Ana SayfaManşetBen bir Ah’tan virgüle döndüm aslında! – Reyhan Hacıoğlu

Ben bir Ah’tan virgüle döndüm aslında! – Reyhan Hacıoğlu


Reyhan Hacıoğlu


Ben bir Ah’tım, evvel zaman önceden kalan. Sonra yalnızlıkla büyüdüm, büyüdüm ve bir kara delik oldum.

Vasiyetimdir: otobüs koltukları tekli olsun. Bilhassa şehirler arası olanlar. Zira kimseyi kaldıracak olgunlukta değil ruhum uzun süredir. Lakin kibarlıktan hiç “kendimle kalmak istiyorum” diyemedim yanımdakilere.

Keşke bir eski sandık olsaydım annemin çeyizinden kalan, ki içimde ne olduğunu annem bile unutmuş olsaydı. Lakin gittim yoksul bir eve Çini Vazo oldum. Baktıkça bakıldım, dokunuldukça dokunuldum…

Ruhum, kirli sepeti gibiydi. Mutlak elden geçilmeli ve bir mesafeden sonra yaklaşılmamalıydı.

Bir şehrin sokakları dar olmalı, olmalı ki yitirdiklerimizle karşılaşma ihtimali olmasın bir daha. Bir şehirde terk edildiyse insan, insan o şehri terk etmeli. Ve insan bir eylemde fark edildiyse bir şehirde, bir daha kurtuluşu yok “kaderin” tekerrüründen.

Keşke adressiz mektuplar adreslerini kendi bulsaydı, bu kadar birikmezden evvel…

Ben evvel zaman önce yani bir “Ah” olmadan önce bir nokta’ydım: net ve anlamlı. Şimdi ise virgül gibiyim: sonu yok başı çok. Bir türlü sonu gelmeyen, bağlaç görevi gören, yamuk, belki düşmüş de kalkamamış bir insan. Sahi virgülü kim bulmuş? Bi’ gelsin, bir şey diyeceğim…

Anlamı olmalı insanın ya da tez vakitte anlamını bulmalı. Baharda pikniğe gitmeli, sonbaharda terk etmeli ve kışın kestane yemeli bilhassa sıcak bir sobada pişen. Yok yok bunlar Yeşilçam şeysi, zeten ben de hiç öyle yaşamadım.

Ben hep bir Ahmet Kaya şarkısı gibi, hep toplumdan ve hep toplumsaldan ve o yüzden “o yar da anlamadı bizi”…

Hep en olmadık yağmurlar yağdı üstüme. Kaçmadım, kaçamadım. Bir “köpek” gibi üşüyüp bir “asil” gibi yürüdüm. Rögara da hep logar dedim zaten ve o yağmurlar, yağan yağmurlar gibi akıp uzaklara çok uzaklara gitmek istedim.

Ruhum, benim ruhum bir devrimciydi. O yüzden hep ayakta kaldı zulme karşı ancak bedenim yorgun. Ne tezat! Durgun su gibiydi yüzüm ve oysa ne fırtınalar yaşardı içim…

Benden kaç bilim insanı çıkardı(!) da vaktim yoktu olmaya. Ben gidip kör bir kilit oldum. Ece Temelkuran’ın “soğuk makarnası” gibiyim. Ne ısıtılabilir ne tat alınabilir. Döksen emeğe yazık, kalsa anlamsız bir yer işgali. Meğer saçlarım da o kadar güzel değilmiş.

İnsan mutsuzken aynada kendi gerçeğini görüyor ve gördüğü ne ahu gözler, ne ipek saçlar… Zamanın ağarttığı koca bir yorgunluk.

Acı geçmeyip alışılıyorsa en iyisi ölmek! İnsan her gün bir acıyla uyanıp, nasıl güne devam edebilir ki. Anlayan varsa beri gelsin…

Bob Marley kangren parmağını kesmeyip cilt kanseri olmuş sonunda. Ben alışamıyorum ruhumu kemiren acılara. Bu düşkünlük müdür? Düştüysem şayet, insanlara inanmaktan düştüm. Beni siz öldürdünüz! Tezer Özlü görmüştü bunu: beni/bizi öldürenin toplum olduğunu ve bu “kutsal acıyla” kapadı gözlerini…

Hani büyük acılar “suskunmuş” ya, hadi oradan! Hangimiz çığlık çığlığa bağırmadı, tırnaklarını kemirip bir boşluğa en uzun boşlukla bakmadı… Acılar dile gelmeli ve çare bulunmalı ya da tez elden “ölünmeli”.

Ben umutsuz değilim lakin yorgunum. Yorgun bir insandan daha hastası yoktur. Dünya yansa bir kova su dökmez. Çünkü o çoktan yanmıştır… İnsan dürüst olmalı insana. Yoksa kıblesi şaşar insan olanın.

Saatler 2 ileri 1 geri alınsın gün aşırı. Böylece zamandan tasarruf yapılır. Arada kalan 1 saat hüzünlü zamanlarda harcanmak üzere saklanmalı. Kalanıyla hayata devam edilmeli. Zaman fazla biriktiğinde ise varsa sevdikleri onlarla paylaşmalı.

İnsan kendi ile konuşmalı sık sık, lakin kendisiyle kalmamalı. Yoksa buna “bunalım” diyor ve ilaç veriyor 21. yüzyıl doktorları!

Halbuki çok değil 1 saat bile yeter sevenin sevdiklerine iyi gelmesine… Lakin geç uyandığımız için hep geç kalırız hayata ve durup dinlenmek de yok. O yüzden bunca ölümler…

Birbirini görmeyen, dokunmayan ve bilmem kimin “uygar ilgisizlik” dediği bir olaydır vuku bulan. Ve öldüğümüzde bir hashtag kadardır hatırlanmışlığımız! Sen hayatını “karakterli bir duruş” için harca, 21. yüzyıl sana 140 karakterlik bir acıyı reva görsün!

Kim bu Tanrılar? Bizi öldüren, bizi sömüren ve bizi kemiren ve bizi yanlızlaştıran. Buradayım! Tam da görmek istemediğiniz için kapattığınız bir zindanda. Ama hala gülümsüyorum… Bir bu var ölümsüz olan ve ben buna sahibim…

Hayır, hayır bu aralar fazlasıyla kırılgan ve ağlamaklıyım. Baksanıza “sıradan” kötülüğe! Ölümler korkutmuyor kimseyi, açlık ise dile getirilmekte korkak…

Ben bir deliyim, bu bana bu yüzyılın hediyesi! Herkes biraz öyle değil mi bu aralar…


Kolay değil ama yaşıyoruz harbi harbi – Reyhan Hacıoğlu

Bu, aydınlıkla karanlığın savaşı – Reyhan Hacıoğlu

Previous post
AB genelinde 'iklim acil durumu' ilan edildi
Next post
Karınca’nın vizyon seçkisi: ‘Monos’ ve ‘Küçük Şeyler’