Ana SayfaYazarlarDemet ParlarHilmi Yavuz’dan ‘Behçet Hoca’sına: “İncelikler ne ister?”

Hilmi Yavuz’dan ‘Behçet Hoca’sına: “İncelikler ne ister?”


Demet Parlar


Behçet Necatigil’i tanımak, onun şiirini derinlemesine anlamak için mi, hayat ve sanat yoksa sanat-hayat ilişkisi üzerine düşünmek için mi, vefa, sevgi ve saygı gibi insan ilişkilerinin olmazsa olmazı olan ancak gündelik hayatın sıradanlaştırarak sığlaştırdığı bu değerleri yeniden hatırlamak için mi, ya da hayatlarımızdan giderek uzaklaşan ve yitirdiğimiz incelikler üzerine düşünmek için mi okunmalı bu kitap diye sorarsanız, hepsi ve daha fazlası için derim.

Hilmi Hoca’nın tıp doktoru öğrencilerinden olan bir arkadaşım kitabı okurken “Öyle güzel ki” demişti, “bitmesin diye yavaş yavaş okuyorum.” Her ne kadar ben yutarcasına okusam da, kitabı okudukça ona hak verdim ve ikinci okumama sakladım yavaşlığı.

Aslında kitabın yıllar önce Yahşi Yalı’da yazılışına ucundan tanıklık etmiş ve o gün bugündür Hilmi Hoca’nın Behçet Necatigil kitabını sabırsızlıkla bekliyor olsam da ne yazık ki oldukça geç, ancak Corona günlerinde yani yeni okuyabildim “Behçet Hoca” kitabını.

Daha önce okumuş olsaydım bile kör gözün parmağına gelen pandemi yüzünden hayatlarımıza damdan düşer gibi inen “sosyal izolasyon” nedeniyle sevdiklerimize hasret kaldığımız bu karantina günlerinde, biliyorum, tekrar okurdum.

Tekrar okurdum çünkü Hilmi Yavuz 14 yaşında bir lise öğrencisiyken başlayan ve Behçet Necatigil’in henüz 63 yaşındayken vefat etmesine kadar devam eden hoca-öğrenci ilişkisinin anlatımı bir Necatigil biyografisi olarak okunabildiği kadar belki de daha çok Behçet Necatigil şiiriyle bir poetik yolculuk.

İnsanı şiire ve sanata yakınlaştırdığı kadar “insan”a da yakınlaştıran bu kitap sosyal izolasyonun soğukluğunu yok etmek için bire bir.

Kitabın prolog bölümü amansız bir hastalığın Behçet Necatigil’i bu dünyadan alıp götürmesinin öğrencisi Hilmi Yavuz’daki hala sürüp giden yansımasının “hüzün” olduğunu anlatan, daha doğru bir deyişle hissettiren cümlelerle başlıyor:

“Hüthüt şiirinde, ‘oyun, hüzün olmuştur’, diyordu: -doğruydu! O günden bu yana, ‘dünya’ denilen oyunun bir hüzün olduğunu Necatigil’in dizelerinden öğrendik.Gerçekten de öyleydi -‘hüzün’dü oyunun kuralı ve Hoca, oyun, hüzün olmuştur derken, işte o bildik oyunun kuralını hatırlatıyordu bize…”

Ve okur daha ilk cümlelerde dünya’nın/yaşamın bir “oyun” bu oyunun kuralının “hüzün” olduğu saptamasıyla karşılaşınca, ister istemez durup sorguluyor kendi hayatını. Bu sorgulama, bu durup düşünmeler kitap boyunca devam ediyor. Hilmi Hoca, Behçet Necatigil’i kişiliğiyle ve şiirinin kişiliğiyle, varoluşuyla örtüşen yanlarıyla anlatırken Necatigil şiirinin poetikasının kapılarını onun on beş şiirinden örneklerle açıyor.

Necatigil’in, eski deyişle nevi şahsına münhasır, şimdiki deyişle kendine özgü kişiliğinin, öğrencilerinin ona lakap takamamasının nedeni olduğunu düşünüyorum. Gerçekten çok değişik bir hocaydı Necatigil! Öyle… Tuhaf bir karizması vardı;- buna belki de bir anti-karizma bile denebilir. Şiirinde nasıl sıradan olan’ın, insanın temel varoluş meseleleriyle ilişkili olduğunu gösterdiyse, yaşamında da ‘herkes’ gibiyken, herkesten biri olmadığını gösterebilmişti.”

Necatigil, Hilmi Yavuz’un deyişiyle görünüşte evli, çocuklu, dostları ve öğrencilerinden bir çevresi olan, akşamları çarşı pazar dolaşıp doldurduğu kurşun ya da taş gibi ağır fileyi evine götüren “herkes” gibi biridir. “Ama” der Hilmi Yavuz; “Gerçeklikte hayatın sıradanlığını, bir ‘insanlık durumu’ olarak ‘yaşama azabı’na dönüştürmüş ve bu insanlık durumunu varoluşuyla somutlamıştı. (…)Hoca’nın en sıradan ve gündelik yapıp etmeleri bile, dikkatlice izlendiğinde, yaşamanın bir ‘azap’ olduğunu hissettirecek derinlikli imalar, işaretler taşırdı. Deyiş yerindeyse varoluşu bir alegoriydi Necatigil’in.”

Şiirleriyle örtüşen bir varoluş hali olarak  özellikle “Mekik” şiirindeki dizelerde kendini açığa vuran “lüzumsuz adam” ya da bir beyhudelik duygusuna dikkatimizi çeker Hilmi Hoca ve ekler; “Necatigil, Mekik şiirinde;

Biz ne gittik ne gördük yaşamak dendi de

Atıla fırlatıla bir sağa bir sola

diyordu: ‘Mekik’, ‘yaşamak’ denildiğinde ‘sağa sola’ fırlatılıp atılmanın, neredeyse mekanik bir sürece dönüşmesinin metaforudur.”

Kitabın  prolog bölümünde birlikte yaşanmış anılara da değineceğini yazar Hilmi Hoca. İşte o kimi çok renkli, kimi hüzünlü anılardan biri; Yazı Gerçeği şiiri yayımlandığında Hoca’ya, o şiirde geçen bir soru dizesini sormuştum;-dize şuydu: İncelikler ne isterler? Şöyle yanıt verir Behçet Necatigil genç şaire: “Ne isteyecekler! Anlaşılmak isterler.”

Hoyratlık ve kabalığın, ilgisizlik ve özensizlik gibi farklı biçimlerde yaşandığı, inceliklerin unutulduğu günümüzde Hilmi Yavuz bu dizenin Gülten Akın’ın, “Ah kimselerin vakti yok / Durup ince şeyleri anlamaya” dizeleriyle birlikte okumak gerektiğini belirterek ekler: “Akın’ın ‘ince şeyler’i Necatigil’de ‘incelikler’ olarak, fakat Akın’da ‘anlamak’ açık, Necatigil’de ‘örtük’ olarak bildirilir. Nitekim, ‘Yazı Gerçeği’ şiirinde ‘incelikler ne isterler?’ dizesinden sonraki dize (Gerçek çok zaman örtülüdür)  anlaşılmanın ‘örtünün kaldırılması’ anlamına geldiğine işaret eder. Gerçek anlamdır çünkü.”

Gerçek ve anlam arasındaki ilişki şiirde “hikmet burcu”na ulaşmak için yapılan yolculuğun pusulasıdır denilebilir mi acaba? Hilmi Yavuz 2010 yılında yayımlanan “Anlam ve Yolculuk” yazısında; “Aslında, anlam aramak da bir yolculuktur. Bu yolculuk hüznün, acının, merhametin konaklarından geçerek Anlam’a varır. Hüzünden, acıdan ve merhametten geçmeyen bir Zaman’ın Anlamı var mıdır;-yoktur!..” der.[1] Hüzünden, acıdan ve merhametten  geçerek anlama ulaşan bu yolculuk  Behçet Necatigil’in “Şiir Burçları” yazısına bir gönderme miydi acaba?

“Behçet Hoca” kitabında hem Necatigil’in, her şairin şiir hayatı boyunca üç burçtan: gurbet, hasret ve hikmet burçlarından nasıl ve ne zaman geçtiğini, hem de bu yazının sonrasındaki öyküyü öğreniriz: Bir şair Hasret burcuna geçtikten sonra ne olur? “Sonra zaman geçer, birden görür: Çevreyi, dünyayı dilediğince bir biçime sokmanın zorluğunu görür. Belli bir çevrenin ya da ‘dünyanın mutluluğu’ hala gerçekleştirilememiştir.. Bunu anlar. Anlar ki,  kendi küçük özlemlerini bile gerçekleştirememiş, yakın çevreyi bile değiştirememiştir. (…)Gösterdikleri, hatırlattıkları yüzde kaç uygulanmış, sözü ne dereceye kadar geçerli olmuştur; görür, yazdı da ne oldu! O zaman  Hikmet burcu’na girer.”

Evet, Necatigil şairin yolculuğunu anlatırken büyük bir zarafetle öğrencisi Hilmi Yavuz’a da Hikmet burcuna girdiğini müjdeler. Nasıl mı? Hilmi Hoca’yı dinleyelim;  “Bu son cümleye (yazdı da ne oldu! ) vurgu yapmam boşuna değil! Çünkü bu, benim Bakış Kuşu’ndaki ilk şiirimin (Şiirin adı Hilmi Yavuz’dur.) ilk dizesinin bir bölümüdür: Bütün o aşkları yazdı da ne oldu.” 

Hilmi Yavuz “Şiir Burçları” yazısı Milliyet Sanat’ın 1977 yılının Haziran ayında yayımlandığında Hoca’sını arayarak ona bu onuru bağışladığı için teşekkür eder, yanıt gecikmez: “‘Daha dur!Neydi Hikmet burcu? ‘Şair’ diyor Hoca, ‘Hikmet burcunda daha çok değişmez alınyazısına geçer.’ Geçmişin büyük şairlerini şair o zaman anlar. Hikmet burcunda şikayetlerin, isyanın şiiri zamanla yerini kabulün, benimsemenin, vazgeçişin şiirine bırakır. (…)Ve bütün büyük şairler bir gün gelmiş, hatta günlersiz, aylarsız önceden Hikmet burcuna girmişlerdir. Ve kalan galiba, daha çok Hikmet burcunun ürünleridir.”

Şimdi, der Hilmi Hoca, asıl sorulması gereken soru Necatigil’in Hikmet Burcu’na hangi kitabıyla girdiğidir. Bu sorunun ardından Necatigil’in poetik yolculuğuna giriyorsunuz. Bu yolculuğun durakları edebi olduğu kadar felsefidir de. Bu yüzden “Behçet Hoca” kitabı okuru hem Necatigil şiirlerini okumaya hem de kendi hayatı ve varoluşu üzerine düşünmeye davet ediyor.

Necatigil  bir söyleşide  toplumun ortak sorunlarına uzak durduğu eleştirisine cevap olarak “şiirin de limanları olmalıdır” der:“Hava ve kara limanları gibi yer yer şiir limanları kurulmalı. Şiir trafiğini tıkanmalardan kurtaracak, geçişleri bekletmeden sağlayacak limanlar.” Hilmi Hoca bu yanıttan yola çıkarak Behçet Necatigil şiirinin lirizminin subjektivist olsa da bireyci olmadığını Adorno’nun “Lirik Şiir ve Toplum” yazısıyla ve Rilke ile ilşkilendirerek anlatır: “Gerçekten de Necatigil’in lirizmi, tam da Adorno’nun dile getirdiği gibi varoluşun ağırlığından kaçabilmiş ve maddi şeylerin üstün gücüne ve metanın tahakkümüne karşı girişilmiş bir protestodur.” Ve devam eder Hilmi Hoca; “Dikkat edilsin, Hoca da Adorno ile aynı kanıdadır;- şöyle der; “Devrimci olmayan, öyle görünmeyen şiirin de devrimcilerin varmak istedikleri insan gerçeğine varmadığını nasıl söyleyebiliriz? Dahası, Adorno lirik şiiri öznel duyguları dilegetiren şiir olarak tanımlarken Hoca, lirik şiiri kalpten gelen şiir olarak tanımlar. Hoca, lirizmi hikmet’le  de ilişkilendiriyor: “Hikmet’in ille didaktik doğrultuda olması şart şart değildir. Lirizmde büyük hikmetler vardır. Bir aşk şiirinde, korkunç bir ağıtta yahut çok güzel bir neşe şiirinde ebedi bir hikmet yakalayabilir şair.” Ve Hilmi Hoca lirizmin hikmet’le (bilgelik, sagesse) bağdaşabildiği görüşüne işaret ederek bu görüşün lirik şiirle felsefe yapılabilmesinin önünü açtığını vurgular.

Necatigil’e göre şiirin parmak bastığı hareli yaraların tedavi edilebilmesi için şiir klinikleri de olmalıdır,; “Eğer o hareli yaralar tedavi edilmiş olsaydı şiir, belki çok daha neşeli olurdu. Ama insanlıkta bu gizli, tedavisiz kalmış yaralar sürüp gidecektir.” Bir söyleşide böyle demiş Necatigil. Ve Hilmi Hoca açıklıyor okura: “Nedir bu yaralar? Hoca söylüyor işte:

Yahudiler, işçiler, zenciler… Pan!

Şu dünyada insanca yaşamak da yoksa

Ne kalıyor geriye, yüzyıllardan?”

Necatigil kitapta adı sık sık geçen yakın dostu Kamuran Şipal’le yaptığı bir söyleşide bugünkü şiirinin “Eski Toprak”tan sonra başladığını ve bir anlamda eski şiirlerini inkâr ettiğini söyler, Hilmi Hoca’nın deyişiyle kışkırtıcı bir biçimde devam eden bu diyalogda; “Bizim başkaldırmamız başka türlü. Başkaldırma gibi görünmeyen bir şiir. Aslında bütün sanat başkaldırmadır. Bütün sanat protestodur. Pasif görünürse de aktif bir direnmedir.” diyecektir.

“Başkaldırma gibi görünmeyen bir şiir…” Bu cümle bana Hilmi Hoca’nın kitabın sonuna eklediği  daha önce Behçet Necatigil üzerine yazmış olduğu sekiz yazıdan ilkinde geçen şiir çözümleme yöntemi üzerine yazdıklarını düşündürttü. Şöyle diyordu o yazıda Hilmi Hoca;  “Riffaterre’ye göre şiir, bir sözcüğün ya da bir cümlenin bir metne dönüşmesidir.  Bir metne dönüşen sözcük ya da cümle ise, o şiirin ( metnin ) matrisi’dir. (Matris eğer bir sözcük ise  Riffaterre o sözcüğün şiirde görünmeyeceğini belirtiyor.) Demek ki şiir matris’in dönüşümüdür. Matris bu dönüşüm sırasında bazı temsili imler üretir ki, bu imlerden bir bölüğü şiirsel imlerdir.”  Yani bir anlamda Riffatter matris eğer tek sözcükse onu şiirde doğrudan görmemeliyiz, bulmalıyız diyor. Bana göre yalnızca şiir çözümlemesi ve şiirin anlaşılması için değil sanatın tüm alanları için geçerli olan bu çözümlemenin ayrıntılarını elbette “Behçet Hoca” kitabında bulacaksınız. Hilmi Hoca’nın deyişiyle anlamın geriye itildiği modern şiirde okurun şiirdeki anlam çokluğunu ve derinliğini kavrayabilmesi için hem şiirlerarasılık hem de metinlerarasılığı göz ardı etmeden şiirin matrisini çözmek için uğraşması gerekecektir. Bu durumu şöyle açıklar Hilmi Hoca kitapta:

“Anlam çoğulluğu anlaşılabilir olmayı zorlaştırır mı? Daha önce de belirttim Hoca’nın okurdan talepleri vardır: Okur şiiri bir eski zaman hayvanı gibi kemiklerinden yeniden inşa edecektir. Deyiş yerindedir: Okurun uğraşı, bir arkeoloğun uğraşı gibidir.” Necatigil’in bir başka söyleşisinde konuya biraz daha açıklık getirdiğini yazar Hilmi Yavuz: “Şiir hemen anlaşılmamalı, çünkü kişiyi yani okuyucuyu tembelliğe sürüklüyor. Şiir bir matematik problemi gibi olmalı ve okuyucu onu çözmeye çalışmalıdır. “

Tıpkı çağdaş sanatın da izleyiciden katılım ve ilişkisellik beklemesi gibi değil mi?

Ah kitabın epilogu… Hilmi Hoca’nın öğrencilik, yeniyetmelik ve daha sonraki yıllarında kendisine kılavuzluk etmiş, yol göstermiş hocasının Behçet Hoca’nın kaybından duyduğu derin hüznün, yoğun acının dizeleriyle başlıyor;

“Behçet Necatigil Gitti:

Kim Yol Gösterecek Bu Akşamlara”

Ne diyor Hilmi Hoca: “Necatigil’i bilmek gerekti. Tanımak. Niye suskundur Hoca? Anlatınca bir şeylerin öldüğünü bildiğinden:

“Susanlara hiç bir şey sormayınız!”

Ve o dize; “Her şey yarım yarim” 

Bir dize mi yalnızca okuduğunuz, yoksa dört sözcükten oluşan bu cümle, içine dalacağınız bir okyanus mu? “Neden yarım her şey? İnsanın her zaman bir anlayanı yoktur çünkü. Ama bir şey vardır ki o eksiksizdir. Adı şiir’dir onun Necatigil için.  Çünkü şiir yarımları bütünler; ödenmemiş olanları öder. Hiçbir şey koyduğumuz yerde durmuyorsa, onu eklem yerlerinden perçinleyecektir şiir. Bir yerlerimiz sularda kaldıysa, onu çekip çıkaracaktır…”

“Behçet Hoca” kitabının bende bir söyleşi tadı bıraktığını söyleyebilirim; Hilmi Hoca’nın kendisiyle ve hocasıyla yaptığı bir söyleşi…

“Neyi anlamak istiyorsak, anlaşılmak istenen, o hep kanadı kırık bir kuştur, Sezai Karakoç’un söylediği gibi, merhamet isteyen. Anlamak, hüzünlüdür her zaman. Ve ne zaman anlamaya doğru yola çıksam, yol boyunca her şeyin yoksullaştığını, giderek varolmanın hüzünle yer değiştirip acılaştığını görüyordum. Ama şimdi, dönüşlere bakarken, öyle değilim. Söyleşisiz, öyleyse yersiz yurtsuz değilim. Hölderlin gibi söylersem, ben bir söyleşiyim artık…”[2]

Ve ne yazık ki “Behçet Hoca” kitabının  bendeki yansımalarına dair  yazmak istediklerimin tümünü yazamadım, ama bu “yarımlık” / “yarım kalmışlık” durumu eskisi gibi tedirgin etmiyor beni, artık biliyorum ki bu yazı da tamamlanacaksa, okurların “Behçet Hoca” kitabını  sonra da Behçet Necatigil ve Hilmi Yavuz şiirlerini okumasıyla tamamlanacak.


[1] https://www.timeturk.com/tr/makale/hilmi-yavuz/anlam-ve-yolculuk.html
[2] https://www.timeturk.com/tr/makale/hilmi-yavuz/anlam-ve-yolculuk.html



Önceki Haber
Avukatın emeği mi, ölümü mü? – Tennur Koyuncuoğlu
Sonraki Haber
Görevden alınan belediye eşbaşkanları 'ev hapsi' şartıyla serbest