Ana SayfaGüncelİdlib çıkmazı: “Rusya geri adım atmaz, Türkiye’ye NATO desteği de pek olası değil”

İdlib çıkmazı: “Rusya geri adım atmaz, Türkiye’ye NATO desteği de pek olası değil”

HABER MERKEZİ – Rusya destekli Suriye ordusunun İdlib’deki ilerleyişle başlayan çatışmalar sürüyor. Bu çatışmalar Rusya ve Türkiye’yi karşı karşıya getirirken, her iki taraf da birbirini suçlamaya devam ediyor. İdlib’de olup biteni değerlendiren akademisyen Dr. Arzu Yılmaz, Rusya’nın Türkiye’ye karşı bir geri adım atma niyetinin olmadığını belirtti. Türkiye’nin pozisyonunu güçlendirecek yegane faktörün NATO’nun desteği olacağına dikkat çeken Yılmaz, “Fakat NATO’nun da umulan desteği sağlaması pek olası görünmüyor” dedi. Yılmaz’a göre Suriye’de masadaki son kart Kürtler olacak. Yılmaz’ın Mezopotamya Ajansı’ndan Ferhat Çelik’e verdiği söyleşiyi paylaşıyoruz.


Söyleşi: Ferhat Çelik


İdlib’deki çatışmalar giderek büyürken sahada bulunan güçler de buna bağlı olarak pozisyon almaya çalışıyor. Öncelikle İdlib’de tam olarak neler oluyor?

Suriye sahasının oyun kurucu aktörü Rusya’nın bugüne kadar gösterdiği stratejik sabrın sonu gelmiş görünüyor. Bu bağlamda, çıkarları farklı olan ve fakat, krizi çevrelemek ve kontrollü bir gerilim ortamı oluşturmakta görülen fayda üzerinden ortaklaştığı Türkiye ile arasındaki mesafe açılıyor.

İdlib sahasında Esad rejiminin uzun zamandır kademeli olarak elde ettiği kontrol, buna mukabil Türkiye’nin işlevsizleşen askeri varlığına rağmen sahada kalma ısrarı nihayet Rusya’yı krizi tırmandırarak İdlib’te istediği sonucu almaya yönlendirmiş görünüyor.

Fotoğraf: Agos

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Rusya’yı sürekli olarak Soçi Mutabakatı’na uymamakla suçluyor. Mutabakata baktığımızda buna uymayan ve sorumluluklarını yerine getirmeyen güç kim?

Hiç tartışmasız Türkiye. Ama bu durum geldiğimiz aşamada ortaya çıkan bir şey değil. Zaten başından bu yana Türkiye varılan anlaşmadaki şartları yerine getirmiyordu. Önemli olan Rusya’nın bunu neden şimdi sorun yaptığı, ki bu zamanlamada bölgesel faktörlerin belirleyici olduğu söylenebilir.

Erdoğan dün yaptığı açıklamada en geç 5 Mart’ta Putin ile yüz yüze görüşebileceklerini açıkladı. Geçen hafta her iki ülkenin dışişleri heyetleri buluşmuş, ancak sonuç alınamamıştı. Putin-Erdoğan görüşmesi öncesi kimin eli daha güçlü? Erdoğan isteklerini Putin’e kabul ettirebilir mi?

Rusya tarafından yapılan en son açıklamalar bir ateşkes ya da rejimin geri çekilmesi gibi ihtimallerin pek gerçekçi olmadığını gösteriyor. En azından yukarıda açıklamaya çalıştığım haliyle Rusya’nın Türkiye’ye karşı bir geri adım atma niyeti taşımadığını varsayabiliriz.

Burada Türkiye’nin pozisyonunu güçlendirecek yegane faktör NATO’nun desteği olacaktır. Fakat NATO’nun da, en azından yapılan mevcut açıklamalar çerçevesinde, umulan desteği sağlaması pek olası görünmüyor. Zaten Rusya’nın krizi tırmandırma eğilimi de Moskova’nın da durumu böyle okuduğunu gösteriyor.

Bu aşamada sanırım belirleyici olan, ABD-Rusya arasında varılacak bir anlayış birliği, ki bugüne kadar Suriye sahasında işler hep böyle yürüdü. Amerikalı yetkililer de açıkça söylüyor: “Rusya ve rejim Suriye’de mutlak bir zafer kazanamayacaklarını anlamalı…” Dolayısıyla, Türkiye İdlib’de istediği sonucu alamasa bile bir süre daha Suriye sahasında kalmaya devam edecektir diyebiliriz.

ABD’den İdlib konusunda Türkiye’yi destekleyen açıklamalar geliyor. ABD, mevcut tablonun neresinde yer alıyor?

ABD’nin başından beri Suriye sahasını kontrol etmek ya da Suriye’de kalmak gibi bir niyet taşımadığını vurgulamak gerekir. Fakat öte yandan, ABD, Suriye’nin tümüyle Rusya’nın kontrolüne geçmesi ya da rejimin eski gücüne kavuşmasını da istemiyor. Bu bağlamda, İran’ın bölgede geriletilmesi ve İsrail’in güvenliği de ABD’nin Suriye’de gözettiği konular.

Bu çerçeveden bakıldığında aslında Suriye sahasında başından beri ABD’nin doğal ve yegane müttefikinin Türkiye olması beklenirdi. Bu doğal müttefikliğin işlerlik kazanmamasının önüne geçen çeşitli engeller oldu: Bu engellerin en başında geleni, Türkiye’nin saldırgan Suriye politikasına ABD’den umduğu desteği bulamadığı durumda ABD’ye rağmen ve ABD karşıtı bir politika tutturmasıydı. Bu arada, Türkiye IŞİD’le mücadelede kendisinden beklenen aktif katılımı sağlamazken Kürtlerin bölgede ABD müttefiki olarak güçlenmesi, ipleri tümüyle gerdi. 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrası ise iki ülke ilişkileri giderek kopma noktasına geldi.

Bu süreçte oluşan karşılıklı güven sorunu bugün hala ABD-Türkiye ilişkilerinde en önemli handikap. Fakat hem Trump-Erdoğan arasındaki kişisel ilişkiler ağı hem de bu her iki ülkenin farklı aktörlerle işbirliklerinden umulan faydanın sınırlarına dayanması, bugün karşımıza ABD ve Türkiye’nin birbirine yaklaştığı bir fotoğraf çıkarıyor. Ama söz konusu güven sorunu devam ettiği sürece ne ABD’nin ne Türkiye’nin Suriye sahasında uyum içinde bir stratejik ortaklık sergilemesi beklenemez.

Bu çerçevede, geldiğimiz aşamada her iki tarafı da geri dönüşü olmayan angajmanlar yerine kısa vadede sonuç alma odaklı işbirliklerinde daha sık yan yana görebiliriz.

İdlib savaşı Efrîn başta olmak üzere Cerablus, Ezaz, Bab, Girê Spî ve Serêkaniyê’yi etkiler mi?

Her şeyden önce, bu alanlardaki demografik değişikliğin hız kanacağını öngörebiliriz. Halihazırda olası göç dalgasını Suriye sınırları içinde tutma mutabakatı çerçevesinde Almanya’nın bu demografik değişikliğe göz yumarak Türkiye’ye finansal destek verme vaadinde bulunduğunu gözden kaçırmamak gerekiyor.

Bu durumun bir başka etkisi ise Türkiye eliyle bu alanlarda kurulan İslami düzenin pekişmesi olacaktır. Zira IŞİD’in yarım bıraktığı, bırakmak zorunda kaldığı şeriat düzeninin bir başka versiyonu kuruldu buralarda.

Sivil ya da silahlı fakat günün sonunda hemen hepsi bir şeriat düzeni arzusu taşıyan İdlib’deki grupların bu alanlara nakli kurulan bu İslami düzenin devamlılığını sağlayacaktır.

En önemli risklerden bir diğeri de bu alanların Türkiye’nin istediği gibi uluslararası bir güvenlik şemsiyesine alınması ya da genişletilmesidir.

Geçen haftalarda Rusların arabuluculuğu ile Şam yönetimi ve Kuzey Suriye Özerk Yönetimi arasında üst düzey görüşmeler yapıldı. Sizce Şam, Özerk Yönetimin statüsünü kabul etme aşamasına geldi mi? Olası bir ret halinde ne tür sonuçlar ortaya çıkar?

Diyalog süreci hız kazansa da Esad rejiminin Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin statüsünü tanımaya hazır olmadığı ortada. Esad kontrolü yeniden ele geçirdiği diğer alanlarda olduğu gibi burada da eski düzeni kurmakta ısrarlı görünüyor. Ama bu ısrarından sonuç alması mümkün değil zira her şeyden önce hala bu bölgede hem askeri hem idari kontrol Esad rejiminin elinde değil. Ve rejimin bu bölgeyi diğer yerlerde olduğu gibi askeri bir operasyonla ele geçirme yeteneği yok. Buna teşebbüs etmesi Suriye’de savaşı yeniden başlatmak ve mevcut kazanımları riske atmak olur. Yani nihayetinde bir siyasi çözüm bulunması kaçınılmaz.

Burada da Rusya’nın rejim üzerinde gerekli baskıyı uygulaması belirleyici bir faktör. Anlaşılan o ki Rusya ABD’nin Suriye sahasından tümüyle çekileceği güne kadar bu baskıyı uygulamayacak. Bu bağlamda, belirleyici bir başka faktör de Rusya-Türkiye ilişkilerinin seyri olacaktır. Bu bağlamda, Kürt kartının Suriye masasında açılacak son kart olacağını öngörebiliriz.

Bu ortamda Suriye’de çözümün sağlanması mümkün müdür?

Suriye’de nihai bir çözümün ne bugün ne de yarın gerçekleşmesi mümkün görünmüyor. Mevcut durumda görünen, Suriye’de kontrollü bir gerilimin ve zaman zaman düşük yoğunlukta bir savaşın devam edeceği yönünde.

Bu bağlamda, Suriye’de yapılabilecek en iyi şey bu durumun Suriye sınırlarını aşan bir şiddet sarmalına evirilmesinin önüne geçmek olacaktır. Ama bu başarılabilir mi, doğrusu ben şüpheliyim.

Erdoğan’ın “Libya’da birkaç şehidimiz var” açıklaması çok tartışıldı. Erdoğan üstü kapalı olarak Libya’da Rusların Wagner’ine benzer türü bir örgütleme -ki bazıları bunun SADAT olduğunu söylüyor- kurduklarını kabul etti. Bu yolla savaştaki kayıpların üzerinin örtüldüğü ileri sürülüyor. Türkiye’nin Libya macerasını nasıl görüyorsunuz?

Libya bağlamında en başta söylenecek olan Ankara’nın hem iç kamuoyunda hem de uluslararası alanda yalnız kaldığıdır. Erdoğan hiç kimseyi Libya’ya müdahalenin gerekliliği konusunda ikna edemedi. Bu çaba çerçevesinde Erdoğan’ın Berlin Zirvesi öncesi Avrupa’ya ‘madem sizin savaşmaya niyetiniz yok bırakın biz sizin için savaşalım’ demesi bile tek başına düşülen durumun vahametini açıklamaya yeter.

Türkiye adeta bir savaş taşeronu haline getirildi. Aslında Suriye’de de işler o yola girecek gibi görünüyor. Zira İdlib’de benimsenen bu obsesif tutumun Türkiye’nin çıkarları açısından bir rasyonalitesi, meşruiyeti yok. Bugüne kadar öne sürülen ‘insani kriz’ argümanı da tüketildi. Bu argümandan geriye kalan tek şey Türkiye’nin radikal cihatçı gruplara destek veren bir ülke konumuna gelmesi.

Zaten Erdoğan’ın birden dümeni ABD’ye kırmasının nedeni de bu. Deyim yerindeyse ‘benim Suriye’deki pozisyonumu meşrulaştıracak malzemeyi tükettim. Eğer Esad’ın ‘mutlak bir zafer’ kazanmaması ve Rusya’nın dengelenmesi gibi dertleriniz varsa arkamda durun, çıkarlarınız bekçiliğini ben yapayım’ çağrısı yapıyor.


PAYLAŞ:
    WhatsApp'da Paylaş!   Telegram'da Paylaş!     Yazdır   E-Posta Gönder

Önceki Haber
Grup Yorum için yapılacak konsere 'dayanışma amacı taşıyor' gerekçesiyle yasak
Sonraki Haber
Türkiye'de evlilikler azaldı, boşanmalar arttı