Ana SayfaManşetTarihsel Kürt-Türk ilişkileri dinamitlenirken – Ebru Günay

Tarihsel Kürt-Türk ilişkileri dinamitlenirken – Ebru Günay


Ebru Günay*


Cumhuriyetin kuruluşundan sonra resmi ideolojinin Kürtlere karşı uyguladığı yüz yıllık imha ve inkâr politikası, AKP-MHP öncülüğünde oluşturulan Kızıl Elma koalisyonu ile Kürdistan’ın diğer parçalarını da yayılma alanı haline getirmek istiyor. Son yıllarda Başur ve Rojava’ya yönelik işgal saldırıları yeni Osmanlıcılık rüyasını kuvveden fiile çıkarma çabaları olarak gelişti. Beyaz Türk faşizmine Siyasal İslam sosuna bulanmış Yeşil Türk faşizminin eklenmesiyle başlatılan yeni seferin sonucunu hep birlikte yaşayarak göreceğiz ancak Türk-Kürt ilişkilerinin yeni bir döneme girdiği rahatlıkla söylenebilir.

İki halkın bin yıllık ilişki seyrinde zaman zaman karşı karşıya gelme durumu olsa da ilişkilerin seyrini belirleyen husus uzlaşma ve ortaklaşmaları olmuştur. Son yüz yıllık süreçte çatallaşan ve cumhuriyetin kuruluşundan sonra Kürt halkının inkârı ve imhasına bina edilen politikalarla giderek zayıflayan ilişkilerin mahiyetini ve geleceğini daha iyi öngörmek için tarihi seyrine bakmakta fayda var.

Bu anlamda Türk-Kürt ilişkilerine yönelik yoğunlaşması, çözüm çabaları ve pozisyonu itibarıyla Sayın Abdullah Öcalan’ın konuya ilişkin tespit ve değerlendirmeleri oldukça önemli ve çarpıcıdır. Zira Öcalan geliştirdiği değerlendirmeler bağlamında kör düğüme dönüşen Kürt-Türk sorunsalına birinci dereceden muhatap olarak çözüm ve çıkış yolu sunuyor.

İlişkilere ilk sabotaj: Beyaz Türk faşizmi

Toplumların esas hali; uzlaşan, birbirini yok etmeyen, karşılıklı birbirini beslemeyi esas alan ortak yaşamlardır. Doğallığında daha çok bu (simbiyotik-yapıcı) diyalektik öz işler. Yıkıcı-yok edici, aşırı ötekileştirici ilişki biçimleri istisnaidir ve kaynağını iktidarın merkezileştirilmesi ve tekleştirilmesini sağlamak için tepeden saltanat/iktidar lehine zorla dayatılan toplumsal mühendislik operasyonlarından alır.

Kürtlerin Türklerle ilişkilerinde varlıkları asimilasyonla ya da askeri zorla tehdit altına girsin diye değil, varlıklarını birlikte daha güçlü korumak ve geliştirmek için bu stratejiyi benimsediklerini çok iyi anlamak gerekir. Tarihsel derinliği olan bir zihniyete sahip Türkler için de aynı stratejik mantık geçerlidir.

Objektif olarak Batı ajanlığı anlamına gelen Beyaz Türk faşizminin son yüz yıldır bu stratejik mantığı ve tarihsel işleyişi inkâr eden tavrının temelinde, her iki toplumsal kültüre karşı komplocu niyet ve uygulamaları vardır. Daha inşa edildiği ilk dönemlerden beri özü böyle olan ilişkileri esas alan Kürtlere inkâr, imha, asimilasyon ve soykırımı dayatmak, her iki toplumsal kültüre en büyük ihanet olup iki tarafın birlikte kaybetmeleriyle sonuçlanacaktır. Bu ilişki diyalektiğinin son yüz yıllık serüveni Türk-Kürt ilişki diyalektiğinin özünü önemli oranda değiştirmiştir.

İttihatçılıkla başlayan Beyaz Türk faşizmi politikaları Kürtlere inkâr ve imhayı dayatmıştır. İlişkilerinin üçüncü stratejik ortaklığıyla vücut bulan cumhuriyetin kuruluşu kısa süre içinde ilişkinin özüne aykırı bir seyrin içine girerken, 19. yüzyılda gelişen ve İttihatçılık olarak mayalanan faşist eğilim cumhuriyet sonrası da Kürt inkârını sürdürmüştür. İnkâra karşı gelişen itiraz, her ne kadar önemli bir bölümü katliam olsa da, devletin resmi kayıtlarına göre 29 isyana vesile oldu. Katliam ve isyanlarla geçen bu dönem aynı zamanda Türklüğün varlığını Kürtlüğün yokluğu üzerine bina eden Beyaz Türk faşizminin kurumsallaşma sürecidir.

Öcalan farklı çözüm yollarına açık oldu

Çıkış aşaması itibariyle Öcalan’ın önderliğinde başlayan mücadele süreci bağımsız bir ülke hedeflese de Ortadoğu’nun tarihsel, sosyolojik, siyasi ve kültürel mirasını sürekli gözeterek farklı çözüm seçeneklerine hep açık oldu. Öcalan henüz silahlı mücadelenin en yoğun olduğu 90’lı yıllarda Ortadoğu Federasyonu’nu önererek bölge halklarına ve devletlerine ortak çözüm çağrısı yaptı ve bunun politikasını izledi. Emperyalizmin milliyetçi, mezhepçi ve ırkçı politikalarla halkları ve ezilenleri birbirine kırdırtan stratejisinin farkında olan Öcalan, mücadele yaşamı boyunca bu tuzağa düşmemeyi temel önceliklerinden biri olarak gözetti. Çözüm üretecek farklı seçenekler ve modeller geliştirerek siyasetin hizmetine sundu. Bölgesel çözüm seçeneklerinin yanı sıra Kürdistan’ı hâkimiyetinde bulunduran dört ülkeye yönelik farklı siyasi alternatifleri şekillendirdi. Ancak kapitalist modernite sistemi tarafından halkların hilafına suni bir şekilde oluşturulan bölgesel, statükocu ulus devletçikler halkların eşit ve ortak yaşamından ısrarla kaçındı. Farklılıkları öteleyen tek tipçi, faşist ve despotik politikalarını Kürtler başta olmak üzere bölge halklarına dayattı ve dayatmaya devam ediyor.

Öcalan’ın demokratikleştirilmesi için en fazla emek ve çaba harcadığı ülke ise kuşkusuz Türkiye’dir. 90’lı yılların başından itibaren Kürt meselesinin demokratik yollarla çözülmesi stratejisini önceledi. 19 Mart 1993’te Bekaa’da tek taraflı ateşkes ilanı bu sürecin Öcalan tarafından resmi ilanıydı. Bu tarihten sonra da Kürt meselesinin diyalog ve müzakereyle demokratik yollarla çözüm stratejisi kapsamında defalarca tek taraflı ateşkesler ilan etti. Çözüme hizmet edebilecek seçenekleri ve modellerini geliştirdi, tartışmaya açtı. Kürt halkının temsili olarak mütemadiyen bir muhatap aradı. İmralı süreci, Öcalan’ın bu stratejik yaklaşımını -birçok gücün ve aktörün bekletişinin aksine- değiştirmedi. Bu perspektifi daha da derinleştirerek sadece Kürt sorunu değil bölgesel ve küresel sorunlara kaynaklık eden nedenleri sistemsel bağlamda ele alma, ülkelerin ve halkların kültürel, sosyolojik, politik gerçekliğine dayalı çözüm modelleri geliştirmeye devam etti.

Demokratik Modernite sistemi kapsamında demokratik konfederalizm çözümü Öcalan’ın 1993 yılında başlayan arayışının formüle edilmiş halidir. Gerek AİHM’e sunduğu savunmalarında, gerek devletle gerekse adaya giden heyet ve avukatlarıyla yaptığı görüşmelerde bu çabalarını halkların hizmetine koyma mücadelesi verdi. Oluşturduğu müktesebatla Türkiye’yi demokratik çözüme hazırlamayı, zorlamayı amaçladı. Türkler ve Kürtler başta olmak üzere Ortadoğu halklarının kapitalist modernite sistemi tarafından hapsedildikleri cendereden çıkmasının gayretinde oldu.

Kapitalist modernite sisteminin kaosuna dair yaptığı tespitler, değerlendirmeler ve dikkat çektiği tehlikeler son on yılda Ortadoğu gerçekliğinde somutlaştı. Önerdiği çözüm önerilerinin ötesinde ise ne kapitalist sistemin ne de statükocu despotik ulus devletlerin bir çözüm olmadığı her geçen gün daha görünür oluyor.

Öcalan şahsında Kürt siyasal liderliğinin Kürt-Türk tarihi ilişkileri ve ittifaklarını gözeterek geliştirdiği çözüm yaklaşımına karşı Türk devletinin tutumu İttihat Terakki zihniyetini aşmadı ya da aşamadı. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın farklı yaklaşımları olsa da şüpheli ölümü bu çabasının sonu oldu. Daha sonra Necmettin Erbakan ya da askeriye içinde Eşref Bitlis gibi kimi cılız çıkışlar ve çabalar olsa da Türk devleti Kürt-Türk ilişkilerinde yeni bir dönüm noktasını başlatacak bir siyasi çözüm anlayışı ve bunun muhatabını geliştiremedi. İttihatçı Beyaz Türk faşizminin müesses nizam haline getirdiği imha ve inkâr politikaları geçerliliğini korudu.

Öcalan’ın zorlaması ve inisiyatifiyle geliştirilen Çözüm Süreci tarihsel Kürt-Türk ilişkilerinde yeni bir başlangıç yapma olanağının zeminini oluşturdu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geldiği siyasi geleneğin resmi ideolojiyle rekabeti ve iktidarının ilk yıllarındaki yaklaşımları yeni politikalar geliştirmek istediği izlenimini yarattı. Elbette Kürt siyasal liderliği başta olmak üzere birçok çevre tarafından bu geleneğe yönelik şüphelerin varlığı baki olmakla birlikte, çözüm fırsatı ve olanaklarının sonuna kadar zorlanması adeta mecburiyetten doğan bir tercihti.

Bu gerçeklikle birlikte Öcalan, Kürt-Türk ilişkilerinin imha ve inkâr parantezinden çıkarılarak eşitlik temelinde ortak vatan paydasında yeniden tesis edilmesi için muazzam bir çaba harcadı. Ancak Öcalan’ın tarihsel ve toplumsal mirasa dayanan stratejik yaklaşımına karşı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve temsilcisi haline geldiği müesses nizamın yaklaşımının taktiksel olduğu Ortadoğu’daki gelişmelerle açığa çıktı. Tabiri caizse Güney ve Batı Kürdistan’daki gelişmeler karşısında takke düştü, kel göründü. Türk devleti ve Beyaz Türkçü faşizminin ne Türkiye’de ne de Ortadoğu’da Kürtlerin varlığını kabule dayalı bir niyetinin olmadığı aşikâr oldu. Aksine Kürtlerin yokluğuna dayanan bir Türkiye ve Ortadoğu hâkimiyeti ya da daha doğru tabirle rüyası vardı.

Yeşil Türk faşizmi ve Kürde yeni düşmanlık

Kürtlerin Ortadoğu’da siyasal bir varlık olarak güç kazanmasına paralel olarak Beyaz ve Yeşil Türk faşizmi adeta kucaklaştı. Kürtlerin yokluğu üzerine kurulan ortaklık neticesinde içeriden Kürtlerin kültürel, sosyal ve siyasal tüm örgütlü yapılarının dağıtılması, Kürtlük adına her şeyin kriminalize edilerek yasaklanması ve dışarıda da kazanım, statü elde etmelerini engellemeye dayalı topyekûn bir savaş konsepti hayata geçirildi. Irak’ta, Suriye’de Kürt’ün hiçbir hak kazanmasını hazmedemeyen bir anlayışın Türkiye’de Kürtlere herhangi bir hak tanıması eşyanın tabiatına aykırı olduğundan, Çözüm Süreci ile nelerin amaçlandığı da açığa çıkmış oldu.

Kürtler Çözüm Süreci’ne Türk-Kürt ilişkileri açısından yeni başlangıç olarak bakarken, Türk devletinin imha ve inkâr politikasını farklı yöntemlerle sonuca götürme aracı olarak baktığı artık kesinleşmiş durumda. Carl Smith der ki; “Bir sorun müzakerelerle çözülür; eğer siyasal müzakere yoksa savaş vardır.” Yani siyasal bir sorunu müzakere ederek çözersin ya da o sorunu silahlı güçlere havale edersin, bu da savaş anlamına gelir ki, toplumsal bir yıkımı da beraberinde getirir.

Kürtsüz bir dünya hedefiyle son yıllarda devreye konulan top yekûn savaş konseptinin bin yıllık Kürt-Türk ilişkileri yeni bir döneme girdi. Maalesef bu süreç çözüme dayalı yeni bir ortaklık ya da başlangıca işaret etmiyor. Aksine giderek kopuşun hızlandığı ve son yüz yılda Beyaz Türk faşizminin geliştirdiği imha ve inkâr politikasından kaynaklı katliam, kıyım ve savaş sürecinin içinde bulunduğumuz yüzyılda da devam ettirilmesi anlamını taşıyor. Kürdistan’ın dört parçasında yaşayan Kürtlerin düşman görüldüğü ve yok edilmesinin hedeflendiği algısı hatta daha doğru tabirle gerçeği, Kürtler açısından tartışma götürmez derecede netlik kazandı. Türk milliyetçiliği ve ırkçılığıyla beslenerek geliştirilen Kürt düşmanlığının önümüzdeki döneme ciddi yansımaları olacaktır.

Milliyetçilik ve ırkçılığın yansımaları çok keskin ve yıkıcıdır. Etki-tepki diyalektiği gereği yeni Türk milliyetçiliğinin karşıtını geliştirmesi eşyanın doğası gereğidir. Erdoğan-Bahçeli öncülüğünde gelişen ve milliyetçiliği bayrak edinen yeni Beyaz-Yeşil Türk faşizmi, Türkiye başta olmak üzere Ortadoğu sathına Türk-Kürt savaşının zeminini sonuna kadar açacaktır. Beyaz Türk faşizmine rağmen İslam ümmetçiliği, ortak geçmişe dayalı tarihsel ve toplumsal faktörler Kürtler ve Türkler arasındaki bağları koruyordu. Ancak AKP iktidarıyla birlikte ümmetçiliğin Yeşil Türk faşizminin ince bir perdesinin ötesinde olmadığı gün gibi ortaya çıktı. AKP öncülüğünde gelişen Yeşil Türk faşizminin son on yıldaki politikaları Türk-Kürt ilişkilerinde belki de son bağ olan ümmet ve ‘din kardeşliği’ denilen mevhumu da hallaç pamuğu gibi attı.

Beyaz Türk faşizmine rağmen İslam ümmetçiliği, ortak geçmişe dayalı tarihsel ve toplumsal faktörler Kürtler ve Türkler arasındaki bağları koruyordu. Ancak AKP iktidarıyla birlikte ümmetçiliğin Yeşil Türk faşizminin ince bir perdesinin ötesinde olmadığı gün gibi ortaya çıktı.

Türk milliyetçiliği gemi azıya aldıkça karşısında Kürt milliyetçiliğinin level atlamasıyla sonuçlanacaktır. Nitekim Güney Kürtlerinin bağımsızlığına karşı gösterilen tavır ve Rojava’ya dönük işgal saldırıları bu süreci oldukça hızlandırdı. Kürtler arasında ulusal ve milliyetçi duyguların hızla gelişmesini ve yeni arayışları ilk gündem haline getirdi. Dört parça Kürdistan’da yaşayan Kürtlerin tüm kesimlerinde  Türk devletini temel düşman olarak görme algısı adeta ortak kabul haline geldi.

Türk-Kürt ilişkileri tarihsel, toplumsal ve kültürel bağlar yönünden tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar zarar görmüş ve ortadan kaldırılmıştır. Kimse kendini kandırmasın. Kürt’ün yasının Türk’ün bayramı, Türk’ün yasının Kürt’ün bayramı haline gelme süreci derinleşmiştir. Çok ciddi ve radikal bir politik değişim yaşanmazsa Kürt-Türk kopuşunun önüne geçilmesi artık mümkün olmayan bir evredir. Malazgirt, Çaldıran, Mercidabık-Ridaniye ve Türk Kurtuluş Savaşı nasıl Kürt-Türk ilişkilerinde ittifak kurma yönünde kritik dönemler olarak tarihe geçmişse Beyaz ve Yeşil Türk faşizminin 2015 yılından itibaren izlediği politikalar da Kürt-Türk ilişkilerinin kopuş tarihi olarak kayıtlara geçecektir.

Kürt halkı son yıllardaki gelişmeler ekseninde Kürt siyasi parti ve yapılarını yeni bir muhasebe sürecine zorlamaktadır. Bu anlamda önümüzdeki birkaç yıl boyunca Kürtler dıştan gelen saldırılara karşı yoğun bir mücadelenin yanı sıra içe yönelik de yeni bir tartışma süreci yaşayacaktır.  Şu an en fazla öne çıkan talep Kürt ulusal birliğinin sağlanmasıdır. Kürt siyasal liderliğini yapan yapıların bu talep ve tartışmalara ilgisiz kalması mümkün değildir. Önemli olan ulusal birliğin dayanacağı parametrelerdir. Kürt siyasi yapılarının bu anlamda küresel ve bölgesel gerçekliği gözeten farklı siyasi ve ideolojik yaklaşımları vardır. Bunlar biliniyor. Ancak despotik ulus devletlerden gelen saldırılar, inkar ve imha zihniyeti şu an var olan veya oluşacak olan yapılara kopuşu esas alan ulusalcı ve milliyetçi bir muhteva ile şekillenmeyi dayatma yönündedir.

Türk milliyetçiliğin Beyaz-Yeşil Türk faşizmi tarafından ırkçılık yönünde güçlendirildikçe de karşısında kopuşu ve radikalleşmeyi esas alan Kürt milliyetçiliğini bulması kaçınılmazdır. Bu da sonu kestirilemeyen bir savaş ve düşmanlık süreci demektir.

Kazananı muğlak olan Kürt-Türk düşmanlığı ve savaşının kaybedeninin Türk ve Kürtler başta olmak üzere tüm Ortadoğu halkları olduğu şimdiye kadarki pratiklerden görüldü. Dolayısıyla düşünülmesi ve değerlendirilmesi gereken husus bu kaybeden düşmanlığın ve savaşın önüne geçilebilir mi? Bu temelde Kürt siyasal önderliğinin yaklaşımları nettir. Öcalan, 12 Haziran avukatları ile yaptığı son görüşmede, “Tarihsel bir gösterge olarak Türksüz Kürt, Kürtsüz Türk var olamaz. Mezopotamya’da Kürtler bitirildiği vakit Anadolu’da Türklük adına da geriye bir şey kalmayacaktır” diyerek Türk-Kürt savaşının önüne geçmek istediğini beyan etti. Aynı görüşmede, “Bu birlikteliğin tüm Ortadoğu halklarının demokratik ve barış içerisinde yaşamaların önünü de açacağım. Esas ve çözümleyici olan demokratik siyasettir” diyerek ideolojik, politik aksını ortaya koydu.

Beyaz ve Yeşil Türk milliyetçiliğin imha ve inkar politikasının yaratacağı karşıt Kürt milliyetçiliği yerine Öcalan’ın Kürt toplumunda öncülük ettiği demokratik ulus perspektifinin Türkiye genelinde yansımasını bulması yegane çözümdür.

Öcalan’ın hem bölgesel konularda hem de küresel konularda çözüm perspektifi açıktır; halkların, kültürlerin, inançların demokratik ulus perspektifiyle farklılıklarına dayanan eşitlik temelinde bir arada yaşamasıdır. Demokratik, Ekolojik ve Kadın Özgürlükçü paradigması bugün sadece Kürt ve Kürdistan meselesinin çözümünü değil bir bütün olarak kapitalist modernite sistemi ve siyasal formu olan ulus devletçiliğin yarattığı tüm sorunların çözüm alternatifidir. Sistemin kaos ve krizinin en fazla derinleştiği Ortadoğu’da ulus devletçi zihniyetin, milliyetçi ve ırkçı politikaların sorunları çözmesi bir yana kronik hale getirdiği Suriye, Irak, Lübnan, Filistin-İsrail, İran, Türkiye, Yemen, Libya başta olmak üzere neredeyse dünyanın her tarafından netleşmiştir.

Öcalan ve Kürt siyasal hareketinin sunduğu perspektifin en fazla sahiplenilmesi gereken bir dönemden geçiyoruz. Beyaz ve Yeşil Türk milliyetçiliğin imha ve inkar politikasının yaratacağı karşıt Kürt milliyetçiliği yerine Öcalan’ın Kürt toplumunda öncülük ettiği demokratik ulus perspektifinin Türkiye genelinde yansımasını bulması yegane çözümdür.

Sn. Öcalan’ın da ifade ettiği üzere; “Gelinen aşamada politik üsluba egemen olan çatışmacı ve kutuplaştırıcı üslup sorunları çözümsüz bırakarak daha da içinden çıkılmaz hale getirmiştir. Türkiye ağır bir bunalımdan geçiyor. Bunun nedeni toplumsal-siyasal uzlaşıyı tasfiye eden tekçi ulus-devlet anlayışıdır. Bu anlayış esnemek ve kendini demokrasiye açık hale getirmek zorundadır. Devlet mutlaka kendini demokratik temelde yeniden yapılandırmak zorundadır. Bunun için de, çoğulcu demokratik temelde, yani her tür kültüre, kimliğe yanıt veren, kesin tarihsel-toplumsal-siyasal uzlaşıya yanıt olabilen demokratik bir anayasa gerekiyor. Bu temelde ilkeli uzlaşmalara girmekten çekinilmemeli. Kardeşlerin birbiriyle üstünlük anlayışı ile değil birliktelik ve hak paylaşımını da kabullenerek yaşamaya ihtiyaçları vardır.”


* HDP Mardin Milletvekili
Previous post
5 Haziran Katliamı Davası'nda karar: Üç sanığa ağırlaştırılmış müebbet
Next post
Güleda Cankel'i öldüren Zafer Pehlivan'a ağırlaştırılmış müebbet istemi