Ana SayfaManşetHer koşulda toplumu savunmak

Her koşulda toplumu savunmak


Mehmet Nuri Özdemir*


7 Haziran seçimlerinden sonra yeniden devreye sokulan şiddet politikası, yaşanan doğal felaketler, en son ortaya çıkan ve nereye doğru gideceğine yönelik hala netlik kazanmayan “Corona virüsü” ile ilgili alınan ve alınması gereken kimi önlemlerin “Toplumu Savunma” olgusu eksenli tartışılarak daha bütünleyici bir bakış açısını hakim kılmak mümkün müdür? Bu yazının derdi bu bakış açısına bir katkı olarak düşünülebilir. Toplumsal savunmanın ilk aşaması ise toplumsal bir felsefe ile olaylara bakmayı öğrenebilmektir. Her toplumsal etkinliğin arka planında bir toplumsal felsefenin olması, yapılan işi dağınık ve parçalı olmaktan kurtarıp ona daha bütünsel ve kapsayıcı bir form kazandıracaktır.

İnsanlık tarihinde bütün dinlerin ve ideolojilerin temel dayanağı ilk etapta toplumu savunma üzerine kuruludur. Ancak yapısal ve fonksiyonel olarak canlıların en donanımlısı olan insanın hırsları, arzuları, değişken ve parçalı karakteri, bu yapıların zamanla yozlaşmasına neden olabiliyor. Tanrı, kardeşini büyük bir kıskançlık ve öfke ile öldüren Kabil’e sorar: Kardeşin Habil nerede? Kabil ise şöyle cevap verir: Ben kardeşimin bekçisi miyim? Başından beri toplumsal sorumluluğu reddeden hatta toplumsallığı imha eden insanlığın Kabil çizgisi, ibret verici derslerle doludur. Kabil, Habil’i öldürerek tüm insanlığa “toplumu savunmayın” der. Asıl hakikati sadece kendinde arayan ve varlığını başkasının yokluğu üzerine kuran bu çizgi büyük kötülüklerin habercisiydi. Kendi kardeşini öldürerek ayakta kalan bir varlığın doğal uzantıları olarak insanların zamanla büyüyen ve toplumsallaşan kötülüklerine belli zümrelerin, dar etnik yapıların keyfiyeti ve çıkarları da eklenince dinler ve ideolojiler asıl işlevinden uzaklaşarak toplumsal güveni kaybetti ve toplumu savunmakta yetersiz kaldı.

Kıskançlık, öfke ve nefretle şişirilmiş, kendinden aciz Kabil soyundan gelenlerin toplumun bekçisi olmayacaklarına göre iş, Kabil çizgisine karşı hep birlikte toplumu savunmak gerektiğini düşünenlere kalıyor. Kabillere rağmen “toplumu savunmak” insanlık açısından her zaman bir zorunluluk olmuştur. Bu nedenle insanlar toplumu savunmak için birçok yol denemişler. Dinler, ahlaki öğretiler ve ideolojiler gibi teorik aletlerin dışında savaşlara, doğal afetlere ve bulaşıcı hastalıklara karşı alınan tedbirler, olası risklere karşı toplumu savunmanın farklı biçimleri olarak değerlendirilebilir. Mesela savaşlar insanlık tarihi açısından bakıldığında toplumsalın bir uzvu gibi görünüyor. Toplumlar, savaş halinde yaşamayı öğrenerek günümüze kadar gelmişler. Dahası egemenler savaş olgusunu toplum üzerinde iktidarlarını sürdürmenin bir aygıtı olarak tasarlamışlar ve bir istisna olması gereken “savaş halini” bir kural olarak topluma dayatmışlar.

Elbette ki savaşlara karşı en sağlıklı savunma biçimi savaşsız bir dünya talep etmektir. Savaş esnasında savaşa maruz kalan toplumun en iyi savunması ise toplumu sağlıklı bir şekilde savaş alanından uzaklaştırmaktır. Bu anlamda savaşlarda toplumu savunmayı içeren bir örnek bağlamında Şengal örneği kısıtlı koşullara rağmen çağımızın en iyi toplumsal savunma örneklerinden birisi olarak kabul edilebilir. Daiş çeteleri, Ortadoğu’nun en kadim halklarından bir olan Ezidilerin yaşadığı Şengal’e saldırdığında Kürtler doğal bir savunmaya geçmiş ve Ezidi toplumunu savaş ortamından uzaklaştırarak büyük bir katliamı önlemişlerdi.

İktidar artık toplumu savunamıyor!

Nerede olursa olsun, savaşların, doğal afetlerin ve sağlık sorunlarının istismar edilmesi daha büyük felaketleri tetikler ve büyük güvenlik paradigmalarına rağmen toplumlar savunmasız kalır. Türkiye’nin Suriye savaşında geldiği aşama, özellikle yakın zamanda İdlid’de yaşanan asker ölümleri ve Van-Başkale’de büyük trajediye dönüşen çığ felaketi gibi olaylar bu savunmasızlığın iki güncel örneğidir. Bu iki olay hem iktidar çevrelerinde hem de geniş toplumsal kesimlerde “İktidar artık toplumu savunamıyor” tezini güçlendiren iki somut argüman olarak duruyor.

İktidarın karizmasını sarsan bu iki olayın bıraktığı negatif etki, dünyaya yayılan Corona virüsü ile birlikte Türkiye’de yerini büyük bir kaygı, korku ve şüpheye bıraktı. Daha önceki pratiklerde toplumsal güveni derinden zedeleyen iktidarın, Corona virüsü gibi toplum sağlığını alt üst edecek olan bir meselede yoluna bildiği yerden benzer tekniklerle devam etme olasılığı herkesi tedirgin ediyor. İktidarın birçok yaşamsal soruna pragmatik hesaplarla yaklaşan geçmişi, siyaseten ve ahlaken meşruyetini ve sorun çözme kabiliyetini tartışmaya açmıştı.

Tutarlılık en büyük toplumsal savunmadır

Krizleri yönetmek, içinde yaşanılan toplumun ahlaki ve kültürel değerlerinden bağımsız bir olgu olarak ele alınamaz. Her krizin evrensel aşamaları olduğu gibi her evrenselin yerelden başladığını da hesaba katmak gerekiyor. Günlerdir sosyal medyada tüm beyin kaslarının devreleri yanmış olan genç bir milliyetçi Türk’ün tüm dünyaya meydan okumasını izliyoruz. En son Corona virüsüne meydan okuyordu. Aynı kapasiteye sahip karakterler Kürtler’de de mevcuttur. Kürtlerin Corona virüsünü halayla yeneceği ya da Kürtlerin neolitik bir toplum olduğu gibi söylemlerin bu virüsün karşısında bir karşılığı yoktur. Bu yorumlar virüse karşı hem Türklere hem Kürtlere yapılabilecek en kötü propagandadır.

Kimse artık neolitik toplumda yaşamamaktadır, ya da kas gücüyle topluma gaz vererek hamaset ile kimseyi tehlikelerden kurtaramazsınız. Tüm toplumlar boğazına kadar modernitenin çoklu zehirlerine maruz kalmıştır. Kas gücü ya da tarihsel nostaljiler kimseyi kurtarmayacaktır. Sorunu laçkalaştırıp cıvıklaştıran bu sıradan aklın toplumda bir rehavete yol açacağı kaygısını dile getirmek gerekiyor. Virüsü basite almanın ya da tersinden söylersek çok ciddiye almanın tehlikeler barındırdığı ortada.

Kalıcı tedbirler alınmazsa bu ve buna benzer virüslerin, hala beslenmenin yetersiz, yoksulluğun ve yoksulluğun her gün daha da büyüdüğü 3. dünya ülkelerini alt üst edeceğini ön görmek zor değildir. Bu anlamda Newroz Bayramının 2020 kutlamasının iptal edilmesi toplumu savunma anlamında çok yerinde bir karar olmuştur. Fakat demokratik siyaset mekanizmaları tarafından alınan bu tedbirler yeterli olmayacaktır. Öncelikle eğer böylesi bir karar alınmışsa bu doğrultuda ve bu karara hizmet edebilecek tutarlılıkta planlamaların devreye girmesi gerekiyor.

Toplumsal krizlerde olduğu gibi toplumun siyasal alandan bağımsız olarak yaşadığı felaketlerde siyasetçilerin tutumu çok belirleyicidir. Savaşa karşı nasıl ki barışta ısrar ediliyorsa ölüme karşı da yaşam siyaseti zorunludur. Ahmet Türk, Leyla Güven, Selahattin Demirtaş gibi Kürt siyasetçilerin yanı sıra Ciwan Haco gibi sevilen sanatçı ve müzisyenler de Corona virüsüne karşı küçük videolar ve yazılı mesajlarla toplumsal savunma anlamında alınacak önlemlere katkı sunabilirler. Yine HDP başta olmak üzere diğer siyasi partiler de Corona virüsüne ilişkin teşkilatlarını güncel olarak bilgilendirmeleri ve buna göre planlama yapmaları faydalı olacaktır.

İktidarın soruna yaklaşım biçimine karşı muhalefetteki partilerin tavrı çok belirleyici olacaktır. Kör bir muhalefetten öte iktidarın doğru yaptığı işleri onaylamak, yanlış yapılanları da eleştirmek; bunun da ötesinde iktidarın bu iki pratiğini birbirinden ayırabilecek refleksler göstermek önemlidir. Virüs, kontrol altına alınıncaya kadar toplum sağlığı odaklı siyaset en büyük toplumsal savunma olacaktır.

Sonuç

Krizleri yönetirken yapılan küçük hesaplar büyük felaketlere neden olabiliyor. Bu hesapların varlığı, bütün dünyayı sarıp sarmalayan virüsün yayılması ile birlikte ele alındığında, gündelik siyaseti aşan ve olaylara bütüncül bakmayı esas alan, doğru yapılan ile yanlış yapılan işleri adeta bir cerrah hassasiyeti ile birbirinden ayırt edecek bir toplumsal aklın hegemonyasını zorunlu kılıyor. Kim tarafından yapılırsa yapılsın, doğru yapılan işleri onaylamak, yanlış yapılan işleri eleştirmek ama ikisini birbirinden ayırabilecek refleksler göstermek aynı zamanda bir yurttaş sorumluluğu olarak da tanımlanabilir.

Bu tür büyük olaylarda sorumluluğun genişletilmesi ve tüm yurttaşların bilinçlendirilmesi en basit ve en sonuç alıcı yöntem olarak önümüzde duruyor. İyi bir rejim, sağlık, eğitim, adalet, ekonomi ve siyaset dengesini olası riskleri öngören bir yerden bakarak yapılandırmayı büyük bir sorumluluk olarak algılar ve tüm planlamalarını buna göre yapar. Henüz nereye varacağı öngörülemeyen ve kontrol edilemeyen bu virüse karşı kriz büyümeden toplumsal refleksleri dengeleyebilecek ölçülü bir perspektifle hareket edilmesi birçok insanın yaşamını da kurtaracaktır. Bu perspektifi pratikleştirebilecek geniş ağlarla örülmüş sorumluluk bilinci ile hareket edebilecek bir toplumsal savunma formu acil bir ihtiyaç olarak ortada duruyor.


*İhraç Kürt Öğretmen



Önceki Haber
'Corona' yayılıyor, mültecilerin hayatı hiçe sayılıyor
Sonraki Haber
'Corona' etkisi: Avrupa ülkeleri resesyonla karşı karşıya