Ana SayfaToplumsal CinsiyetBi’ şeyli acımasız hayat – Esra Bilge

Bi’ şeyli acımasız hayat – Esra Bilge


Esra Bilge


Hayvanlar âlemini kendine örnek aldığını söyleyen insanlık ısrarla “büyük balık küçük balığı yutar” diyor.

Bunu ispat etmek için de büyük cirolu belgesel kanallarında habire hayvanların günlük yaşamı anlatılıyor. Biz de oturup korku ve kaygıyla izliyoruz.

Bu belgesellerde hayvan kuklalarının içine yerleştirilmiş ajan kameralar ile hayvanların varoluşunu sürdürme itkileri artistik repliklere dönüştürülüyor. Özenle yazılan replikler ve tekstlerde insan-hayvan, insan-insan ilişkisi anlatılmaya çalışılırken ne güzel de şekil veriliyor insana.

Misal “Ormanlar Kralı Aslan” tüm hayvanlar arasında kabul görmüş. Ortalık onun tıka basa yediği, dişlerinden arta kalan leşlerle dolu. Zorunlu saygı duyulan bu aslanla habitat yenmeye hazır ve nazır hayvanlarla dolu farz edilir.

Hayvanlar âlemi böyle resmedilince, insanlığın da böyle olduğuna meylederiz. Oysa evrendeki tüm canlılar var olmak ve yaşamını sürdürmek için birkaç şeye ihtiyaç duyar. En genel haliyle biyoloji, fizik, kimya bilimlerinin anlattığı kadarıyla canlılar beslenmeye, korunmaya ve yaşamın süreğenliği için üremeye ihtiyaç duyar. Daha fazlasına değil.

Evrendeki tüm oluşumların toplamı olarak insan ise bunun ötesine geçip, anlam arayışlarına yol alırken hep daha fazlasına sahip olma serüvenine girmiştir. İş böyle olunca durum da değişmiştir.

Sümer’de artık malları toplayıp, yediğinden içtiğinden daha fazlasını edinmiştir insan; Roma’daysa hamamlarda yemiş yemiş ve daha fazla yemek için bedenine aşırı yüklenme olmasın diye de kusmuş ve nihayetinde tekrar yemiş.

Bugün mü?

Bugünün iktidarları da kendi yediği yetmezmiş gibi etrafına yedirmiş ki hep üresin, doğsun, doğursun, hiç bitmeyen sonsuzluk şerbetini içmiş gibi olsun. Efendinin ettiği, eylediği, kefeninden çok şeyi alıp götürmek için kendine benzerler yaratma olmuş.

Efendiler yeni insanı kendi bedeninden çıkarmamış ama ruhunu kendisi yaratmış. Öyle ki istediği zaman istediği toprağa gireceğini düşünen efendiler varken, sokaktaki insan kendisine ait olmasa da başkalarının bedenine istediğini yapabileceğini düşünmüş.

Tam da bundandır ki sokaktan geçen kadına laf atılır, elbisesine karışılır, otobüsteki yerini değiştirme hakkını kendinde bulunur; kadının bedenine dokunulur; kızıldığında kadın dövülür, sövülür, öldürülür… Yani kadının hiçbir sözünün önemi yoktur. Efendiler böyle üretir yeni insanı.

Şimdi bu saldırgan erkekler için “vahşi, hayvan” deniliyor. Oysa o uydurma repliklerle hazırlanan belgesellerde bile eril bir hayvan dişiyi kendine eş yapmak için zorlamaz, saldırmaz, yaralamaz. Mecburdur kendisini beğendirmeye, layık olmaya. Dört döner dişinin etrafında ki o dişiyi hak etsin. Tüm maharetlerini ortaya koymalıdır ki dişiye yaklaşabilsin. O belgeseller bile saklayamaz bu gerçeği.

Ama ısrarla bu biçimsiz erkeğe “hayvan” denilir. Hayır, bu hayvanlık değil, insanlık hiç değil. Bu özel üretim, şekilsiz, muhtevasız, duygusuz bi’ şey. Bi’ şey ama ne olduğu tam tanımlanamayacak şey.

O “bi’ şey” kızdığında da aynı küfrü eder ama sevdiğiyle de aynı eylemi yapar. Aynı hazzı alır aslında; şiddetin de kudretin de şefkatin de yeri aynıdır o bi’ şey de.

Tüm kadınlara da erkeklere de o bi’ şeyler arınmış, o bi’ şeyden uzak yaşam dileğiyle.


Ev’in tarihi ve topografyası: Barınak mı, hapishane mi? – Esra Bilge

Mekânsız oluş mu, mekânla oluş mu? – Esra Bilge




Önceki Haber
FEMEN'den Franco yanlılarının yürüyüşüne protesto: 'Faşizmi onurlandırmayın'
Sonraki Haber
İHD: Kürt illerinde bir yılda 54 kadın öldürüldü