Ana SayfaManşetFeminist yeni dalga ve kadın kazanımlarına yönelen hınç II – Derya Aydın

Feminist yeni dalga ve kadın kazanımlarına yönelen hınç II – Derya Aydın

HABER MERKEZİ – Feminizm yeni bir yükselişe geçerken, ırkçılık da benzer şekilde tırmanışta. Bu koşutluk tesadüf mü? Kadına dönük amansız nefret ve şiddetin arkasında hangi itici etkenler var? Bu hınç ve nefret karşısında kadınlar ne yapıyor/ne yapmalı? Derya Aydın’ın yazı dizisi bu konuya odaklanıyor. Dizinin ilk bölümü yükselen kadın mücadelesine dönük nefret ve saldırıları merceğe alıyordu. Bu bölümde yükselen yeni dalga feminizm ve dünyadaki örnekleri var. Son bölümde ise Rojava Kadın Devrimi olacak. Dizinin ikinci bölümüyle devam ediyoruz.


Derya Aydın


“Bu koşullarda kenara çekilip olup biteni izlemek artık mümkün değil; feministlerin safını belli etmesi gerek.”[1]

Şiddetin mi yoksa şiddetin görünürlüğünün mü arttığına dair söylemler birçok iktidar tarafında dolaşıma sokuladursun, kadınlara, eşcinsellere, translara ve uyumsuz cinsiyetlilere yönelik gerçekleştirilen cinayetlerin her gün katlanarak devam etmesi[2] kuşku yaratmaya yer vermeyen gerçek kanıt olarak önümüzde durmaktadır. Bu gruplara yönelik şiddetin düzenli olarak arttığına dair birçok veri mevcut. Üstelik bu artış yalnızca Güney Amerika, Sahra altı Afrika veya Ortadoğu gibi yoksul bölgelerde gerçekleşmiyor, Amerika, Kanada ve Avrupa gibi gelişmiş bölgelerde de artış söz konusu.[3]

Bu yeni şiddet dalgası ekonomide yaşanan dönüşümlerle beraber kapitalizmin yeni sömürgeciliği tesis ederken içine girdiği krizle ilgilidir. Ancak bu tırmanış 70’ler boyunca kapitalizme ciddi bir darbe vuran Siyah Hareket gibi sömürgecilik karşıtı, feminist ve apartheid karşıtı antikapitalist mücadelelerin eski gücünü kaybetmesiyle de ilgilidir. Reel Sosyalizmin çöküşünden sonra hak ve eşitlik mücadelesi yürüten antikapitalist sol hareketler küresel düzeyde bir güç kaybı yaşadı. Ortaya çıkan yeni solcu ve antikapitalist mücadelelerin büyük çoğunluğu kısa süre içerisinde sönümleniyor. Süregiden kapitalist sisteme alternatif olma iddiasını ortaya koyan; toplumsal cinsiyet eşitliğini, kimliklerin farklı taleplerini ve ekolojist mücadeleyi merkeze alan, sınıfa duyarlı Zapatista ve Rojava deneyimleri gibi antikapitalist hareketlerin sayıları ise bir elin parmaklarını geçmediği için bu mücadeleler küresel düzeyde sağın yükselmesinin önüne geçemiyor. Neredeyse bütün alternatif ideoloji ve mücadelelerin eridiği bir dönemde, siyasetin gittikçe sağa kaymasına ve ırkçılaşmasına yol açan kapitalizm karşısındaki bu boşluk kadınların konumunu doğrudan etkiliyor.

Kadınlar kamusal alana çıkma mücadelesini yürütürken daha fazla eşitlik ve özgürlük elde edebileceklerini, böylece şiddeti minimize edeceklerini umuyordu. Ancak, böyle olmadı. Uzun soluklu bir mücadele sonucu erkek egemen sistemin sömürü, baskı ve dışlama politika ve pratiklerine itiraz eden kadınlar daha görünür olmaya başladıkça kapitalizm karşısındaki alternatiflerin erimesiyle eş zamanlı olarak kapitalizmin hedef tahtası haline geldi. Nitekim sendikal mücadelenin ciddi biçimde azaldığı bir dönemde diğer talepleriyle beraber kadınların sağlık ve barınma hakkını da gündeme alması, kadınların yalnızca mücadele yükünü arttırmadı; bu süreç kadınları daha hızlı/kolay kapitalizmin hedefi haline de getirdi.

Kadınların bugün feminizm mücadelesinin tarih boyunca erişemediği bir yükseliş yakalayabilecekken çok kolay bir biçimde yine görülmemiş bir şiddetle karşı karşıya kalabiliyor olmasının temel nedenlerinden biri bu. Yani kapitalizmin karşısında alternatif kıtlığının yaşanması dolayısıyla kadınlar ve kadın mücadelesi daha kolay biçimde saldırıya uğruyor. Çünkü feminist mücadeleyi anaakımlaştıran bütün girişimlere rağmen kadın grevlerinde bir kez daha yeni bir biçimde karşımıza çıktığı gibi kadınların süregiden mücadelesi küresel düzeyde önemli bir antikapitalist deneyim.

Kapitalizmin şiddet saldırısına karşı bir başkaldırı: Yeni feminist dalga

Yerleşik algıları altüst eden feminist yeni dalga ücretli ve ücretsiz kadınların emekleriyle dünyanın dönmesini sağlıyor.

Kadınlar kapitalizmin son derece yıkıcı ve dünyanın dört bir yanına sirayet etmiş politikaları karşısında katlanılabilir bir yaşam inşa etmek için yeni alternatifler yaratmaya çalışıyor. Bu yeni egemenlik ve sömürge biçimlerine karşı yeni bir kadın mücadelesinin gerekli olduğunu savunan ve kadınları mücadeleye çağıran küresel düzeyde birçok eylem yapılıyor ve birçok yeni kadın “manifestosu” yazılıyor. Bu metinlerden biri Arruzza, Bhattacharya ve Faraser (2019) tarafından kaleme alınan “%99 için Feminizm: Bir Manifesto.” Yazarlar, kadın mücadelesinin haklılığını ve gerekliliğini şöyle ifade ediyor:

“Atmosferi zehirleyen, demokratik yönetime dair her türlü iddiayı gülünçleştiren, toplumsal becerilerimizi kırılma noktasına kadar zorlayan ve büyük bir çoğunluğun yaşamını giderek kötüleşen koşulları altında sürdürmesine yol açan kapitalizmin [küresel ve finansallaşmış neoliberalizm aracılığıyla] yinelenişi her türden toplumsal mücadelenin önem kazanmasına, en mütevazi reformalar için sergilenen ılımlı çabaların bile hayatta kalma savaşına dönüşmesine yol açtı.”

%99 için Feminizm: Bir Manifesto ile ilgili görsel sonucu

Nitekim son çeyrek asırda, kadın mücadelesi dünyanın birçok yerinden antikapitalist mücadelelerin merkezinde yer almayı başardı. Meksika’dan Katalanya’ya, Arjantin’den Kürdistan’a kadar dünyanın birçok yerinden antikapitalist ve antikolonyal hareketlerin merkezinde kadın mücadelesi yer almaktadır.

Kadınların, özgürlük mücadelesinin en önünde yer alması yeni değil. Bunun en çarpıcı iki örneği kuşkusuz Fransız Devrimi ile Ekim Devrimi’dir. Ancak bu iki devrimin sonucunda da büyük oranda devrim sonrasına ertelenen umutların gerçekleşmediği herkesçe bilinen bir gerçek. Bu deneyimlerin kadın mücadelesine aktardığı hafıza ise ‘devrim içerisinde devrim yapma’ ilkesinin gerekliliği oldu. Bu nedenle kadınlar artık, karşı karşıya kaldıkları şiddetin her yere nüfuz eden karakterini de göz önünde bulundurarak birçok cephede karşı direniş örgütlemek zorunda olduklarının farkında. Nitekim, birçok yerde bir taraftan ticari girişimler ve kaynakların sömürülmesi yoluyla kurulan yeni sömürgeciliğe karşı diğer taraftan yerleşik/normatif cinsiyetçi yargılara karşı toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadın özgürlüğü mücadelesi sürdürüyor. Bu haliyle kadın mücadelesi birçok mücadelenin kesişim kavşağı olarak konumlanmış durumda.

Öte taraftan, kadın mücadelesi bir taraftan kapitalizmin yıkıcı etkilerinden kurtulmak için yeni derzler/kaçış yolları ararken diğer taraftan feminist mücadelenin altını oyan iç ve dış tehlikeleri sorguluyor. Feminist yeni dalga feminizmi sistem karşıtı bir konuma yerleştirerek mücadelenin gerekliliği ve haklılığını haykırıyor. Ancak bu kadınlar kazanımlara yönelen tehlikeleri yalnızca dışarıda değil, içeriye dönük de radikal bir sorgulamaya girişiyor. Feminist yeni dalga öncüsü kadınlar/örgütler bir taraftan elde edilen kazanımların olabildiğine eşit dağılımını sağlamak amacıyla kadın mücadelelerinin kimleri kapsadığı ve kimleri dışarıda bıraktığını sorgulayarak demokratik ve eşitlikçi mekanizmalar oluşturma çabası veriyor. Aynı şekilde, feminizmin ortaya çıktığı günden beri sorunsallaştırdığı güç ilişkilerini/iktidarı/tahakküm biçimlerini kadın mücadelesi cephesinde çözmeye çalışıyor.[4]Ayrıca, dünyanın farklı yerlerindeki benzer deneyimleri buluşturmak amacıyla küresel düzeyde ağlar kurmaya çalışıyor.

Kadınların yeni direniş stratejileri

En militanca grev ve kavgalar toplumsal yeniden üretim meydanında vuku buluyor.

Kadınlara yönelik yeni bir savaşın başlatıldığına dair kanıtlar her geçen gün çoğalırken kadınlar bu şiddete son vermek için yeni direniş stratejileri ortaya koymaktadır.[5] Peki bu direnişleri yeni kılan nedir ve öncekilerden farkı nedir? Bunlar hangi direniş stratejileridir?

“Gülümseme mecburiyetini rafa kaldıran” Grev Feminizmi

Kadın mücadelesinin ortaya koyduğu yeni stratejilerin başında kadınların icat ettikleri ve yeni bir tür politikaya aşıladıkları grevin yeni biçimleri[6] gelmektedir. Birçok ülkede devam eden kemer sıkma politikalarına karşı gerçekleşen protestolara grevin yeni biçimleriyle kadınlar öncülük etmektedir. Feminist hareketin grevi yeniden icat ettiğine dair ilk örnek yakın zamanda Polonya’da karşımıza çıktı. 2016 yılında “kürtaj yasağı” yasa tasarısını geri çektirmek amacıyla “Kara Pazartesi” eylemlerine yüz binden fazla kadın katıldı. Aynı yıl İzlanda’da kadınlar “eşit işe eşit ücret” talebiyle grev başlattı. Benzer şekilde, doğum kontrol yöntemleri ve sağlık hizmetlerine erişime yönelik engeller gibi hükümetin kemer sıkma politikalarına ve kadınlara yönelik şiddetin artmasına karşı, İtalyalı kadınlar Kasım 2016’da sokağa döküldü. Avrupa’daki bu grevlere ‘Ni Una Menus’[7]sloganıyla Arjantinli kadınlar eşlik etti. Kadınlara yönelik şiddete karşı katlanarak artan Arjantinli kadınların öfkesi Lucia Peres’in katledilmesiyle sokaklara taştı. Bu dalga Amerika’da öğretmenlerin grevine, İrlanda’da suyun özelleştirilmesine karşı mücadele, Hindistan’da temizlikçi işçilerin eylemine şeklinde devasa bir sele dönüşerek İspanya, Güney Kore, Brezilya, İrlanda, Türkiye, Meksika ve Şili gibi birçok yere yayıldı. Dört kıtada ve birçok ülkede oldukça yaygınlaşan bu protestoların son örneğine ise başını Şilili ve Fransalı kadınların çektiği son 25 Kasım protestolarıydı.

Düşük ücretlerle değersizleştirilen ve ücretli emek dışındaki emeği yok sayılan kadın emeğine yeniden bir değer atfetme amacıyla yapılan bu grevler dalgası yeni birçok özelliğe sahip. İlk olarak özellikle uzun süredir neoliberalizmin etkilerinden dolayı gittikçe daralan grev repertuarını oldukça genişletiyor[8]. Kadınlar grevleri demokratikleştirip kapsamını olabildiğine genişletiyor. Yükselen yeni feminist mücadele bir taraftan sokaklara dökülürken diğer taraftan yürüttükleri hashtag kampanyalarıyla sosyal medyayı yeni bir eylem alanına dönüştürdü. Öyle ki, tahakküm ve sömürünün en yaygın alanlarından biri olan gösteri ve medya dünyasını daha önce görülmemiş biçimde kadına yönelik şiddete karşı harekete geçirmeyi başardı.[9]

Bu grevler ayrıca, uzun zamandır altı oyulmaya çalışılan, elde edilen kazanımları kapitalizmin hizmetine sunan ve köklerinden koparan ticari ve liberal feminizme de yeni bir karşı hamle olarak ortaya çıktı. Arruzza, Bhattacharya ve Faraser, uluslararası bir hareket haline gelen bu yeni kadın eylemlerinin sendikal mücadelenin oldukça zayıf olduğu bir zamanda ortaya çıkması dolayısıyla zamanlamasının “mükemmel” olduğunu ve “sınıf mücadelesinin yanaklarına kan taşıdığını” savunuyor. Benzer şekilde, bu eylemlerin liberal feminizm tarafından uzun zamandır altı oyulan 8 Mart’ı yeniden özüne kavuşturduğunu/politikleştirdiğini savunuyor:

“Depolitikleştirmenin pırıltılı incik boncuklarını -geç kahvaltıları Mimozaları hediye kartlarını- bir kenara fırlatan grev katılımcıları bugünün işçi sınıfı ve sosyalist feminizmdeki unutulmaya yüz tutmuş tarihsel köklerini yeniden sahneye koydular. …. İşçi haklarını yeniden canlandıran günümüz feminist grevleri işçi hakları ve toplumsal adalete ilişkin tarihsel mücadelelerdeki köklerimizi geri kazandırıyor”(17).

Bu açıdan bu feminizmin bugün işçi hakları ve toplumsal adalete ilişkin mücadelenin merkezi haline geldiğini ve direnenlere yeni bir umut aşıladığını ileri sürmek abartılı olmayacaktır.

Dünyayı saran kadınların yeni eylem dalgası Türkiye’de de önemli bir yankı buldu. Özellikle son dönemlerde binlerce kişinin katıldığı, Taksim’deki feminist gece yürüyüşü ve onur yürüyüşleri başta olmak üzere toplumsal cinsiyet eşitliği ve özgürlüğün talep eden eylemlere katılımı önemli oranda arttırdı. Yine Özge Can, Şule Çet ve Emine Bulut cinayetleri sonrası kadınlar kitlesel eylemlerle şiddete karşı çıktı. Öte taraftan ciddi baskılara maruz kaldığı için son birkaç yılda yeterince görünür olmasa da LGBTI+’ların mücadelesi onur yürüyüşlerinde görüldüğü gibi Türkiye’de muazzam bir kitleye ve güce kavuşmuş durumda.

Türkiye’de ve Kürdistan’da süregiden kadın özgürlük mücadelesi ise özellikle sömürgecilik karşıtı kadın hareketlerinin birçoğunda olduğu gibi ırkçılık, şiddet ve cinsiyetçilik karşıtı çok yönlü bir mücadele deneyimi şeklinde ortaya çıktı. Çatışmaların yıllarca sürdüğü bir coğrafyada, Cumartesi Anneleri ve Barış Anneleri’nin direnişlerinde ortaya çıktığı gibi Kürt kadınları maruz kaldıkları kurumsal şiddeti kamusal alanda çeşitli biçimlerde dile getirerek kimi zaman doğasına aykırı biçimde yası dahi direniş sahnesine çevirdi.[10]Öte yandan, kadınları aile içi şiddetten koruma ve kadınları güçlendirme amacıyla birçok mekanizma inşa edildi. Toplumsal alana dair karar alma mekanizmalarının parçası olma amacıyla kadınlar güçlerini kamusal alana taşıdı. Özellikle siyasi parti ve yerel yönetimlerin her kademesinde yürürlüğe konulan eşbaşkanlık uygulaması toplumsal cinsiyet eşitliğinin garanti altında alınması dünya kadın hareketine ilham veren önemli bir kazanım olarak ortaya çıktı.[11]Ancak özellikle son üç yıldır kolektif ve eşit yönetimi tam anlamıyla sağlayan eşbaşkanlık modeli büyük saldırı altında. Eşbaşkanlık kayyum atamasına gerekçe yapılarak kriminalize edilmeye çalışıldı. Kadın belediye eşbaşkanları görevden alınarak tutuklandı. Eşit temsiliyete yönelen bu saldırı küresel düzeyde kadınların varlığına ve kazanımlarına yönelen ırkçı ve mizojinist şiddetin Kürdistan’a izdüşümü olarak gerçekleşti. Ancak, bu saldırı dalgasına karşın Kürt kadınlarının mücadelesi hız kesmeden devam etmektedir.

Son olarak, 2011’de Ortadoğu’da ortaya çıkan “Arap Baharı” eylemlerine siyasi alanda var olma mücadelesi veren kadınlar yoğun biçimde dahil oldu. ‘Mısır’da Tahrir Meydanı’na ilk çıkan ve meydanı en son terk eden kadınlardı. Kadınların Tahrir’deki talepleri, ‘eşitlik, özgürlük, demokrasi’ydi. Benzer biçimde Libya, Tunus, Cezayir, Suriye, Sudan ve Yemen’de kadınlar sokakta aktif biçimde eylemlere yoğun biçimde katıldı. Şimdilik buralarda değişen tek şeyin yönetimlerin el değiştirmesi olsa da kadınların mücadelesinin buralarda birikmekte olduğunu ileri sürmek yanlış değil.

Yeni bir enternasyonal: Küresel düzeydeki kadın buluşması

Kadınların farklı yerlerde ve çeşitli biçimlerde patriyarka ve kapitalist ittifaka karşı isyan etmesi; cinsiyetçi baskı, sömürü ve şiddetten azade bir toplum için eş zamanlı ve birlikte haykırması küresel düzeyde bir kadın buluşmasını oluşturmaktadır. #MeToo, #NiUnaMenos, #TimesUp ve #Feminsm4the99 gibi sosyal medyada büyük yankı uyandıran eylemler ulus devlet sınırlarını yerle bir eden, yeni bir enternasyonele kapı aralayabilecek eylemler şeklinde tarihe geçti. Nitekim bu eyleme pratikleri yatay ve çok boyutlu örgütsel ağlara dayanmakta ve yerel ile evrensel arasındaki bağları güçlendirmektedir.

Kadınların yalıtılmışlıktan kurtulma ve diğer kadınlarla bir araya gelme kararlılığı kadın mücadelesinin başarısı için oldukça önemli. Kadınlar için, bu ağların kurulması, sisteme karşı durabilmenin, kazanımları kalıcılaştırmanın ve herkesin bunlardan yararlanabilmesini sağlamanın önemli bir aracı. Yeni bir yaşam inşasına dair umut vadeden kadınların bu buluşması 21. yüzyılın kadın kazanımları açısından önemli bir yüzyıl olmasının kapısını aralayacak dikkate değer işaretler olarak karşımızda durmaktadır.

Kadınların yeni savunma stratejileri: Özsavunma

Kadınlar iktidarların şiddeti önleye[bile]ceğine dair inancını gittikçe kaybediyor. Birçok kadın artık, kadın bedenine yönelen şiddetin devlet tarafından engellemesi bir yana aile içi şiddeti kışkırtan yargı kararları ve kolluk güçlerinin kullandığı şiddetin her geçen gün artması dolayısıyla bu inancını tamamen yitirmek üzere. Buna rağmen iktidarların çoğu kadına yönelik şiddetin neden arttığı sorusuyla dahi ilgilenmiyor. Dünyanın birçok yerinde güvence altına alınmış yasal hakların büyük çoğunluğu cinsiyetçi ve iktidar yanlısı belli grupların veya kişilerin tekelinde olduğunu ve kadınlara adalet getirmediğini gören kadınlar şiddete karşı yeni çözüm stratejileri geliştiriyor. Bu stratejilerin büyük çoğunluğu özsavunmaya dayanıyor.

Özsavunma ve bu kavram etrafında kadınlar cephesinde süregiden tartışmalar her geçen gün artıyor. Kadınların bedenlerini korumaya dönük stratejiler gündeme getirmesi yeni bir mesele değil ancak özsavunmanın belli pratikler özelinde ortaya çıkması eski bir deneyim değil. Kadın kazanımlarının gittikçe tehlike altına girmesi ve ulusal ve uluslararası yasaların ve sözleşmelerin bu şiddeti azalt(a)maması kadınların sorumluluk alıp ürettiği özsavunma gibi  stratejilere yönelmelerine neden olmaktadır.

Özsavunma kimi zaman Guatamala’da olduğu gibi köyleri dolaşarak tecavüzcü erkekleri teşhir etme şeklinde, kimi zaman da Hindistan’da görüldüğü gibi kadınların “çeyiz cinayetleri”ve tecavüze karşı örgütledikleri düzenli gösteriler şeklinde karşımıza çıkmaktadır.Bu gösterilerin birçoğu faillerin ikamet ettiği yerlerde ya da karakol önlerinde oturma eylemleri şeklinde gerçekleşmektedir. Her mahalle için oluşturulan gruplarla eylem yapan kadınlar katillerin isimlerini çağırarak onları utandıracak şarkılar söylemekte böylece yeni cinayetlerin yaşanmasının önüne geçmeyi ummaktadır.[12] 2006 yılında Hindistan’da yoksullara, kadınlara ve çocuklara karşı işlenen suçlarla mücadele etme amacıyla oluşturulan Gulabi Gang “Pembe Çete” adlı özsavunma birimine üye sayısının 400 bine yakın olduğu belirtilmektedir. Öte taraftan, Afrika’da da süregiden”cadı avlarına” karşı kampanyalar örgütleyen kadınlar köy köy gezerek cadılığa karşı erkeklerin harekete geçmesine yol açan çıkarları hakkında insanları bilgilendirerek bu cinayetleri engellemeye çalışmaktadır.

rojava jinwar ile ilgili görsel sonucu

Özsavunma kimi zaman ise Rojava örneğinde karşımıza çıktığı gibi kadınlardan oluşan düzenli savunma birlikleri kurma şeklinde olabilmektedir. Yine burada sadece kadınların ve çocukların yaşadığı Jinwar [kadın köyü/kadın diyarı] gibi bir köyün inşa edilmesi de bir özsavunma biçimi olarak okunabilir. Bu pratiklerin birçoğu korkunç düzeye varan kadın cinayetlerine son vermede naif çabalar olarak görünse de Rojava’da kadın düşmanı karanlık İŞİD ordusu durduran gücün kadınların öncülüğünde yürütülen bir özsavunma gücü olduğu unutulmamalıdır. Bu hakikat bugün küresel düzeyde kabul görmüş durumda. Yine erkek şiddetine karşı kadınları güçlendirmek amacıyla Ankara’da ve İstanbul’da bugün özsavunma derslerinin verilmesi bu naif görünen özsavunma pratiklerine olan güvenden ileri geldiği de hatırda tutulmalıdır.

Direnen öznenin gücü ve kırılganlığı

Kadınlar açısından birçok şeyin iyiye gittiği bir dönemde kadınlara yönelik saldırıların başlaması şaşırtıcı değil. Çünkü, kadın mücadelesi “militan ruhu” yeniden canlandırıyor. Üstelik bu yeni dalga yalnızca kapitalizmin vahşi neoliberal sömürü düzenine kafa tutmuyor, aynı zamanda “sınıf mücadelesini yeni eşi benzeri görülmemiş bir feminist, enternasyonal, çevreci ve ırkçılık karşıtı bir aşamaya taşıma ihtimalini”[13] taşıyor.Yani feminizm bugün sadece kadınlara değil sola da yeni bir direniş umudu yayıyor.Bu nedenle kadınların saldırıların hedefinde olması ve kazanımlarının tehlike altında olması kadın mücadelesinin/feminizmin ve LGBTİ+ların mücadelesinin güçsüzlüğünden değil, son yirmi yıldır kazanımlarını artmasından ileri geliyor. Bu tezatlık ilk etapta şaşırtıcı gelse de gücün aktığı/biriktiği merkezlere ve direnişin yükseldiği mücadelelere şiddetin yönelmesi yeni yaşanan bir gelişme değil. Sonuç olarak, kadın mücadelesi ortaya koyduğu yeni direniş stratejileriyle mücadeleye zirveye taşıdığı bir zamanda zayıflıktan değil, sahip olduğu güçten dolayı en yaralanabilir/kırılgan grup olarak kapitalist hıncın hedefinde yer alması bu nedenle şaşırtıcı değil ancak oldukça ironik.

Küresel düzeyde kadın protestolarının artması sistem açısından önemli birer tehdit olarak algılanmakta. Yine özellikle üçüncü dünya ülkelerinden kadınların kapitalizme, sömürgeciliğe, doğa talanına ve cinsiyetçiliğe karşı mücadeleyi eş zamanlı yürütmesi yani kadınların doğrudan sistemi hedef alması en büyük düşman olarak kodlanmalarına neden olmaktadır. Zapatista ve Kürt toplumundaki özyönetim süreçlerinin yaşandığı sahneler komünal ilişkileri yok eden neoliberal politikalara karşın bu ilişkilerin yeni biçimlerini tasavvur eden bu yönlü deneyimlerdir. Bu nedenle kapitalist şiddettin yoğunlaştığı bu merkezler sisteme yönelik saldırıların ortaya çıktığı aynı merkezler olması rastlantısal değil. Sözgelişi, bugün Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’ne yönelen saldırı aynı zamanda kapitalist ekonomi politiği ve cinsiyetçiliği alt üst eden; komünal ekonomiyi savunan ve kadın özgürlüğünü esas alan bir yaşam tahayyülüne yönelen bir düşmanlıktır.

Rojavaya yönelen saldırılar ırkçılıkla ilgili olduğu kadar, ataerkinin ciddi biçimde görünür olduğu yerlerden biri olan Ortadoğu’da kadın devrimi gerçekleştirerek yeni bir yaşam inşasında öncü rol oynayan kadınlara duyulan düşmanlık ve hınçla da ilgilidir. Çünkü dünya kadın mücadelesini miras alan Rojava Kadın Devrimi, ortaya koyduğu demokratik yönetim biçimiyle yeni bir toplumsal inşaya kapı aralayan önemli bir iddiadır. Özsavunmayı merkeze alarak toplumsal cinsiyet eşitliğini antikapitalist bir tarzda yeniden tasavvur eden Rojava kadın deneyimi dünya kadın mücadelelerine yeni bir ilham veriyor.Bu nedenle, Rojava’ya yönelen şiddetin dozu Rojava’da inşa edilen antikapitalist, antikolonyal ve cinsiyetçilik karşıtı yaşam düzeyi ile doğru orantılıdır.


[1]Arruzza, Cinzia, TithiBhattacharya ve Nancy Faraser. 2019. “%99 için Feminizm: Bir Manifesto.” Sel Yayıncılık: İstanbul.

[2]Homofobi ve transfobinin de mizojini ve ırkçılıkla birlikte ilerlediğine dair birçok veri mevcuttur. 2010 ila 2016 yılları arasında ABD’de öldürülen 111 trans ve uyumsuz cinsiyetli kişilerin çoğunun siyah kadınlar olması bunun kanıtıdır (Federici. 2019: 76).

[3]BM’in geçtiğimiz Temmuz ayında, yayınladığı rapora göre 2017’de 50 bin kadın eşleri, sevgilileri ya da aile üyeleri tarafından öldürüldü. Yine, 1980’lerden beri ABD’de kadın cinayetlerinin düzenli bir şekilde arttığı ve her yıl üç binden fazla kadının öldürüldüğü kayıt altına alınmıştır. Öte taraftan, 1991 ile 2001 yılları arasında en az 23 bin kadın ‘cadı’ suçlamasıyla öldürüldü.  Benzer şekilde başını Fransa ve İspanya’nın çektiği Avrupa ülkelerinde de veriler kadına yönelik şiddetin arttığını ortaya koyuyor. Günde en az bir kadının erkekler tarafında öldürüldüğü Türkiye’de ise durum Avrupa’dan çok daha vahim. Dünya Ekonomi Formunun Cinsiyet Eşitliği endeksinde de Guatemala, Etiyopya ve Kuzey Kore’nin arkasında kalarak 149 ülke arasında 131. sırada yer aldı.

[4]Kadınların erkeklerle ilişkisi kadar kadınların birbiriyle ve çocuklarla ilişkisinin de tahakküm ve güç ilişkilerden bağımsız ele alınmayacağını ve femnist mücadelen

İn erkeklerdin de dahil olabileceğini savunan BellHooks’un ‘Feminizm Herkes İçindir’ adlı eseri ile ‘Arruzza, Cinzia, TithiBhattacharya ve Nancy Faraser (2019) “%99 için Feminizm: Bir Manifesto” bu yönlü iki çalışmadır.

[5]Bu deneyimler için bkz: JineolojiDergisi‘Kadın Direniş Yöntemleri I’ Sayı 11: Ekim, Kasım, Aralık 2018. ‘Kadın Direniş Yöntemleri II’ Sayı 12: Ocak, Şubat, Mart 2019.

[6] (Arruzza, Cinzia, TithiBhattacharya ve Nancy Faraser, 2019, 18).

[7] Bir kişi daha eksilmeyeceğiz.

[8] (Arruzza, Cinzia, TithiBhattacharya ve Nancy Faraser, 2019, 18).

[9] #MeToo, #NiUnaMenos, #WeStrike, #TimesUp ve #FeminizmForthe99 bu eylemlerden birkaç tanesi.

[10]Aydın, Derya. (2018). ‘Kürdistan’da Direnişe Dönüşen Yas: Cumartesi Anneleri, Barış Anneleri ve Meya-Der Deneyimi’ Jineoloji Dergisi Sayı 11 Ekim, Kasım, Aralık. Ss: 119-148.

[11]Eşbaşkanlıkuygulaması Die Linke gibi siyasi partilerce uygulanıyor olsa da HDP’nin yerel yönetimlerde uyguladığı bu sistem dünyada bir ilk.

[12]JineolojiEnternasyonelKollektifi. Jineloji Dergisi: ‘Kadın Direniş Yöntemleri II’ Ocak, Şubat, Mart 2019 ve Federici, 2019.

[13]Ss: 17 ve 19


Yeni feminist dalga ve kadın kazanımlarına yönelen hınç I – Derya Aydın

Previous post
Ekonomide büyüme rakamları açıklandı: İktisatçılar ne diyor?
Next post
Türkiye, Down Sendromlular Dünya Judo Şampiyonası'nda iki altın madalya kazandı