Ana SayfaYazarlarCengizhan Kaptan“En karanlık zamanlarda tetikte olup, çatlaklara hazır olunmalı”

“En karanlık zamanlarda tetikte olup, çatlaklara hazır olunmalı”

HABER MERKEZİ – Toplumsal ekoloji hareketini ilerletmek için, artık aramızda olmayan, hayat arkadaşı Murray Bookchin’le çalışmalar yürüten, yazar, çevirmen ve aktivist Janet Biehl’le Rojava’yla tanışmasını, oradaki dönüşümü nasıl gördüğünü, kendi penceresinden olup biteni nasıl değerlendirdiğini konuştuk. Rojava’daki komün meclisi sisteminin ‘hayati’ önemine dikkat çeken Biehl, Bookchin’in sözlerine atıfla “en karanlık zamanlarda bile çalışmaya, analiz etmeye, sınırların izin verdiği ölçüde organize olmaya devam etmeli, böylece çatlak oluştuğunda hazır olunmalı” diyor.


Söyleşi: Cengizhan Kaptan


Sevgili Janet, yoğun gündemine rağmen zamanını bize ayırdığın için çok teşekkür ederim. İzninle ilk soru ile başlamak istiyorum. Rojava’ya odaklanmana neden olan etkenler nelerdir? Rojava’yla ilk tanışman nasıl ve ne zaman oldu?

Çalışmalarımla ilgilendiğin için teşekkür ederim! Kürt hareketi ile tanışmam, 2011’de Diyarbakır’da Mezopotamya Ekoloji Hareketi tarafından gerçekleştirilen konferansta konuşmaya davet edilmemle başladı. (Hareketin) ne kadar ilerici olduğunu ve katılımcıların çoğunun merhum hayat arkadaşım Murray Bookchin ve onun devletsiz demokrasi, yurttaş meclisleri, halk konseyleri vb. hakkındaki düşüncelerine aşina olduklarını görünce şaşkına döndüm. Türkiye’nin güneydoğusunun her alanında, aktivistlerin, bir şekilde Murray’in çalışmalarından türeyen çizgilerde demokratik kurumlar yarattıkları söylendi bana. Bu kurumlar hakkında daha fazla şey öğrenmek için çok heyecanlı ve istekliydim, onları işbaşında görmeyi çok isterdim, ancak Türkçe veya Kürtçe bilmiyordum ve hiçbir şekilde ulaşma imkanım olmadı. Ancak ben Diyarbakır’dayken, konferanstan sonra benimle aynı isteği paylaşan ve yeni demokratik kurumlar hakkında saha araştırması yapmayı planlayan, Almanya merkezli TATORT Kürdistan’dan aktivistlerle tanıştım. “Bulgularınız hakkında yazacak mısınız?” diye sordum. “Evet” dediler. Lisede ve üniversitede Almanca okudum, bu yüzden okumayı dört gözle bekliyordum.

Bu iki kadını 2012’de Hamburg’daki bir Kürt konferansında tekrar gördüm. Yazmakla meşgul olduklarını söylediler. “Çalışmanızı İngilizce’ye çevirebilir miyim?” diye sordum. “Evet” dediler ve Demokratische Autonomie in Nordkurdistan (Kuzey Kürdistan’da demokratik özerklik) tamamlandığında, bana yolladılar, tercüme ettim ve eser İngilizce Democratic Autonomy in North Kurdistan ismiyle Norveç’te New Compass tarafından yayınlandı. 2012 yazındaki Rojava Devrimi’nden sonra, Kürt hareketinin orada demokratik kurumlar yarattığını ve insanların onlar hakkında bilgi sahibi olmak istediklerine dair haberler yayılmaya başlamıştı ve bu kitap İngilizce okuyanlara olup bitene dair fikir verebilecek birkaç kitaptan biriydi. Kuzey’deki kurumlar bastırılmıştı, ancak 2012’den sonra Rojava’da geliştiler. Bununla gurur duyuyorum. O zamandan beri Kürtler ile ilgili çeviriler yapıyorum. Vermont’ta eylemci olmak için iyi bir yol bu zira Vermont, Kürtlerin yaşamadığı ya da (onlar için) herhangi bir gösterinin olmadığı bir yer (ç.n. Janet Biehl burada, Vermont’un Kürt aktivizmi anlamında pek hareketli bir yer olmadığını ve bu anlamda tercüme ve çalışmalarıyla destekte bulunmanın iyi bir yol olduğunu ifade ediyor).

Bookchin ile olan çalışma ve hayat arkadaşlığım nedeniyle, 2014’ten itibaren birkaç kez Rojava’yı ziyaret etmeye davet edildim ve bu fırsatlara sahip olduğum için kendimi çok şanslı hissediyorum. Teşekkürler, Murray, şimdi neredeysen!

Rojava hareketinin Bookchin’in fikirlerinden ilham aldığını biliyoruz. Bookchin’in düşüncelerinin ve yaşamının imtiyazlı bir şahidi olarak, Rojava’daki dönüşümün, Bookchin’in teorik çerçevesinin Rojava’da olanlarda nasıl kendini gösterdiğini karşılaştırmalı bir şekilde anlatır mısın lütfen?

Bildiğiniz gibi, Bookchin 1940’larda komünist ve Troçkistlerden bıkmıştı; ancak, kapitalizme teslim olmak ve sağa doğru hareket etmek yerine devrimci bir sosyalist olarak kaldı. Fakat nasıl devam edilecekti (yola)? Hangi ideoloji altında? Sosyalizm için yeni bir hareketin halk demokrasisine, meclisler ve yüz yüze demokrasiyle yurttaşların güçlendirilmesine dayanması gerektiğini düşünmüştüm. Meclis demokrasisinin (bu şekilde isimlendirmeyi seviyorum) tarihteki örneklerini buldu Murray: eski Atina’da, 1793’ün Paris’inde, New England’ın şehir toplantılarında. Ancak hepsi bir şekilde tehlikeye girdi: kabilecilik, kadınların dışlanması, kan davası, savaş, fanatik dincilik gibi nedenlerden ötürü. İnsanlar meclis demokrasisine sahip olamayacağınızı düşünüyordu çünkü kaçınılmaz olarak bu tür bir demokrasi, saydığım şeylerin bir kısmı ya da tümü kaçınılmaz derecede ilişkiliydi. Murray, “Hayır, bunlar esas önemde değil” ve “Kurumlara, örneğin Atina’daki şehir yapısına bakalım. Evet, ‘barbarları’ ve kadınları dışladı ve kölelik üzerine kurulmuştu, ancak bunlar demokratik meclisler için esas teşkil etmiyor” dedi. Diğer örnekler için de aynı şeyleri ifade etti. Böylece, meclis demokrasisi kaynaklı bir ideoloji yaratabildi.

Tamam, meclisler şehirler için iyi, dedi, ama ya daha büyük bölgelerde ne olacaktı? Bunun için İspanyol anarko-sendikalizmine, CNT’ye ve onun örgütlenme yöntemine baktı. Konfederal yapıdaydı (CNT): temeldeki birimler karar alma yetkisine sahipti ve güç, seçilmiş delegeler vasıtasıyla aşağıdan yukarıya akıyordu. Konfederasyonun daha geniş alanlara yönelik daha kapsamlı aşamaları da mevcuttu, ancak delegeler seçilmiş olduğu için güç aşağıdan yukarı doğru devam edebilirdi. CNT’den bu yapıyı aldı ve yurttaş meclislerine ekledi ve bu da özgürlükçü belediyeciliğin kısa bir özetidir.

Öcalan Murray’in 2000’lerin başında Türkçe’den çevirisini yaptığı çalışmaları okudu ve özgürlükçü belediyeciliği sevmiş olmalı ki ulus-devleti olmayan temel bir demokrasi istedi. Hapishane hücresinde demokratik konfederalizmi geliştirdi ve Kürt Hareketi’ne önerdi; çok fazla tartışmalar neticesinde 2005 civarında kabul edildi. Öcalan’ın yaptığı en büyük değişiklik kadınların kurtuluşunu öncelik haline getirmekti. Bookchin her biçimdeki hiyerarşiye karşı çıkmıştı, ancak Öcalan başat sorun olarka ataerkilliği seçti ve en önemli olan ve yok etmeye odaklanmamız gereken sorunun bu olduğunu söyledi. Bu arada, kadınlar zaten Kürt Hareketi’nde önemli roller oynamaktaydı; bu yüzden, bir anlamda kendi hareketinde zaten var olan bir şeyi onaylıyordu. Fakat diğer yandan, bunu yeni ideolojiye dahil ederek, devrimci projeyi geliştirdi ve kadınların gücünün yanı sıra demokrasinin de genişlemesine açılan kapıları araladı.

Rojava’daki gözlemlerin nasıldı? Rojava’da tanık olduğun yaşam, kültür ve demokratik yapı hakkındaki izlenimlerini benimle paylaşır mısın lütfen?

Geçtiğimiz Nisan ayında, ziyaretimi organize eden kişi, Rojava’nın hangi yönlerini görmek istediğimi sorduğunda, ilk söylediğim şey demokrasinin çeşitli seviyelerini görmek istediğim oldu: sokak düzeyinde komünler (yurttaş meclisleri), daha sonra mahalle ve ilçe konfederasyon konseyleri ve kantonlar. Bütün bunlar filmde yer alacak, umarım.

Bu komün meclisi sistemi hayati öneme sahip işlevleri yerine getiriyor; insanlar katılıyor, kadınlar hoş karşılanıyor ve meclisin temeli kabul ediliyorlar, insanlar karar alıyor; sağlık, savunma, ekonomi ve diğer birçok komite aracılığı ile birbirleriyle ilgileniyor. Neredeyse dev bir sosyal hizmet kurumu gibi. Bunlar, komünal dayanışmalarının altyapısı ve ortak dayanışmalarının da sistem için olmazsa olmaz bir şey olduğunu düşünüyorum; hepsini bir arada tutan ve sistemin çalışmasını sağlayan gizli güç bu. Yabancılaşmış, atomcu anlayışa sahip, bireyci Batı’da biz bunlara yeterince sahip değiliz.

Ancak komün konseyi sisteminin, sistemin tamamı olmadığını da bil lütfen. Yasama ve yürütme konseyleri, mahkemeleri, yargı sistemi ile ve güçlerin ayrılığına dayalı daha geleneksel bir hükümet katmanı da var. İnsanlar bu yapılardaki temsilcileri seçiyorlar. Beni yanlış anlama; hala demokratik bir yapı bu ama bu katman daha çok temsili demokrasiye benziyor. Komün konseyi sistemi ile bir arada var ve bir şekilde işleri organize ediyorlar; belki de gücü bir şekilde bölüyorlar. Suriye Demokratik Meclisi’nin (SDM) en başta olduğunu ve IŞİD’e karşı savaşı yönettiğini düşünüyorum. Oradaki biri bana, özyönetimin toplumla, SDM’nin de savaşla ilgilendiğini söyledi.

Bir yandan, demokratik ulus ve demokratik konfederalizm kavramlarının gerçekten işlediğini görüyoruz. Öte yandan, otoriter ulus-devletlerin herhangi bir yapısal değişime izin vermek istemediği açık. Bookchin’in Geleceğin Devrimi’nde bu konuda yazdığını ve merkezi hükümet kapıya geldiğinde demokratik meclislerin ya bütün kazançlarını kaybedeceğini ya da direneceğini yazdığını hatırlıyorum. Bu konudaki fikrin nedir? Bu tür hareketlerin ulus-devletlere rağmen başarılı olacağını düşünüyor musun?

Kimse bu soruyu gerçekten doğru cevaplayamaz sanırım. Rojava veya Kuzey-Doğu Suriye, 2012’den bu yana büyük ölçüde bir özerklik elde etti, ancak her zaman Suriye’nin bir parçası olmak istediğini ve ayrılıkçı sevdaları reddettiğini ifade etti ve ben bu reddetmelerin samimi olduğuna inanıyorum. Şimdi Türk işgali ve rejimin kendisini ortaya koyması ve Rusya’nın çok fazla etkiye sahip olması nedeniyle Rojava özerkliğini kaybetti, ancak kurumlarını kaybetti mi? Bu belirsizliğini koruyor. Suriyeli Kürtler, yedi yıl boyunca büyük bir özerklik deneyimine sahipti ve milyonlarca kişinin katıldığı sayısız yerel kurumlar kurdu. Mantıklı bir merkezi hükümet, hiç değilse toplumsal barış uğruna, Kuzey-Doğu’nun bu kurumları bir dereceye kadar sürdürmesine izin verecektir. Uluslararası dayanışmanın çok önemli olduğunu ve Türkiye’nin işgaline karşı yaptığımız baskıyı ve Rojava ile olan dayanışmamızı sürdürmemiz gerektiğini düşünüyorum.

Türkiye’de Halkların Demokratik Partisi, kuruluşundan bu yana birçokları için umut oldu. Ancak popülerlik kazandıkça partiye büyük bir saldırı oldu ve hükümet PKK ile bağladı ve partinin kazandığı belediyelere tekrar tekrar kayyım atadı ve hala atamakta. Yasal kanallar tamamen engellendiğinde, insanların demokrasiye inancı zayıflar. Yasal yöntemlerin korunmasına yardımcı olacak bazı eylemler önerir misin? İnsanlar parlamento ve bölge seçimleri için mücadele eden bir parti olmadan da bir şeyler yapabilir mi?

Er ya da geç Türk devleti bir şekilde kendini fazlasıyla yıpratacak, ya da iç çekişmeler artacak, ya da NATO uyanacak ve Türkiye’ye baskı yapmaya başlayacak, ya da başka bir dış baskı olacak. Bu gelişmeler, atılımlar için yeni fırsatlar doğurabilir ve Bookchin, olayların şu an ne kadar acımasız göründüğüne bakmaksızın, eylemcilerin bu fırsatlar için hazır olmaları gerektiğini söylerdi. Zamanın en karanlık olduğu zamanlarda bile çalışmaya, analiz etmeye, sınırların izin verdiği ölçüde de organize olmaya devam etmeli, böylece çatlak oluştuğunda hazır olunmalı derdi. Bunu söylediğinde, Çarlık’ın yıkılmaz göründüğü Rusya’da Stolypin yıllarını (1910’lu yıllar) düşünüyordu. “Büyükannem” demişti, “O zamanlar aktifti, hiç devrim görmeyi beklemeden edebiyat eserlerini ve devrimcileri sınırötelerine taşıyordu”. Fakat sonra 1917’de oldu devrim. 2005’te Kamışlı’da yaşayan bir Kürt kurtuluşunun 2012’de gerçekleşeceğini tahmin edebilir miydi? Şüphe duyarım bundan zira Baas rejimi çok güçlü görünüyordu. Ama akabinde Arap Baharı geldi, bir ayaklanma oldu ve şans ayağa geldi. Türkiye’ye gelince… İnsanların iç çelişmeler ve krizleri çok dikkatli izlediğini düşünüyorum. Murray’in amacı, insanların hazır olma durumunda kalmalarıydı.

Sanat eserine geri dönersek, sevgili Janet, bize çizgi romanından bahseder misin, lütfen? Umarım bittiğinde çok hızlı bir şekilde Türkçe ve Kürtçe’ye çevrilir! Şimdiden heyecan içinde ve sabırsızlıkla bekliyorum, çünkü güzel çizimlerinin bazılarını gördüm.

Rojava devrimini tanımlamak için hem kelimeleri hem de resimleri kullandığım bu proje üzerinde çalıştığım için çok heyecanlıyım. Daha önce hiç çizgi roman yapmadığım ve bir öğrenme süreci yaşadığım için bu benim için zorlu bir iş oldu, ama şimdi hedefe doğru ilerliyorum. Umarım çizgi romanım filmi zenginleştirir ve filme de çizgi romanı. Amacım, Rojava’yı yeni okuyucu ve izleyici kitlesine tanıtmak, çizgi roman okuyan ama kitap oku(ya)mayan insanlara yönelik devrime giriş babında bir çalışma idi. Ancak şimdi işler değişti. Farklı bir şekilde çerçevesini çizmek zorunda kalacağım ve adını “İhanetten Önce” gibi bir şeyle değiştireceğim. Ama sanırım Rojava’nın tarihi hafızasını canlı ve zirvede tutacak birçok sanat eseri, gazetecilik uğraşı ve yorumlardan biri olacak. Gelecek baharda bitirmeyi umuyorum.

Eklemek istediğin bir şey var mı?

Yok. Çok teşekkür ederim.


Janet Biehl hakkında

Janet Biehl, The Politics of Social Ecology: Libertarian Municipalism (Toplumsal Ekoloji Politikaları: Liberter Belediyecilik – Black Rose, 1998) ve Ecology or Catastrophe: The Life of Murray Bookchin (Ekoloji veya Felaket: Murray Bookchin’in Yaşamı – Oxford, 2015) adlı eserlerin yazarıdır.
The Murray Bookchin Reader (Murray Bookchin Okuyucusu – Cassell, 1997) adlı eserin editörlüğünü yaptı. Revolution in Rojava ( Rojava’da Devrim – Pluto, 2016) ve Sakine Cansız’ın biyografik anısı olan Sara: My Whole Life Was a Struggle ( Sara: Bütün Hayatım Bir Mücadeleydi) adlı üç ciltlik eserin (Pluto, 2018, 2019) ilk iki cildini Almanca’dan İngilizce’ye çevirdi.
Biehl, aynı zamanda bir grafik sanatçısı ve Vermont, ABD’de yaşıyor.
Biehl, hayatının son yirmi yılı boyunca Murray Bookchin’in hayat arkadaşıydı ve toplumsal ekoloji hareketini ilerletmek için Bookchin’le beraber çalışmalar yaptı.
Günümüzde anti-devletçi bir çizgide olmamasına rağmen, Janet, 2010’larda Kürt mücadelesini destekleyen güçlü bir ses oldu.
Nisan 2019’da, iki bağımsız İngiliz film yapımcısı tarafından yapılan “Rojava’ya Giden Yol” adlı bir belgeselde yer almak üzere üçüncü kez Kuzey Doğu Suriye’yi ziyaret etti.
Şu anda deneyimlerini ve gözlemlerini betimlemek için film ile aynı materyale sahip ama ayrı bir çalışma olan çizgi romanı üzerinde çalışıyor.
Previous post
Meteroloji'den sağanak ve fırtına uyarısı
Next post
HDP'li üç vekil hakkında 52 fezleke