ve provokasyonların durması için her şeyi yapabileceğimi, buna da hazır olduğumu belirttim. Ayın 9’unda bir gün sonra Adalet Bakanlığı İmralı Cezaevi’ne resmi devlet heyeti göndererek Öcalan’dan da bu provokasyonların durması noktasında çağrı yapmasını istedi. Öcalan’da kendi el yazısıyla kısa bir not yazarak, devlet yetkililerine teslim etti. Adalet Bakanlığı bu mektubun fotoğrafını Whatsapp üzerinden Sırrı Süreyya Önder’e, Sırrı Bey de bana gönderdi. Ben o esnada Diyarbakır’da basın mensuplarını toplamış, çağrıyı tekrarlamaya, şiddetin durmasını istediğimizi belirtmeye ve Öcalan’ın da çağrısını eklemeye hazırlanıyordum. Nitekim o saatte mektup yetişti ve 9 Ekim’de şiddet olaylarını kınadığımızı, durması gerektiğini, Öcalan’ın da mektubunda bunu belirttiğini ifade ederek o mektubu da kamuoyuyla paylaştım.
“Dönemin Hükümeti Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başbakan Davutoğlu dahil herkesle tam bir işbirliği ile uyum içerisinde bu şiddet olaylarının durmasını sağladık. Hükümet yetkilileri bana ve arkadaşlarıma samimi çabalarımızdan dolayı teşekkür ettiler. Bizler de bu tür büyük provokasyonların nereden kaynaklandığını, devlet içerisinde hangi zaafiyetten yararlanarak bu tür kışkırtmaların yapılabildiğinin tespit edilmesi… amacıyla Mecliste çok sayıda araştırma ve soru önergesi verdik. O soru önergelerimizde de açıkça belirtildiği gibi Diyarbakır, Batman, Muş, Van, Mardin ve Gaziantep başta olmak üzere birçok şehirde resmi ve sivil polis gücünün kitleyi kışkırtmak için ciddi provokasyonlar yaptıklarını hem duyumlarını aldık, tanıklarını belirttik, hem de mobese kamera görüntülerini sunduk. Bizim ve hükümetin o süreçteki ortak tespiti buydu. Devlet içerisindeki paralel bir yapı, çözüm sürecini bitirebilmek adına Varto ilçesinde bir genci katlederek provokasyonu tetikledi. Sonrasında HÜDAPAR ve HDP’yi, HDP ile AKP’yi ve bunların tabanlarını karşı karşıya getirebilmek için bütün tarafların sempatizanlarına saldırılar yaptılar. Bakanlar da bu sürecin gözlemcisi ve tanığıdır. Ancak 2015 yılına girdiğimizde 28 Şubat 2015 tarihinde hükümet ile HDP arasında hazırlanıp, Dolmabahçe Sarayı’nda deklare edilen çözüm mutabakatının reddedilerek, inkar edilerek, çözüm sürecinin bitirilmesinin akabinde özellikle benim ismimi zikrederek, 6-8 Ekim’in katili Demirtaş demeye başladılar.
“Bundan bu söylemin kamuoyunda dolaştırılmasından umulan asıl medet 7 Haziran 2015 seçimlerinde beni ve partimi yıpratarak, yüzde 10 seçim barajının altında bırakmaktı. Ancak o tarihte bu başarılmadı ve partim yüzde 13,1 oy alarak parlamentoya gitti. Sonrasında çözüm sürecini tekrar başlatma çabaları sonuçsuz kalınca ve AKP Meclis’te çoğunluğu yitirince beni ve Figen hanım başta olmak üzere partimi yargının hedefi haline getirmeye başladılar. 20 Mayıs 2016 tarihinde Anayasaya aykırı bir şekilde dokunulmazlıklarımız kaldırarak, 4 Kasım 2016 tarihinde 12 milletvekili arkadaşımla birlikte bizi tutuklayıp cezaevine gönderdiler. Benim ve Figen Yüksekdağ hakkında en ciddi suçlama 6-8 Ekim olaylarını kışkırttığımız iddiasıydı ve bu suçlamayla ben 3 yıla yakın tutuklu kaldım. Figen Hanım halen tutukludur. Bu suçlamaların hiç birini asla kabul etmiyoruz. Biz bir tek insanın bile burnunun kanayacağını, insanların zarar göreceğini düşünsek, bırakın çağrı yapmayı seçime bile gitmekten, partimizden vazgeçeriz. İnsanların canı bizim için her şeyden kıymetlidir. Ben ve Figen Hanım bırakın şiddet çağrısı yapmayı az önce özetle belirttiğim şekilde birlikte şiddeti durdurmaya çalıştık. O günlerde bizim altını çizdiğimiz ve benim ismini koyarak paralel yapı dediğim 6-8 Ekim’i kışkırtmak suretiyle çözüm sürecini bitirmeyi hedefleyen derin güçleri araştırma yerine işin kolayını buldular, kendilerince siyasi açıdan ‘ daha karlı’ olanı buldular. Demirtaş’ı, Yüksekdağ’ı ve HDP’yi suçlamayı tercih ettiler.
“O gün için bu yapıyı araştırmaya, soruşturmaya yönelmek yerine sırf seçim kazanmak için HDP’yi yıpratmak için bu yapıyı görmezden gelenler 15 Temmuz 2016 tarihinde hepimize acı bir fatura ödettiler ve bu yapı 15 Temmuz 2016 tarihinde kanlı bir darbe girişimi ile inkar edilemez bir şekilde yüzünü göstermiş oldu. Ama iktidar yine de budan bir ders çıkarmadı. Çünkü siyasi hesapları henüz. bitmiş değil. Demirtaş’ı Yüksekdağ’ı ve bir bütün olarak HDP’yi iktidarlarının selameti açısından tehdit olarak görmeye devam ediyorlar. Bizim halk nezdindeki on milyonlarca insanın yüreğindeki etki gücümüzü ve oluşmuş olan karşılıklı sevgiyi iyi biliyorlar. Türkiye’nin olası erken seçim tartışmalarına başladığı şu günlerde benim ve Yüksekdağ’ın tahliye olup cezaevinden çıkma ihtimalimiz bugün önünüze koyulan siyasi komplo dosyasıyla engellenmek istenmektedir.
“Ben ve bütün partili arkadaşlarım Türkiye’nin birliği, beraberliği içerisinde her türlü şiddet, silah ve baskı yöntemini reddederek, demokratik, Anayasal, barışçıl, siyasi mücadeleyi benimsemiş insanlarız. Benim annem de babam da Kürt’tür. Ben Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı bir Kürdüm. Benim dilim kültürüm yasalarca yıllarca yok sayılmış olmasına rağmen bunun düzeltilmesi mücadelesinde demokrasi yolundan şaşmadım. Halen de demokratik mücadeleye yürekten inanıyor tıpkı partim HDP gibi her türlü şiddeti kınıyorum.
“Türkiye’deki siyasi yargı pratiklerine, muhtemelen birazdan bir yenisini daha ekleyeceksiniz. Şunun bilinmesini isterim bir gün adaletin hukuk eliyle ve hukukun üstünlüğü ile tecelli edeceğine inanarak hapishaneden de demokrasi mücadelemi sürdürmeye devam edeceğim. Yargıyı siyasetin sopası olarak kullanan ve kullandıran herkes dün FETÖ yargısında olduğu gibi yarın da hukuk önünde hesap verecektir. Şunun da hem yargı hem de halk tarafından bilinmesini İsterin ben hapishanede korkarak boyun eğecek, haksızlığa ve zulme, adaletsizliğe sessiz kalacak biri değilim. Allah’tan başka kimseden korkum yoktur. Şu anda hakkımda açılan davalarda siyasi saiklerle yürütülen soruşturmalarda zaten 600 yıldan fazla hapis cezası ile yargılanıyorum. 3 yıl önce tutuklanacağımı bile bile yurt dışından resmi temaslarımı keserek Türkiye’ye geldim. Bugün cezaevinden çıksam bana yurt içi yasağı koyup, zorla yurt dışına atsanız bile gitmem. Türkiye’nin aydınlık geleceği için yapacağımız çok şey var. Bu ülkenin çocuklarına siyasetçiler ve hukukçular olarak çok borcumuz var. Gelecek on yıllarda demiyorum, gelecek bir ve iki yılda herkes bu millet için yaptıkları ile ya övünecek ya utanacak ya mahcup olacak.
“Ben ve partim HDP’yi iktidar yürüyüşünden kimse alıkoyamaz. HDP’nin hedefi ilk seçimde ya tek başına ya da büyük bir demokrasi ittifakı ile iktidar olmak. Bugün yargı ve siyasi güçler tarafından yapılan operasyonlar bunu durduramayacaktır. Yedi milyona yakın seçmenimizi hepsini tutuklamayı başarsanız, hepsini hükümlü hale getirmeyi başarsanız, seçmen olmaktan çıkarsanız bile iktidarın düşüşünü durduramayacaksınız. Dilerim o gün geldiğinde hepimiz alnımızın akıyla milletin huzuruna çıkabiliriz. Çünkü siyasi komplocular ve yargıyı ağır suçlar işlemeye zorlayanlar usul kanunu, Anayasayı, Ceza Kanununu hiçe sayarak yargılama faaliyeti yürütenler mutlaka ve mutlaka yakın dönem demokratik Türkiye’sinde bağımsız ve tarafsız Hâkimler huzurunda hesap verecektir.
“Tarihe not düşsün diye tutanağa geçiriyorum. Ben de müdahil sıralarında olacağım ve bana yapılanları ve kimlerin yaptığını isim isim, tarih tarih, tarafsız bir yargıç heyetine mutlaka anlatacağım. Ben şu anda hapisteyim. Eşime ve kızlarıma, tüm aileme bin 700 kilometre uzaktayım. Ama beni Mars’ta yapılacak özel bir cezaevine de koysanız benim ruhum önümüzdeki sandıktan çıkacaktır. Ben bugüne kadar kimseden tahliye istemedim. Çünkü suçsuz olduğuma yürekten inanıyorum. Siyasi rehine olduğumu da biliyorum. Şu anda bir alt katımda bulunan hücre arkadaşım ve eski Hakkari Milletvekilimiz Abdullah Zeydan yemek hazırlığı yaptı beni beklemektedir. Vereceğiniz karar ne olursa olsun yol arkadaşımla yemek keyfimi bozamayacaktır. Zaten hapishanedeyim, haklıyım, suçsuzum, adaletin gerçekleşeceği günü sabırla bekliyorum. Bir gün tahliye talep etmem gerektiğinde de ben halkımdan tahliye talep edeceğim. Ve eminim ki onlar kurulacak ilk sandıkta benim gibi on binlerce siyasi tutsağın tahliyesine karar verecektir. Söyleyeceklerim bunlardan ibarettir.”
Previous post
Ziya Ataman: 24 Eylül’de gazetecilik yargılanacak, dayanışmanızı bekliyorum
Next post
“IŞİD'in infazcısı” İzmir'de tutuklandı