Ana SayfaÖzelTarih, tarihsel çelişkisini çözerken – Haydar Ergül

Tarih, tarihsel çelişkisini çözerken – Haydar Ergül

Yıkım dönemlerinde insanlık bir çıkış bulabilmiş ve yürüyüşünü sürdürmeyi başarmıştır. Bugün de olabilecek ya da olması gereken budur ve olacaktır da.


Haydar Ergül


İnsanlık var olduğundan beri arayış içinde olmuştur. Bu arayışın rotası hep daha iyiye ve güzele ulaşma iken, gayesi de güzeli yaşamaktır. Peki ya iyi nedir ve güzel yaşamak nasıl olmalıdır?

Bu sorular hala cevabını bulmuş değil. Çünkü bulunduğu var sayılan iyiye ulaşıldığında yeni sorular ya da çelişkiler ortaya çıkmakta, yeni iyiler konusunda tartışmalar, ayrışmalar belirginleşmektedir. Bu bölünme ve karşıtlıklar göstermektedir ki güzel, yaşamda değişken olan iyinin paralelinde farklılaşmalara uğramaktadır.

Bu durum toplumsal varlığın temelini ve devinimini oluştururken, bir yanıyla da iktidar ve devlet olgusu bu arayışın çatlaklarından sızarak gün yüzüne çıkmıştır. Ve nihayet simgesel olarak beş bin yıldır tarihin temel iki çelişkisi meydana gelmiştir: bozulan toplumsal varlık ile tarihsel akışı değiştirme hedefine kilitlenen iktidar-devlet arasındaki çelişki. Toplum kendi iyisini arama ve güzeli yaşama yönelimine girmeye çalışırken, iktidar-devlet onun yönünü saptırmayı, özünü bozma temelinde baskı ve sömürüyü azamileştirmeyi hedefliyor. Toplumun iyiyi bulma arayışı ve güzeli yaşama istemi hakiki olanken, iktidar-devlet onu mütemadiyen saptırıyor. Bütün musibetlerin temelinde bu çelişki yatmaktadır. Bu aşılmadan ne insanlığa ne de dünyamıza rahat yok. Savaşlar, sömürü, doğa ve kadın katliamları gibi sayılabilecek her tür maraz da kaynağını bu çelişkiden alıyor.

Kapitalizm devletçi uygarlığın son temsilcisi olarak, beş bin yıllık birikimiyle en saldırgan ve imhacı karakterini kazanmış durumda. Maddi ve manevi kârı zirveye taşımak için yapamayacağı kötülük yok. Finans çağı kapitalizmi diye tanımlanabilecek zamane devlet uygarlığı, her türlü kötülüğe yol veriyor. Bu zamanı kötülük ve ahlaksızlık çağı ilan etmek gerçeğin kendisi olabilir.

Hal böyle olunca insanlığın arayışı daha güçlü ve tarihsel birikimlerin de aldığı güçle bilinçli bir yönelim için olmalıdır. Öyle ya, özgürlük arayışı insanın esas yönelimidir. Tarih bunu söylüyor. Günümüzdeki arayışların çeşitliliği de bunu kanıtlayabilecek potansiyeli taşımaktadır. Kapitalist uygarlık toplumsal varlıkları dağıtmak için onu parçalara bölme ve her parçayı yutmaya çalışırken, insanlık da ona karşı bozulan yapısını koşullar içinde yeniden kurmak için olağanüstü mücadele vermelidir, vermektedir de.

Günümüz finans çağı kapitalizmi, teknolojik fırsatları da kullanarak insanlığı teslim almaya çalışmaktadır. Başta insan olmak üzere doğaya hükmetmek, onu denetim altına almak tek hedefidir. Hemen kar getirici her şeyin en ince kılcal damarlarına kadar sızarak sömürüye açmakta, bir bütün olarak toptan dünyanın sonunu getirecek hamleler yapmaktadır. Bu anlamda sadece insan ve toplumlara savaş açmamış, ekosistemin dengesini bozmuştur. Eğer önüne geçilemezse de her canlı için yaşam alanı tükenecektir: Değişen iklim koşulları bitki ve hayvan türlerini tüketiyor, buzullar eriyor ve denizlerdeki su seviyesi yükseliyor. Giderek kara parçaları sular altında kalırken, adeta Nuh Tufanı tarzı kıyamet senaryolarına doğru yol alınıyor.

Anlaşıldığı üzere, insanlığı bekleyen büyük tehlike karşı bilincin yükselmesi ve küresel çapta birleşik mücadelenin koşullarını da hazırlıyor, hazırlamak zorunda. Çünkü çeşitli evrelerinde de görülebileceği gibi, günümüz kadar olmasa da, yıkım dönemlerinde insanlık bir çıkış bulabilmiş ve yürüyüşünü sürdürmeyi başarmıştır. Bugün de olabilecek ya da olması gereken budur ve olacaktır.

Kapitalizm her şeye çok yönlü ve çok boyutlu savaş açmış durumda. Savaşın bu yeni karakterini önceki iki dünya savaşından ayıran yan ise onun çok boyutlu oluşu. Bu durum onu karmaşık ve karaktersiz kılıyor. Dolayısıyla öngörülebilmeyi zayıflatan, yön sorunu yarattığı için de ona karşı mücadeleyi sekteye uğratan bir durumla karşı karşıyayız. Ancak karşıt mücadeleyi de yapı gereği çeşitlendirdiğinden, kapitalist savaşı da hedefsiz kılabilmekte, gücünü tüketebilme potansiyelini de doğasında taşımaktadır.

Kapitalizm son sınıflı uygarlıktır. Doğa ve insanlıktan alabildiğinin tümünü almış, kurduğu ulus-devlet model aşılmış, yönetilemez hale gelmiştir. Yerine koyabilecek yeni bir paradigma veya model bulamamaktadır. Modelini restorasyonlarla sürdürmeye çalışsa da dikiş tutmayan kırk yamalı bohçaya dönüşmüştür.

İdeolojik tükeniş model tükenişi getirir. Liberalizm yerine neoliberalizmi koyması sonucu değiştirmez. O ünlü deyişle: “Ha Hasan ha kel Hasan”. İkisi de aynı kişiyi nitelemektedir. Aynı şey liberalizm-neoliberalizm için de geçerli. “Ha liberalizm ha neoliberalizm” deyince yeni bir şey söylenmiş olunmuyor. Adeta moda haline getirilen “neo” sözcüğü her yerde kullanıla dursun. Benzer şekilde “post” kelimesi de. Bir algı yaratılıyor. Zaten kapitalizm algı yönetimi, algı da yalan ve sahte düşünce üretim hali değil midir?

Kapitalizm salt toplumsal varlığı parçalara bölmekle yetinmedi, tek tek kişileri kişilik parçalanmasına uğrattı. O temelde oburlaştırılan kişilikler ise tüketime doymayan, iç dünyalarında çelişkili, tatminsiz, yön kaybı yaşayan, neyi nasıl yapacağını çıkaramayan bunalımlı kişilikler olarak tarif edilebilir. Bu kişilikler hem kapitalizmin dayanakları hem de adeta mezar kazıcılarıdır.

Kapitalizmin krizi yapısaldır. Yani politikanın şu ya da bu yanlış uygulanmasından kaynaklanan sorunlar değildir. Sınıfsal sistemin son aşaması olan kapitalizm, beş bin yıllık devletçi uygarlığın organik bunalım ve krizlerinin toplamının dışavurumudur. Dolaysıyla krizi şiddetli kılan, kaynağını geçmişten alan birikimler ile kapitalizmin yapısal krizinin harmanlanması ve problemlerin toptan açığa çıkmasıdır. Şiddetin yaygınlığı ve derinliği bundan kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla yıkımı da o oranda büyüktür.

Üçüncü Dünya Savaşı’nın nitelikleri yukarıda kısaca değinilen sorunlardan kaynağını almakta, önceki savaşlardan niteliksel farklılıklar göstermektedir. Kapitalizm özünde ölçüsüzlüktür. Günümüzde daha fazla ölçüsüzlük kazanmıştır. Dolayısıyla zamanımız, ahlaksızlığın tavan yaptığı çağdır. Güven duyma, kalıcı ilişkiler kurma dönemi kapanmıştır: ya güçler arası azami kâr temelli ilişki geliştirilir ya da savaşılır. Güçler arası stratejik ilişki kurmanın propaganda amacı dışında bir alanı kalmamıştır. Yine savaş teknikleri ciddi değişikliğe uğramış ve örgütlenmesi ve taktikleri de çeşitlenmiştir. Bu Üçüncü Dünya Savaşı’nı açık uçlu kılmaktadır. Yani güçleri her türlü ilişki ve ittifak kurmaya açık hale getirmektedir.

Üçüncü Dünya Savaşı’nın Ortadoğu’ya yansıması söz konusu yapısal sorunların yansımasıyla oluyor. Karmaşık bir savaş türüdür. Anlamak ve anlamlandırmak, tarihsel ve güncel olanla ilişki ve çelişkileri doğru tanımlanıp kavranamaz ise yol almak güçtür. Şaşkın ördeğe çevirmesi içten değildir. Bu anlamda daima izlenmesi gereken, yaşadığı farklılaşmaları önceden öngörme ve doğru politikalar belirlemek için gereklidir. Karışık savaş türü olması onu açık uçlu yaparken, fırsatlar da fazlasıyla sunabilmektedir. Bu anlamıyla özgürlük güçlerinin önüne de çok yönlü ilişki ve ittifak olanağı açmıştır.

Fotoğraf: Bülent Kılıç /AFP

Yüzyıl sonra küresel bir savaşın Ortadoğu’da merkezileşmesi tesadüflerle açıklanamaz. Tarihin diyalektiğinin tecelli etmesidir. İnsanlık yerleşik hayata burada başladı. Neolitik Devrimi yaptı. Yine iktidar-devlet denen tarihin çatallaşması buradan başlayarak, temel çelişme şeklinde bütün küreye iki uygarlık şeklinde yayıldı.

Kapitalizm son sınıflı uygarlık olarak devletçi uygarlığın bütün musibetlerini biriktirmiş durumda. Buna karşın komünalitenin ya da demokratik uygarlıkta insanı insan yapan bütün değerlerin organik bileşimi kendisinde biriktirmiştir. Beş bin yıllık tarihsel çatallaşma tekrar bu coğrafyada karşı karşıya gelmiştir. Bu, adeta son Gordion Düğümü’nü çözecek karşılaşmadır. Savaş yaygınlığını, genişliğini ve derinliğini bu hakikatten alıyor. Tarihteki tüm karşıtlıklar iç içe geçmişken, yenme ya da yenilme ikileminin derinliği yaşanmaktadır.

Suriye bağlamında son yaşananlar durumun anlaşılmasına hayli katkı sağlar nitelikte. Hiç beklenmedik anda ABD Suriye’den çekileceğini açıklayınca çoğu kesim bu karara anlam veremedi ve şaşırdı. Çünkü onlara göre ABD istediğini yapan, bırakıp kaçan bir zihniyette değildi! Nasıl oldu da bunu yaptı! ABD başkanının deliliğine, paracılığına başvuruldu. Yine dünya karıştı. ABD kamuoyu ayağa kalktı. Kürtler dünyanın baş gündemine oturdu. Kürtler için bir yol kapanmış gibi oldu, ancak birden fazla yolun açılacağı işaretleri ortaya çıkmaya başladı. Uyanan neydi? Kürtler ki “dağlardan başka dostu olmayan” diye bilinen kavmin çokça dostunun olduğu açığa çıktı.

Ayrıca Üçüncü Dünya Savaşı’nın karakteriyle bağlantılı bir durumda yaşanmakta; bu ise iki uygarlığın, yani demokratik uygarlıkla devletçi uygarlık vuruşmasının tarihi çelişkisinin çözülmesiyle doğrudan bağlantılı. Daha çok şey de yaşanacaktır. Onlar tarihin hafızasına vakıf olmayanlara daha çok hayretler yaşatacaktır. Ancak

Tarih, tarihsel çelişkisini çözüyor. Zorluk burada. Tarihe ezberlerini bozup doğru bakanlar, hayrete düşmeden yön verecek ve özgürlüğün doğumunu yapacaklardır. Toplumsal hakikatin tecelli edeceği zaman yaşanıyor. Özgürlük akışının gerçekleşmesi her zamankinden daha fazla imkan dahiline girmiş durumda.


PAYLAŞ:
    WhatsApp'da Paylaş!   Telegram'da Paylaş!     Yazdır   E-Posta Gönder

Önceki Haber
Adana’da tren kazaları: Bir kişi hayatını kaybetti
Sonraki Haber
300 işçi, İstanbul Havalimanı'ndaki iş cinayetinden sonra iş bıraktı