Ana SayfaÖzelKod adı TOKİ – Nurullah Yıldız

Kod adı TOKİ – Nurullah Yıldız


Nurullah Yıldız


“İşgal altındaki … topraklarında yasa dışı yerleşim birimi faaliyetlerine hız kesmeden devam ediliyor.

… Bakanlığına bağlı … son günlerde işgal altındaki … topraklarında 2 bin 300 yeni konut inşası daha onayladı .… yerleşim birimlerini genişletme çalışmalarının bir gün dahi durmadığına dikkati çeken …, bu durumun … sınırlarında bir … devletinin kurulması önündeki en büyük tehditlerden biri olduğunu ve … parçalanmaya ittiğini belirtiyor.”

Bu boşlukları doldurmak, vekil dokunulmazlığı gerektirse de artık bu zırh bile bu konuda fikir beyan etmeye izin vermiyor. Artık beğenmediğini söyleme hürriyetinin yerine, kabul etme mecburiyeti aldı. Kabul etmeyenin utandığı, hayır diyenin dışlandığı, inkâr edenin taşlandığı mahzun zamanlardayız.

Toplumsal kopma

Bunun ilk nedenleri arasına toplumun içine yavaş yavaş yerleştirilen yabancı düşmanlığını koymak hata olmayacaktır. Karşıtlıklar üzerinden zeminini sağlama alarak yönetmeyi bir zanaat erbabı misali iyi bilen iktidar partisi mevcut. Ülkesine gelen savaş mağduruna “hakkın olan değil, bahşedileni alıyorsun” algısını dayatmaktan geri kalmadı. Oysa ne Cenevre sözleşmesi ne de uluslararası hukuk buna müsaade etmiyor. Türkiye’nin bir geçiş ülkesi olması (istatistiki olarak göç dalgası aşağıdan yukarıya yahut yatay seyrederken, Ortadoğu ve Asya’dan akımlar Türkiye üzerinden Avrupa’ya doğru gerçekleşir) hasebiyle ülkede bulunan Suriyeliler “misafirliğin kısası makbuldür” anlayışına sığınılarak daima kapı-dışarı edilme korkusundaydılar.

Buna ülkedeki iktisadi gerileme, eğitim programlarının bir bir çöküşü, kadın cinayetlerinin oranı, nefret suçlarının fazlalığı, genç işsizlik, tarım politikalarının uygulanamaz oluşu, zeytinliklerin villalara dönüştürülmesi ve “Gezicilerin” ağaç kavgası eklenince, tabii iktidar partisi bir göçmen politikasına ihtiyaç duydu. Bismarck’tan beri süregelen sosyal devlet politikalarındaki gelişmelerin yansımasının olmadığı Türkiye’de, demokratik yönetim ve eşit üleşim yerine, beklenilen minvalde bir duruş sergiledi: ayrılar ayrı, aynılar aynı kalacak!

Önce Suriyelileri böldüler

Önce Suriyeliler kendi içlerinde bölündü: Suriye’den parayla gelenler ve orada da yoksulluk çekenler. Başlangıçta dilendirildiler, seks isçiliğine zorlananlar oldu, şantiyede hakarete maruz kalanlar. Sınıfsal farklılıkları yine devam etti. Hemşeri hemşeriyi yine gurbette kandırmayı tercih etti çoğu zaman. Birbirleriyle sokak kavgaları ettiler, evlerini ateşe verdiler. Her göçmen topluluk gibi, sinirli sayıda yerleştikleri mahallelerde biranda çoğaldılar, içlerindeki anlaşmazlıklar, ortak bir dil belki de ortak bir bellek altında birleştiği için, daha yakın olmayı tercih ettiler. Kendileri yok olmaktan kurtaracak tek şeyin, yine kendilerindeki özgüven ve saldırıya karşı ortak hareket etme kapasitesi olduğu algısını geliştirdiler. Bu mesele üzerine pek çok toplu kavgalar örnek gösterilebilir lakin yazının öznesi ne Suriye’den gelenlerin “neden” geldikleri, ne de “nasıl” bir savunma güdüsüne kapıldıkları.

Mahalleler yavaş yavaş karma bir hal aldıkça, içlerindeki sorunlar daha da büyüdü. Hemen bir dedikodu: “Suriyeliler taciz, Suriyeliler bıçak, Suriyeliler silah, Suriyeliler …” Yukarıda sayılan ülkenin yönetilememesi meseleleri sosyal yaşamın idare edilememesiyle iç içe geçtiğinde, biri diğerinin gözlerinden öpen kan davalısı oluverir. Türkiye’de olan da buydu. Suriyeliler, mahallemizin istenmeyenleri oluverdiler. Hem de onların ne etnik kimliğine ne diline bakmaksızın. Hepsi birdi ve gitmelilerdi.

Siyasal tarihleri boyunca, sosyal demokrat hareketler daima sağ siyasetle tandans içinde olmuşlarsa da göçmen politikaları, seyahat serbestisi, düşünce suçları gibi konularda kendi toplumlarında sola yakındırlar. Sermaye kanadının “aydınları” olarak, para piyasasının etkilenmemesi adına üzerine düşen liberal tavrı takınırlar. Bu bağlamda, Cumhuriyet Halk Partisi, Suriyeliler konusunda sınıfta kalmış bir sosyal demokrat partidir. Genel Başkanlarından, en uçtaki örgütüne kadar, kimi zaman ırkçılığa varan yabancı düşmanlıklarına öncülük ettiler. Bu konuda, ismi mevzu bahis değil, laik gazetecilerin tavrını herkes hatırlar.

Hal böyle olunca, iş başa düştü. Ülkeyi düştüğü dar boğazdan kurtarmanın tek yolu, öncelikle kendi iktidarını korumaktan geçer güdüsüyle, önce Suriyelilere sahip çıkan bir çizgi, ardındansa yine onlar için atılan adımlar derhal iç siyaset malzemesi olmaktan çıkartıldı ve uluslararası boyuta taşındı. “40 milyar avro!” şaka mı bu? Bu para, savaş başladığından beri Türkiye’ye gelen Suriyelilere harcanmış: Yoksa, yine aynı kokular mı yayılacak altından? İster bu meblağ gerçek olsun ister üfürük, Suriyelilerin varlığı bazı kesimler için tehdit iken, iktidar için bir şantaj malzemesi, aynı zamanda bir nedensellik taşıması açısından şans oldu. Peki, CHP’nin başını çektiği, “artık gitsinler” kampanyasının muhatabı Suriyelilerin durumunu iktidar partisinin şansa çevirmesi zor muydu?

Üstlenici firma: TOKİ

Bu konu hassas olduğu kadar, tarihsel deneyimleri de içinde barındırıyor. Avrupa’da yayılan islamafobi ve yabancı düşmanlığına karşı pek çok sosyal demokrat parti, İsa’dan günümüze devam eden, hatta öncesini kapsayan bazen stratejik, bazen insani bazense baskı sonucu oluşan göç akımları üzerinden sahip çıkar kendi göçmenine. Hiçbir sosyal demokrat parti, “benim göçmenime inşaat yapın” diye iktidarına “istemeye, istemeye” savaşma yetkisi sunmaz! Eğer muhalefet koltuğunda bulunan sosyal demokrat bir parti, hükümetine savaşma ve yapılaşma yetkisi verdiyse, ellerini avuçlayan onlarca müteahhitte savaşı çekirdek çitleyerek izler, buna karşı çıkanlara hakaretler eder, savaşan (kimi hala FETÖ soruşturması kapsamında olan) gençlere de methiyeler dizerek, kesin bir sonuç bekler.

Yukarıdaki boşlukların doldurulmasına mevzusuna gelirsek, bu “operasyon”un kod adi TOKİ’dir. Kim derse ki “yalan”, bekleyin görün derim. Kim derse ki “iftira”, elimde kanıt var derim! Kanıt, aylarca evlerine dönsünler sloganları eşliğinde savaşın 30 km için, yani bir yapılaşma ile ülkede Suriyelilerin işgal bölgesine gönderilmesi için olduğunu söyleyen devlet erkânını gösteririm.

ABD Başkan Yardımcısı Pence’in gelişi ardından yıkılan bu müteahhitlik hayallerine ise tek söz söylenir: Betonla gelecek özgürlük, ilk zelzelede yok olur!


“Pejmürde” muhalefet – Nurullah Yıldız

Previous post
2. İstanbul Uluslararası Deneysel Film Festivali’nin programı açıklandı
Next post
İstanbul'da bir kadın cinsel tacize maruz bırakıldı