Ana SayfaManşetTürkiye’de yasaların değiştirilmesi ve müzakere süreçleri üzerine – Rengin Ergül

Türkiye’de yasaların değiştirilmesi ve müzakere süreçleri üzerine – Rengin Ergül


Rengin Ergül


1980’lerin sonunda darbe uygulamaları ve Anayasası yürürlükteyken dünyaya gelen kuşak açısından en ciddi Anayasa değişiklikleri 2001 yılında Ecevit hükümeti ile gerçekleştirilmişti. 2001 değişikliklerine[1] göz attığımızda yarattığı beklentinin aksine bir darbe Anayasasını dönüştüremediğini görebiliriz.

2010 yılında ise AKP milletvekillerinin verdiği 27 maddelik anayasa değişikliği teklifi önce Anayasa Komisyonu’nda görüşülmüş ve kabul edilmişti. TBMM’de yapılan oylamada da 72 ret, 336 kabul oyu alan Anayasa değişikliği teklifi Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün onayına sunulmuştu[2] ve daha sonra 12 Eylül’de yapılan halk oylamasında CHP ve MHP’nin hayır; BDP’nin ise boykot kampanyasına rağmen yüzde 57.88 evet oyu almıştı.

CHP ve BDP kendi kampanyalarının etki gücü açısından sonuçtan memnun olduklarını açıklamış, uluslararası insan hakları kurumlarının çoğu ise sonuçların AB’ye uyum ve Türkiye’de insan haklarının desteklenmesi konusunda etkili ve önemli olduğunu dile getirmişlerdi[3].

2010 Anayasa değişiklikleri özellikle darbecilerin yargılanmasının önünü kapayan geçici 5. Maddenin kaldırılması konusunda ciddi bir etki yaratmıştı, ancak ülkenin bir kuşağını işkenceden geçiren darbeci Kenan Evren ve Ali Tahsin Şahinkaya’nın yargılaması hem Türkiye’deki sol-sosyalist hareketin hem de kamuoyunun beklentilerini karşılayamadı ve sanıkların ölmesi sonrası 2017 yılında dava düşürüldü.

Bir diğer önemli değişiklik olan Anayasa’ya bireysel başvuru yolunun açılması ise bugünden bakıldığında sadece AİHM’e gitme sürecini uzatan bir prosedüre dönüştü. Daha sonra Mayıs 2016’da, yani DEP’li milletvekillerinin tutuklanmalarının üzerinden 22 yıl geçtikten sonra, geçici düzenlemeyle milletvekili dokunulmazlıklarını ortadan kaldıran değişiklik AKP, MHP ve CHP oyları (376 oy) ile Meclis’ten geçti. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu “Anayasa’ya aykırı ama evet diyeceğiz.”[4] dedi.

Nisan 2018’de ise AKP ve MHP tarafından 18 maddede[5] yapılan değişiklik halk oylamasında yüzde 51 oy aldı. Halk oylamasından geçen değişiklikler ile “Başbakanlık” kalktı, görev ve yetkileri Cumhurbaşkanı’na geçti. Cumhurbaşkanı, yardımcılarını ve bakanları atama yetkisine sahip olurken, “başbakan”lık makamı lağvedildi. Bunun dışında Cumhurbaşkanı üst kademe kamu yöneticilerini atama ve görevden alma ile diplomat görevlendirme yetkisine sahip oldu. Cumhurbaşkanının kanunları onaylama, Meclis’e geri gönderme ya da Anayasa Mahkemesi’ne gönderme hakkını kullanma ve “Başkomutanlık” sıfatı devam edebilecek ve aynı zamanda Cumhurbaşkanı Yürütme yetkisine ilişkin kararname çıkartabilecek duruma getirildi.

Cumhurbaşkanlığını yetkilerle donatan bu son değişiklikten önce geçici düzenlemeyle dokunulmazlıkların kaldırılması üzerinde durmak istiyorum.

O gün 20 Mayıs 2016 tarihinde, Meclis’te bir grup erkeğin fütursuz kahkahalarını barından o meş’um fotoğraf adeta “anayasasızlaşma” sürecinin fotoğrafı oldu. Hükümete rağmen ve hükümete karşı ‘barış’ı savunan HDP vekillerinin dokunulmazlığı kaldırıldı, vekiller hakkında hazırlanmış olan fezlekeler ilgili yargı birimlerine gönderildi ve yargılama süreçleri başladı.

4 Kasım 2016 gecesi ise HDP’li vekillerin evleri basıldı, vekiller gözaltına alındı ve daha sonra tutuklandı. HDP’li vekillere yapılan bu operasyon ile 1994’te DEP’li milletvekilleri tutuklanmadan önce dönemin başbakanı Tansu Çiller’in, daha sonra ise dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş’in DEP ile PKK arasında bağlar bulunduğunu ima/iddia eden konuşmalarını[6] anımsadık.

HDP de dokunulmazlıkların kaldırıldığı o meş’um günden bugün 2020’ye kadar hem iktidar hem de muhalefet partilerinin benzer imalarına maruz kaldı[7]. Oysaki DEP’in de HDP’nin de varlığı Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile PKK’nin kuramadığı müzakere masasını kurmaktı.

Neredeyse her siyasal iktidar döneminde Kürt meselesinin müzakere edilmesi gündem ediliyor, ancak müzakere masasında Kürtleri temsil eden siyasi parti işler yolunda gitmediğinde “PKK’yle mesafelenmesi” ikazını alıyor ve itinayla terörist ilan ediliyordu. AKP hükümeti ile yürütülen son müzakere süreci ise “Dolmabahçe Mutabakatı” krizi ile son bulmuştu. Edip Cansever’in şu dizelerimüzakere masasının son halini özetliyordu.

Masa da masaymış ha

Bana mısın demedi bu kadar yüke

Bir iki sallandı durdu

Adam ha babam koyuyordu

Nitekim Figen Yüksekdağ da bu durumu şöyle özetliyordu; “Sistemin darbe mekaniği 2015 Nisan-Haziran döneminde çözüm sürecinin bitirilmesiyle tetiklenmişti zaten. Katliamlar, suikastler, askeri operasyonlar, Kürt kentlerine yöneltilen abluka ve sıkıyönetim uygulamaları ciddi bir darbe iklimi yaratmıştı. Geçmişte askeri cuntalar darbe yaparak milletvekillerinin dokunulmazlığını kaldırmış, hapse atmış, idam etmiş… Ama tarihte ilk defa seçilmişlerden oluşan Meclis kendine darbe yaptı.”[8]

Yani müzakere masası devrilmiş, darbe mekaniği işletilmiş ve seçilmişlerin kendi eliyle anayasızlaşma süreci başlatılmıştı.

Sadece halk oylamaları ile bizleri yasal süreçlere dahil eden iktidara şunu hatırlatmak gerekir; meşruluğun kaynağı bireylerin önceden belirlenmiş iradesi değildir daha ziyade bu iradenin oluşması yani bizzat müzakere edilme sürecidir. Meşru bir karar genelin iradesini temsil etmez, ancak genelin müzakeresinden ortaya çıkan bir karardır. Zaten biçimlenmiş iradelerin toplamından çok, meşruluğunu sonuca bağlayan herkesin iradesinin biçimlendiği bir süreçtir. Müzakere süreci hem bireyci hem de demokratiktir. Meşru yasanın genel iradenin ifadesi değil, genel müzakerenin bir sonucu olduğunu kabul etmeliyiz[9].

Genel müzakere için ise en önemli araç olan kitle iletişim araçları iktidarla donanmış bir arena haline geldi. İletişim ağının ticarileşmesi ve sıkılaşması ile yatırılan sermayenin büyümesiyle ve yayın kuruluşlarının örgütlenme derecesinin artmasıyla iletişim yollarının yönlendirilme düzeyi arttı ve kamusal iletişime erişme fırsatları gittikçe daha fazla ayıklama baskısına tabi hale geldi. Böylece medya iktidarı, yönlendirmeci bir şekilde kullanıldığında aleniyet ilkesinin masumiyetini yok eden yeni bir nüfuz kategorisi ortaya çıktı.[10] Yani Turgut Uyar’ın dizesinde dediği üzere, Muş-Tatvan yolunda devlete inanıldı ve tüm coğrafya kanadı.

Peki şimdi ne yapabiliriz? Sistemin genel anlamda adaletli olduğu ülkelerde başvurabileceğiniz bütün yasal yolları tükettiyseniz ve tatmin edici bir sonuca ulaşamadıysanız, Rawls’ın ifade ettiği üzere en yüksek başvuru mercii olan kamuoyuna yönelip sivil itaatsizlik eylemlerine başvurabilirsiniz. Sivil itaatsizliğin başvuru mercii özellikle bu organdır.[11]

Sivil itaatsizliğin ortaya çıkabileceği hukuk düzenini normatif olarak kısaca şöyle tanımlayabiliriz; seçme ve seçilme özgürlüğünün , ifade ve örgütlenme özgürlüğünün, yasa önünde eşitlik hakkının, mahkemelerin bağımsızlığı ilkesinin, kuvvetler ayrılığı ilkesinin, kişinin beden bütünlüğünün korunması (işkence yasağı ve denetimi) hakkının, sosyal adalet ve barınma hakkının, azınlık haklarının, anadilde eğitim hakkının ve farklılıkların tanındığı bir anayasal düzendir[12].

Yukarıda sayılan haklar çerçevesinde iç hukuktaki yasal metinlerin bu yasaların muhatapları olan bireylerin talepleri doğrultusunda oluşturulması ve uluslararası sözleşmelerin çizdiği çerçeveden daha dar bir yorumun uygulanmaması gerekir. Bütün bu şartların sağlandığı anayasal bir düzende genel olarak hukuk düzenine karşı değil, hukuk düzeni içinde var olan ya da ortaya çıkabilecek haksızlıklara karşı sivil itaatsizlik eylemi ortaya konabilir. Ancak sivil itaatsizlik eylemcisi var olan anayasal düzenin temel ilkelerine esastan itirazda bulunmaz ve sistemin genel anlamda adaletli olduğunu varsayar. Dolayısıyla bugünlere geldiğimizde temel alabileceğimiz bir anayasal düzenin kalmadığını iddia edebiliriz.

Yine bugünlerden baktığımızda her ne kadar sivil itaatsizlik eylemi olmasa da anayasal düzeni temel alarak “adil yargılanma” talebinde bulunan ve avukatları aracılığıyla kamu vicdanına seslenen Mustafa Koçak’ın ölüm orucu eylemine ve ölümüne iktidar ile beraber seyirci kaldık. Yani aslında sivil itaatsizlik eylemlerinin iki temel taşının da bulunmadığını iddia etmekte haklı çıktık. Ne adil yargılamayı içerebilecek bir anayasal düzen ne de Mustafa’nın açlığını duyan bir kamu vicdanı kaldı. Toplumsal yapı sessizliğini dehşet yaratacak bir şekilde koruyor.

Toplumu bu edilgenlikten, seyirci konumundan aktif duruma taşımak için güçlü bir siyasetin yapılması gerekiyor. Karamsarlığın aklı, iyimserliğin iradesi ile barış süreçlerinin yaratılması; eylemlere, umuda muhtaçtır[13]. Muhalafet partilerinin Meclis’te retoriği kuvvetli konuşmalardan sıyrılıp halka ulaşması ve militan bir demokrasiyi örgütlemesi gerekmektedir.


[1]http://www.anayasa.gen.tr/teblig2002.htm (E.T 25.04.2020)

[2]https://web.archive.org/web/20130314193907/http://www.ntvmsnbc.com/id/25091345/ (E.T. 25.04.2020)

[3]https://web.archive.org/web/20100914202944/http://zaman.com.tr/haber.do?haberno=1027280&title=referandum-turk-halkinin-ab-surecine-destegini-gosteriyor (E.T. 25.04.2020)

[4]https://www.milliyet.com.tr/siyaset/anayasaya-aykiri-ama-evet-diyecegiz-2226787 (E.T. 25.04.2020)

[5]http://anayasadegisikligi.barobirlik.org.tr/Anayasa_Degisikligi.aspx (E.T.25.04.2020)

[6]Der. Hayri Demir, Hasan Kılıç, Değişen Bir Şey Yok, Dipnot Yayınları, 2019, s.22,23

[7]http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/iyi-parti-lideri-meral-aksener-hdp-pkknin-uzantisidir-1734836(25.04.2020)

[8] Der. Hayri Demir, Hasan Kılıç, Değişen Bir Şey Yok, Dipnot Yayınları, 2019, s.109

[9]Jurgen Habermas, Kamusallığın Yapısal Dönüşümü,İletişim Yayınları, 2018, çev. Tanıl Bora, Mithat Sancar s.43

[10]Jurgen Habermas, Kamusallığın Yapısal Dönüşümü,İletişim Yayınları, 2018, çev. Tanıl Bora, Mithat Sancars.32

[11]John Rawls, Kamu Vicdanına Çağrı Sivil İtaatsizlik, Ayrıntı Yayınları, 2013, Çev. ve Derleyen Yakup Coşar,  s. 78.

[12] Jurgen Habermas, Kamu Vicdanına Çağrı Sivil İtaatsizlik, Ayrıntı Yayınları, 2013, Çev. ve Derleyen Yakup Coşar s. 126.

[13] Tanıl Bora, Birikim Dergisi, sayı 289-290, 2013, s.15


Yazarın diğer yazıları:

Düşman ceza hukuku ve infaz uygulamaları – Rengin Ergül

Previous post
Lusin Dink imzalı 'Saroyan Ülkesi' erişime açıldı
Next post
MED-DER, online Kürtçe derslere başlıyor