Ana SayfaManşetBir OHAL hikayesi: Panoptikonda ‘Gizli Emir’i beklerken

Bir OHAL hikayesi: Panoptikonda ‘Gizli Emir’i beklerken

Kadıköy Emek Tiyatrosu ve Tiyatro Alesta’nın uyarlamasıyla sahneye taşınan Melih Cevdet Anday’ın 1969 yılında kaleme aldığı “Gizli Emir”, totaliter rejimlerin OHAL uygulamalarıyla kontrol altında tuttuğu bir kentin korkulu, kasvetli, diken üstünde bekleyişinin hikayesini resmediyor. Kocaman bir gözün denetlediği, toptan suçlu ilan edilmiş bir kent hep birlikte beklemekteydi. Sıkıyönetim uygulamalarının kodlarını deşifre eden “Gizli Emir”, ‘iktidarın gözü’nün denetimindeki bir dünyanın ve o dünyanın insanlarının neye benzeyeceğini kurguluyor.


Özlem Ergun


İngiliz toplum kuramcısı Jeremy Bentham’ın 1785 yılında bir hapishane mimarisi olarak tasarladığı panoptikon, bir dairenin merkezinde yerleştirilmiş gözetleme kulesinin etrafında konumlandırılmış tutuklu hücrelerini içeriyordu.

Panoptikonu sıradan bir hapishaneden farklı kılansa gözetleme kulesindeki gardiyanların hücrelerdeki tutukluları görebiliyorken, tutukluların arkadan gelen ışığın marifetiyle kuledekileri göremez oluşuydu.

Bu haliyle tutuklularda izlenmiyorken bile sürekli bir gözetlenme duygusu yaratan panoptikon, sonu gelmez bir denetim mekanizmasıyla baskıyı hep canlı tutmanın da gayet ‘parlak’ ve etkili bir yoluydu.

Sürekli bir otokontrolün hakim kılınmak istendiği panoptikon hapishanelerde kişi asla ne zaman izlendiğini bilememeli ancak daima öyle olacağından emin olmalıydı ki farkında bile olmadan kendisi gibi değil, olması gerektiği/beklendiği gibi davranabilsin.

Panoptikon bugün her yerde

Tanrının insanları sürekli gözetlediği mitiyle de yakından ilişkisi olan panoptikonda hedef her ne kadar insanın bedeni gibi görünse de asıl yönelim dolaysız olarak zihni ve onun yönetimini merkezine alıyordu.

Bentham’ın 18. yüzyıl sonralarında kapitalizmin ortaya çıktığı yıllarda icat ettiği bu form, bir hapishane mimarisi olarak hiçbir zaman hayata geçmedi ama toplumların düşünme ve yapıp etme pratiklerini şekillendirmek, onları eğip bükmek için tüm iktidarlar tarafından o günden bugüne çeşitlenmiş araçlarıyla gayet ve hala kullanımda.

Faucault’nun panoptikon yaklaşımı

Bir hapishane mimarisinin çok ötesine geçen toplumsal karşılık ve anlamlarıyla panoptikon metaforu Michel Foucault’nun da ilgisini çeker. 1975 yılında yayınlanan Hapishane’nin Doğuşu kitabında dünyanın nasıl dev bir panoptikon haline geldiğini anlatır.

Modern iktidarı ‘büyük gözaltı’ diye tanımlayan Foucault, dev bir kule haline gelmiş ‘gözün iktidarı’ndan ve biz onu göremezken, tüm bir toplumu gözetleyen ‘iktidarın gözü’nden söz eder.

Foucault’un panoptikon bağlamında üzerinde durduğu bir başka konu da tek tipleşmedir. “Bir yerde herkes birbirine benziyorsa; orada kimse yoktur” diyen Foucault, gözetlendiğinin farkında olan insanın gözetleyenin beklentilerine uygun davranışlar geliştireceğine dikkat çeker. Sonuç özgünlük ve yaratıcılıktan uzak, birbirini tekrar eden mekanikleşmiş tekrarlarla seyreden aynılaşmadır.

Amacı denetleme/kontrol altında tutma olan gözetlenmenin kişide uyandırdığı hakim duygular da yakalanma/cezalandırılma korkusu olacaktır ki gözün iktidarının tahayyülü de tam olarak budur.

Melih Cevdet’in ‘Gizli Emir’i

Melih Cevdet Anday 1969 yılında kaleme aldığı Gizil Emir’de böylesi bir gözün denetimindeki bir dünyanın ve o dünyanın insanlarının neye benzeyeceğini kurgular.

Anday’ın zamansız ve mekansız bir kentte –belki de hemen tüm zamanlarda ve kentlerde demeliyiz- geçen distopyası, yazıldıktan 50 yıl sonra bir kez de sahnede hayat buldu.

Kadıköy Emek Tiyatrosu ve Tiyatro Alesta tarafından sahnelenen, yönetmenlik ve uyarlamasını Elif Sözer, Mehmet Şerif Tozlu ve Nevra Ayşem Savaşçı’nın yaptığı Gizli Emir, sıkıyönetim tarafından gözetlenen bir kentin endişeli ruh iklimlerinin korkulu, kasvetli bekleyişlerinin hikayesini resmediyor:

“Sessizlik kocaman bir göktaşı gibi oturmuştu kentin üstüne; bu yüzden şaşkına dönen insanlar birbirlerinin yüzlerine bakıyorlar, uyuyan bir canavarı uyandırmaktan korkarmışcasına ayaklarının ucuna basarak yürüyorlardı sanki.”

AYOT, her zaman her yerde

Kendisine, Asayişi Yerleştirme Olağanüstü Teşkilatı (AYOT) diyen bir devlet kurumu tarafından asayiş yerleştirilecektir ve adı üstünde her şey öyle olağanüstüdür ki hak, hukuk, insan hakları, demokrasi gibi şeyler zinhar mümkün değil, asla ve kat’a yasaktır:

“Artık hiçbir kentli nasıl davrandığında ceza göreceğini, nasıl davranıldığında görmeyeceğini bilemiyordu. Böylece de herkes suçlu duruma düşüyordu ister istemez. Bu duruma alışıldığı için de kimse hakkını aramaya kalkmıyordu. Öyle ki, AYOT’a çağrılanlar ya da AYOT’ça tutuklananlar, çoğu, çağrılma ve tutuklanma nedenlerini sormuyorlardı. Ortada tümden suçlu bir kent halkı ve sürekli olarak onu yargılayan ve cezalandıran bir AYOT vardı.”

Bir gün sokağa çıkma yasağı ilan eden AYOT, ertesi gece ışıkları kapatıp erkenden yatmayı buyurur ki, her kısıtlama bir sonraki yasağı daha kabul edilir kılacaktır.

“Suçsuzluk değil, suçluluktur asıl olan. Bizim burada bulunmamız ile bulunmamamız arasında bir fark yoktur. Asayişi Yerleştirme Olağanüstü Teşkilatı her zaman, her yerde vardır. Bunu bilmeniz yeterli” diyen AYOT’un sesi tam bir panoptikon özetidir.

Hedefini kaybetmiş, amaçsızlaşmış bekleyiş

Ortada dolanan bir laf… Ha geldi/ ha gelecek beklenen bir ‘gizli emir’ vardır ki; nereden gelecek, ne gelecek, geldiğinle onunla ne yapılacak en küçük bir fikri olan tek bir kişi yoktur ama bütün bir kent tüm bir zamanı onu beklemekle tüketir gibidir. Felaketlere son vereceği düşünülen ‘gizli emir’ kent sakinlerinin tek umududur:

“Herkesin gizli emri beklediği günlerdi, bütün umutlar ona bağlanmıştı; bu yüzden ilişkiler, görevler, ödevler, düşler ve tasarılar, hepsi hepsi askıdaydı; bunların yerini sadece ve sadece beklemek almıştı.”

Umut ve umutsuzluk sarkacında devinen kent sakinleri için beklemenin yöneldiği arzu bir zaman sonra tamamen yok olurken, geriye hedefinden kopmuş, amaçsızlaşmış, içeriksizleşmiş bir bekleme ediminden başka bir şey kalmaz.

Toptan suçlu ilan edilmiş kent hep birlikte bekliyor

Bir yönüyle Samuel Becket’in Vladamir ile Estragon karakterlerinin hiç gelmeyecek olan Godot’yu beklemesindeki gibi bitmek bilmez, anlamsız bir bekleyişi çağrıştıran Gizli Emir, garip ve anlaşılmaz bürokratik süreçlerin hakimiyeti ile de Kafka’nın Dava’sını hatırlatır.

Kafka’nın kahramanı Josep K.’nın başından geçenler Gizli Emir’den farklı olarak ‘hukuk devleti’nde olup bitmektedir. Josep K.’nın bir sabah evine gelenler kimlerdi, ne ile itham ediliyordu, neden tutukluydu? ‘Suçluydu’ fakat neyle suçlandığını bile öğrenemeyecekti. Tıpkı Gizli Emir’deki gibi… Kocaman bir gözün denetlediği, toptan suçlu ilan edilmiş bir kent hep birlikte beklemekteydi. Gizli emir gelmiş miydi, gelecek miydi?


Gizli Emir

Oyuncular: Eray Bekir Mursal, Gamze Bayraktaroğlu, Leman Aydın, Nevra Ayşem Savaşçı, Oğuz Gülen, Onur Sarıaltın, Orçun Ucal, Sinem Kotiloğlu, Tara Haçikoğlu, Yasin Çıray
Yazar: Melih Cevdet Anday
Uyarlayan / Yönetmen: Elif Sözer
Uyarlayan / Yardımcı Yönetmen / Işık Tasarımı: Mehmet Şerif Tozlu
Uyarlayan / Dramaturg: Nevra Ayşem Savaşçı
Kostüm Tasarım / Kostüm Uygulama: Hilal Polat
Maske ve Kukla Tasarımı: Candan Seda Balaban
Dekor Tasarım: Oğuz Gülen
Afiş Tasarım: Enver Bike
Asistan: Senem Ağtaş

Previous post
Zonguldak’ta kömür ocağında göçük: Bir işçi hayatını kaybetti
Next post
“Hunters”: Al Pacino ve Logan Lerman Nazi avcılarını canlandırıyor