Ana SayfaGüncelAdir Jan’la “Leyla”sı üzerine: Benim müziğim ‘Kozmopolit Kürdesk’

Adir Jan’la “Leyla”sı üzerine: Benim müziğim ‘Kozmopolit Kürdesk’

HABER MERKEZİ – Yaptığı müziği ‘Kozmopolit Kürdesk’ olarak tanımlayan Adir Jan’ın ilk albümü ‘Leyla’ geçtiğimiz aylarda dinleyici ile buluştu. Jan’ın, 2012 yılında eşcinsel olduğu için babası ve amcaları tarafından öldürülen Roşin Çiçek için yazdığı “Keskesor” isimli şarkı da albümde yer alıyor. Müziğini ve ‘Leyla’sını Yeni Yaşam’dan Neğşirvan Güner’e anlatan Adir Jan’ın röportajını paylaşıyoruz.


Röportaj: Neğşirvan Güner


Öncelikle kendinizi tanıtır mısınız?

Berlin-Kreuzberg doğumluyum. Çocukluğum ve şimdiye kadar tüm hayatım bu şehirde geçti. Fakat memleket hasreti içinde büyüdüm, büyümüşsem eğer. Hayalimde her zaman Bingöl, İstanbul veya Diyarbakır’a yerleşmek vardı ama olmadı. Tabii zaman neler getirir bilemem. Ancak her yerin ve her şeyin getirisi ve götürüsü var. Berlin’in bana göre getirisi burada rahat hareket etmem. En azından toplum baskısı Orta Doğu’da olduğu kadar yoğun değil bana göre. Tabii ırkçılık vb. şeyleri burada da yaşıyoruz. Bu da madalyanın diğer tarafı.

Liseden sonra Latin ve İtalyan filolojisi okudum. Ardından beş yıl üniversitede okutman olarak çalıştım, bunun dışında Berlin’de yaşayan göçmenler için Almanca dersi verdim, on üç yıldan bu yana da çocuk, genç, veli ve öğretmenlere aile içi şiddet ile alakalı eğitim veriyorum. Bunun yanı sıra da müzik etkinlikleri düzenliyorum. Ve tabii ki müzik yapıyorum.

Müzikle olan tanışmanız nasıl oldu?

Hatırladığım ilk şey muhtemelen her çocuk gibi tahta yemek kaşığı ile tencere, tavaya vurmam. Daha sonraları şarkı söylemeye başladım. Operacı olma hayalim vardı ki bugün opera dinlediğim de yoktur doğrusu. Evde aile ve aile dostları için şarkı söylüyor, tiyatro oynuyor, dans ediyordum. Lisede sesim koroya uymuyor diye hoca solo söyletiyordu bana. Beni hâlâ güldüren anılarım da var bununla ilgili.

Aynı zamanda Kürt halk oyunları dersi de aldım bir kaç yıl boyunca. O çevrede tanıştığım güzel bir arkadaşla, Gulêzar’la, amatör ama güzel ruhlu bir müzik grubu kurduk: Perperik, Zazaca ‘kelebek’ anlamına geliyor. Bundan sonra kimse kendim hariç tutamazdı beni. 2008’de ilk bağlamamı aldım (adı Wisar), aldıktan birkaç gün sonra da Sêva Sor’un melodisi çıktı. Gerçekten müzik yapma arzusu sardı beni. Tabii bunda başka etkenler de var. 2013’te hayatımın hem çok zor hem çok güzel bir döneminden geçtim, kalbimin sesini dinledim, kendimce önemli kararlar aldım. 2014’ün başında başladım profesyonel – ki profesyonel ne anlama geliyorsa – müzik yapmaya.

Müziğinizi ‘Cosmopolitan Kurdesque’ terimiyle tanımlıyorsunuz. Bu tanımı biraz açar mısınız?

‘Cosmopolitan Kurdesque’ (Kozmopolit Kürdesk), bana göre dünyanın her yerine ait ve ama Kurdî bir şeyi tanımlıyor. Müziği bir nevi “iş” olarak da yaptığında insanlar tanımlama, yani bir kalıp istiyor duyduğu dinlediği şeyleri kafalarında bir yerlere yerleştirebilmek için. Bu insanın mantıksal doğasında var. Kalbinde var demiyorum. Tabii ki yaşadığım mekândan, yani kozmopolit olan Berlin’den, etkileniyorum. Tabii ki Kurdîyim, istesem de istemesem de. Ve birçok şey daha.

Benim dünyam, birlikte müzik yaptığım canların dünyaları, hepimizin dünyası. Fakat kalp de müzik de bir kalıba veya tanımlamaya giremez. Çünkü müziğe veya herhangi başka bir şeye kalbinle yaklaştığın zaman kalıp diye bir şey kalmıyor zaten.

İlk albümünüz ‘Leyla’ ile progresif-saykodelik rock ve pop müziği altyapısı ile Kürt müziğini birleştiriyorsunuz. Kürtçe’nin Kurmancî ve Kirmanckî lehçeleri dışında Yunanca, Farsça da söylüyorsunuz. Dinleyicilerinizden nasıl tepkiler alıyorsunuz ve yeni eserlerinizde başka dillere de yer vermeyi düşünüyor musunuz?

Leyla’da Kurmancî, Zazakî, Türkçe ve kısmen Yunanca var. Sahnede Soranî, Farsça ve Arapça da okuyorum. Dilleri seviyorum. Hissettiğim bir şeyde kendimi kısıtlamıyorum. Yola böyle çıkmadım ama yolun kendisi böyle devam ediyor, böyle akıyor. Elbette bu yeni eserlerime de yansıyor. Dillerle oynamayı, birbirleriyle harmanlamayı seviyorum. Bundan siyasî, bilimsel veya kültürel olarak hoşnut olmayanlar olabilir ama bununla ilgilenmiyorum. Ben böyle seviyorum.

Ve bununla birlikte ‘kozmopolit’ ve geniş anlayışlı ve yürekli dinleyicilere ulaştığımı düşünüyorum. Konserlerde görüyorum da. Sadece Kürt, sadece Türk gelmiyor. Arapı da, Almanı da, Afganı da, İtalyanı da, Fransızı da, Yunanı da, Brezilyalısı da, Kongolusu da, Hintlisi de Mağriplisi de geliyor. “İnsan” geliyor. Daha ne isteyebilirim ki?

Müzikal bir yeniliğin peşinde olduğunuzu görüyoruz. Bu yeniliğin içinde Kürt müziğini nasıl konumlandırıyorsunuz? Belki de şöyle sormak gerekir; Kürt müziğine yaklaşımınızı farklı kılan ne?

Kürt müziğine yaklaşmıyorum. Kürt müziği içimde var. Bir sürü müzik var içimde. Şivan’ı da dinledim, Sezen’i de. Rençber Aziz’i de, annemleri de. Mihemed Arif Cizrawî yüreğimi nasıl dağlayabiliyorsa Zeki Müren belki o kadar okşayabiliyor, Müzeyyen Senar o kadar sarsabiliyor. O kadar çok güzel ses ve enstrüman icracısı var ki dünyada… Of… Hangi birini sayayım?

Sorunuza cevap vermeye çalışacak olursam şunu diyeyim: Sanırım yeni şeyleri denemekten korkmamak büyük bir avantaj. Bir şeyi mevcut haliyle seversin o başka. Ben de seviyorum. Ama bir şeyi sadece birileri öyle demiş veyahut yapmış diye putlaştırır veya tabulaştırırsın o başka. Neden sadece bir şeyi seveyim ki? Aşk her yerde. Eskiyi unutmadan, onu da içine çekerek, istediğinde ve hissettiğinde yaşayarak ancak, yeniye ve yeniliğe yönelik kendini sınırlamadan ve sınırlandırmalara izin vermeden açık ve rahat olmak lâzım. Hepsi bu.

Albümünüzdeki eserlerinizin çoğunda aynı zamanda bir hikaye anlatımı var. Dengbêjlik ve yaptığınız müzik arasında bir bağ kurabilir miyiz?

Çok zor bir soru. Çünkü dengbêjlik kendi içerisinde o kadar çok şey barındırıyor ki. Büyük bir mertebe yani. Sanırım stranbêj daha isabetli olur?

Ancak şunu diyebilirim: Bir şekilde hikâye anlatıyorum, evet. Yani şimdiye kadar hayatın içinden çıkan konulara değiniyorum. Bu dengbêj, hozan ve aşık dinlemenin etkisi midir, salt toprağın etkisi midir, yoksa sadece kalpten gelen bir şey midir bilemem.

Albümünüzdeki eserlerde acı, keder ve kayıplara göndermeler var. Genel temaya baktığımızda hepsi sonunda ‘Aşk’a bağlanıyor. ‘Aşk’ın sizin için nasıl bir tanımı var?

Tanımı varsa bana söyleyin lütfen. Nasıl bir şey bu? Acayip, manyak bir şey. İnsana, evrene, her şeye hakim olan O.

Bir kez daha eserlerinizdeki hikayelere değinirsek, albümünüzdeki parçalardan söz ve müziği size ait olan “Keskesor”un bir hikayesi var mı? Varsa bize anlatır mısınız?

Keskesor’u yani “gökkuşağı”nı 2012’de eşcinsel olduğu için babası ve amcaları tarafından katledilen Roşin Çiçek için yazdım. Roşîn tek değil. Günümüzde dünyanın hemen hemen her yerinde toplumun kurgusal kurallarına uymayan veya erkek egemen toplumu sorgulayan insanlar ayrımcılığa maruz kalıyor, bir kısmı intihar ediyor, bir kısmı belki yalan bir hayat ‘yaşıyor’, bir kısmı da katlediliyor.

Tabii bu bazen mensubu olduğun sınıfa da bağlı olabiliyor. Yani eğer üst bir sınıfa ait isen sana dokunmak zorlaşıyor. Ancak tüm bu olumsuzluklara rağmen Roşîn yanlız da değil. Çok şükür mücadele eden ve mücadele veren insanlara destek olan insanlar da var.

Keskesor’da beyaz insanların homofobiyi dünyaya nasıl yaydıklarına da değiniyorum kısmen.

Türkiye’de konser vermeyi düşünüyor musunuz?

Düşünmem mi. Çok isterim. Fakat bazı zorluklar da var. Hem okuduğum diller hem de Keskesor veya Aşq û Evîn’de homofobi gibi bahsini ettiğim bazı konular Türkiye’de bir şekilde bir handikap oluşturuyor. Ama geleceğime inanıyorum.

Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Sev.


Kaynak: Yeni Yaşam
Previous post
CANLI BLOG | Türkiye'nin Kuzey Suriye’ye operasyonunda beşinci gün
Next post
Bilirkişi açıkladı: Şule'nin intihar edebileceğine dair bulgu yok