Ana SayfaÖzel“Pejmürde” muhalefet – Nurullah Yıldız

“Pejmürde” muhalefet – Nurullah Yıldız


Nurullah Yıldız


“Ezbere muhalefet edenleri gördüğümüz günler geride kaldı; koalisyonlar, kaos, yasaların yetişememesi, kararların alınamaması, tüp kuyrukları, şeker kuyrukları…”

Tüm bunlar, tek başına iktidarı tattığı ilk yıllardan beri AKP hükümetlerinin her seçim öncesi koalisyonlu yıllara atıfta bulunduğu ve ortaya sermek istediği geçmiş dönemin zaaflarıydı. Aslında koalisyonlu yıllar muhalif bir zemin oluşturmaktan gerçekten uzak, toplumun farklı kesimlerinin temsilini kabul etmeyen, lakin, toplumda bir değişime olan inancın her an güçlü kaldığı dönemlerdi.

İktidar koltuğuna konduğu ilk yıllarda genç İslamcılar ne yapacaklarını bilemediler. Heyecanla türban yasağından, imam hatiplerden, Kürt halkının haklarından, Alevilerin sorunlarından ve insan hakları ihlallerinden dem vurarak, bunların değişmesi gerektiğini vurguladılar. Tabii bu palavraların peşinde sürüklenen çoğu kişi “yetmez ama evet” demiş olsa da genç İslamcılar o döneme dek epey pişti ve “yetmez ama evet”çileri süpürdükten sonra, daha sonra adını “Fetö”ye çıkarttıkları dostları üzerinden önce Ergenekon, ardından Balyoz dosyalarıyla toplumu kendi anılarıyla vurdular.

Kahvehane taramaları, paramiliter güçlerin saldırıları, Kürt köylerinin boşaltılması, JİTEM cinayetleri, toplu mezarlar; tüm bunları ortaya sererek amaçladıkları şey, toplumda bir yarayı kapatmak ve bu gerçeklerle olan iç ayrışmayı azaltmak değil, bizzat “bakın bizden öncesi buydu” diye gösterip, kendi dikta rejimlerinin daha insani olacağına olan inancı körüklemekti.

Bu inancı ortaya atarak tek başlarına iktidar olacaklar, bu iktidarlarına da toplumda bir anlam kazandıracaklardı. “Başardılar” da nitekim.

Muhalefetsiz muhalif

AKP’li yılların en önemli dönüm noktası, karşısında CHP gibi bir muhalefetin oluşudur. Siyasal analiz yapmaktansa edebi bir dille şöyle denilebilir: Kendi gücünü deneyeceği “erkek kardeş”ini buluverdi AKP.

Bu güç ölçüştürme ve kendini sınama zamanları AKP açısından verimsiz olduğunda, parti içi muhalefet olarak Bülent Arınç ortaya çıktı. Aynı zamanda iktidarın yanlış politikalarını da ortaya serdi ve CHP adına iktidara alternatifi gösterdi. Bunu bizzat AKP istedi. Çünkü şöyle denir: Güçlü bir iktidar, muhalefetsiz olmaz!

Her iki kesim de memnundu hallerinden; maaşları yatan vekiller, dengelenen ekonomi, tek sesli bir meclis. Hem AKP hem CHP rahatlıklarından dolayı pek birbirine girmiyor, kimi zaman bağırışlar kopsa da biz yine aynı cüsseleri açılışlarda, kokteyllerde, balolarda yan yana görebiliyorduk.

Göbekten bağlı bu iki parti. “Biri iktidarı alır, öteki muhalefet sandalyesine düşerse ne değişir” diye soranlar da aslında yaşadığımız son günlerde neyin değişmeyeceğini gayet iyi anladı. Değişmeyecek tek şey, Kürtlerin üzerine topyekûn gitme çabası olacak. Belki biri diğerinden daha ileri gidecek Kürtlerle müzakere konusunda, lakin yine saldırmayı seçecek. Belki diğeri ötekinden daha ileriye gidecek saldırmakta ama başarılı olamayacak.

Bir bodrumda onlarca insan katletmek mi? Panzer arkasında ölü bir bedeni sürüklemek mi? Uçaklarla şehirleri bombalamak mı? İnsan, hayvan demeden tüm canlıları ateşe vermek mi? Kürtçe konuşuyor diye öldürülen birine “hain” demek mi? Atletli birini “canlı bomba” diyerek kurşunlamak mı? Elleri arkadan kelepçeli birine işkence etmek mi? Aylarca hücre cezası mı? Hakimlerini ve savcılarını “Fetö”cü diye tutuklayıp, aynı iddianamelerle insanlara “kesinleşmiş” cezalar vermek mi? Çocukları ya dağda olan ya da evden kaçmış acılı aileleri “kapı önlerinde” bekletmek mi? Seçim yapıp, biz sizin oyunuza güvenmiyoruz deyip, seçilmişleri alaşağı etmek mi? Bunları, her iki parti iktidarı da denedi/deneyecektir.

Birinin ötekinden farkı, birinin kesin bir mağlubiyete doğru sürüklendiğidir. İlk yenilen CHP gibi görünse de CHP kendinden emin ilerliyor. Aslında ilk kez sıcak bir iktidar hayali kurmaktalar. Yerel seçimlerin sonuçları onları bir an olsun iktidara yaklaştırmakta, fakat omuzlarına asla taşımayacakları bir yük vermekte. Bu yük, kendi tarihsel sorumluluklarını bir kenara bırakmak anlamı taşıyordu bir nevi: Ya gerçek anlamıyla barış ve sosyal adaleti tesis edecekler ya da şimdi olduğu gibi bu yükü asla sorumluluk almayacak olan AKP üzerine yıkacaklardı.

Seçim sonuçlarını yanlış okudular

İlkin seçim sonuçlarını yanlış okuyarak başladılar. Toplumun onlara sunduğu (aslında sadece ucundan koklattığı) bu dilimi her kesimle paylaşmak yerine -kaldı ki sağcı bir tabana sahip olsa da İYİ Partililer dahi bu konuda hem fikirdi- kendi başlarına götürmeyi reva gördüler. Savaş bildirisine imza atarken, istemeyerek, ‘içleri acıyarak’ tezkereye “evet” dediler, daha önce “Anayasaya aykırı olmasına rağmen evet” dedikleri gibi.

Yeni nesil “heyecanlı, umutlu” CHP’liler için bu tarzda bir mağlubiyetin üstesinden gelmek zor olmayacak. Fakat CHP’lilerin üstesinden gelemeyecekleri bir şey var ki, o da Demirtaş esirliğindeki EVET’tir.

Günlerdir Sezgin Tanrıkulu savaşın yanlışlığını anlatadursun, hakkında açılan soruşturmanın nedeni de yine kendi EVET’leridir. Yarın Tanrıkulu tutuklanırsa, sorumlusu da yine kendi tutumları olacak. AKP gibi merkezi bir yönetim özentisi içinde olan bu zemin, tüm sorumluluktan kaçmakta AKP kadar mahirdir. Mesele Kürtler olunca, “istemeye, istemeye evet” demeye devam ettikçe, AKP’nin iktidarı sarsılmaz taşlarla yükselmeye devam edeceğini anlayamıyorlar. Muhalefet edemiyor oluşunu başkanlık sistemine bağlayarak, sistem değişikliğinde ısrarcı oluyorlar. Sorunun sistem değil, yönetememek, muhalefet edememek olduğunu asla anlamayacaklar.

Anlayamadıkları başka bir şey de “beka” söylemiyle karşılarına dikilmiş diktadan daha çok beka “korkaklığı” ile devam ettiklerini görememeleri.

“Pejmürde” tehdidini savuşturamamak değil, pejmürde olmanın biçimi önemli: cumhurbaşkanlığı sisteminde pejmürde olmak hoş, ama başkanlık sisteminde istemem! Sırrı Süreyya’nın bu konuda şu kelimelerini herkes hatırlar: “Ula bu insan etmesi bir şey ya, başkanlık olsun, cumhurbaşkanlığı olsun”. Yani, insan eliyle değiştirilen bu sistem, aslında yönetimsel problemleri barındırmakta.

Sistemin ne olduğu tabii önemli, lakin buna itirazın nasıl olmaması gerektiği gün gibi ortada. Meselenin sistem sorunu olduğunu ileri sürenler, sistemin yanlışlığı ya da doğruluğunu sadece bir zümre üzerinden anlatıyorlar, söz konusu Kürt halkı ve ezilenler olduğunda, sistemden ziyade “beka” ve “vatan, millet, Sakarya” dizeleriyle bir köşede dilsiz kalmakta. Fakat Rojava’dan bir ses yükseliyor ve herkese sesleniyor. Kulak verin bu sese: Edi Bese!

Previous post
BM İnsan Hakları Konseyi'ne 14 yeni üye seçildi
Next post
Karınca’nın vizyon seçkisi: 'Karakomik Filmler', 'Oray' ve 'Malefiz: Kötülüğün Gücü'