Ana SayfaManşetListeli vahşet çağrıcıları

Listeli vahşet çağrıcıları


Nice Yıldız


İspanya İç Savaşı’nda bulunan André Malraux, katliamlara ve yıkıcılığa koşar adım giden toplumların dinamikliğine dair, “Her şey, içindeki vahşet duygusunu yenememiş toplumların katillerine, canilerine hayranlık beslemesiyle başlamakta” demektedir.

Türkiye’nin devlet olarak içinde barındırdığı vahşet duygusu malum, her dem taze. Her dönem, vahşetinin öfkesine hedef alacağı düşmanları yaratma ve bulmada asla zorluk çekmez. Ermenilerden Kürtlere, Rumlardan Yahudilere, Alevilerden LGBTİ+’lara, düşünürlerden aydınlara, kendisinden farklı gördüğü herkese düşman skalası geniş.

Türkiye’nin müthiş kurgularla düşmanlık yaratma mahirliği yadsınamaz, bazen ülkenin tek alametifarikasının bu olduğuna inanasınız gelir. Paylaşmakta, bölüşmekte duygularının sıkılığını bildiğimiz devlet, söz konusu vahşetinin duygusunu aktarmak olduğunda gayet cömert, engin. Yanına yamacına yedeklediği geniş yığınları büyük savurganlıkla kendi vahşet duygusuyla beslemekte gönençli.

Devletin peşin hükümlü vahşet duygusuyla beslenen bu geniş yığınlarda her daim zinde, uyanık ruh haliyle ülkenin dâhili ve harici düşmanlarına karşı devletlerinin, iktidarlarının emrine amade hazır kıtalar olarak bekleme vaziyetindeler.

Katillerini ve canilerini içindeki vahşet duygusuyla rol model alan bu geniş yığınların bütün umutları, kendi zamanlarının olduklarına inandıkları vahşet günlerinin gelmesini beklemek. Bütün umutları, karanlık zamanlarda yaratacakları yıkımlarda, kendileri gibi içindeki vahşeti yenememiş başkalarının kendilerine hayranlık duyduklarını görebilmekte.

Ülkede artık hangi tarafa dönseniz içindeki vahşet duygusunu yenememiş bu kalabalık yığınlarla karşılaşıyorsunuz. Sırtlarını iktidarın ve devletin güvenli sırtına dayamış bu vahşet dolu yığınlar ne yazık ki günden güne büyümekte, hayatın her yerine sızarak her alanı kaplamaktalar. Her an birilerinin ve bir şeylerin katili olma arzusuyla yaşayan bu yığınlar, kendi zamanlarının geleceği günlerde yapacaklarını artık pervasızca açık açık her yerde deklare etmekteler.

Televizyon ekranlarında komşularının ölüm listesini tuttuğunu söyleyen konuktan mezardan ölü çıkararak yakma heveslisi Anadolu irfanlı gençlere, cenazelere sokak ortasında işkence yapan güvenlik güçlerinden mezarlıklar yıkan askerine, kargoyla cenaze yollayan savcısından uluslararası savaş suçlularını öfkeli gençler olarak sahiplenen iktidarına ülkenin yeri göğü, periferisi bu vahşet birlikteliği ile donanmış. Ülkenin her tarafına sinmiş ruhlarıyla ülkenin birlik ve beraberlik ülküsü dedikleri vahşetlerin etrafında el ele tutuşmak, yeni vahşetlere kıra döke ilerlemek.

Yüzü insanlığın değerlerine dönük her toplumda büyük infial yaratacak eylemler, açıklamalar bile artık Türkiye’de “normalin ve olağanın” kendisi olarak kabul ediliyor, üstü daha bir hızlı kapatılarak geçiştiriliyor.

Türkiye’nin öğretilen resmî tarihini biraz deştiğinizde ülkenin bütün “normalinin” her dönemde aslında bu olduğunu görebiliyorsunuz. Ama hiçbir zaman bu dönem kadar katliam hazzı taşıyan sıradan yığınların sırtının devlet tarafından açıktan sıvazlanarak, cesaretlendirilmediğini de bir yere not almalısınız.

ABD Holokost Anma Müzesi desteği ile devam eden Erken Uyarı Projesi’nin soykırım risk listesi, 2018

2018 yılında Amerika merkezli soykırımlara karşı erken uyarı ekibi, Türkiye’de pek ilgi uyandırmayan bir rapor yayımladı. Rapora göre Türkiye, dünyada yüksek seviye soykırım yapabilecek ülkeler arasında bulunuyordu. Listenin başını Demokratik Kongo Cumhuriyeti çekerken, Türkiye listenin sekizinci sırasında yer alıyordu. Türkiye’nin üstünde Angola, Yemen, Sudan, Afganistan, Mısır gibi iç savaşlar, çatışmalar yaşayan, darbeci iktidarların yönettiği ülkeler bulunuyordu.

Türkiye’nin medyasına, sokaklarına, iktidarın ruh haline bakıldığında bu tehlikenin sıradan bir öngörü olmadığını anlayabilirsiniz. Raporun hazırlandığı dönemden bugüne kadar geçen sürede bu tehlikenin ortadan kalktığını bizlere gösterecek hiçbir işaret olmadığı gibi, ülkenin siyasal durumu raporun hazırlandığı dönemden daha çetrefilli ve daha karamsarlık yüklü.

Türkiye’nin devlet karakterini biraz tanıyanlarımız için, raporun işaret ettiği gerçeklik bugünlerde her zamankinden daha güncel.

Türkiye devlet geleneğinin sistemsel temelinde, kurumsal aklında zora ve şiddete dayalı olarak hareket etme bilinci var. Bu kurucu bilinçten temelden kopuş sergilenmediği sürece, hedefe alınacak bir grubun imhasını gerçekleştirme arzusu Türkiye için her zaman güncelliğini koruyor olacaktır. İktidarının zayıfladığını hissettiği anda tekrar varlık kazanabilmek, egemenlik tesisini yeniden kurabilmek için yıkıcı eylemi sürekli kılmaktan, şiddeti daha geniş kitlelere doğru yöneltmekten asla geri durmuyor.

Günümüze kadar soykırımla, katliamlarla ve pogromlarla kendine alan açabilen, yok etme reflekslerini yitirdiğinde çözüleceğini, sönümleneceğini, statükosunun biteceğine inanmış gizli korkularla çevrili devlet ruhuyla karşı karşıyayız. Bu duruma ilişkin Charles Tilly, şiddete dayalı kurgunun temelinde iktidar zayıflığının olduğuna dikkat çekerek, şiddete dayalı yıkımla zayıf iktidarların meşrutiyet aradığını, kitlesini dinamik ve kendine bağlı tutabildiğini ama en önemlisi yaratılan yıkımla kendini tekrar kurmasını işaretleyerek, “Savaşmak, devleti tekrar kurar” der.

Asıl olarak devletlerin yıkım ve şiddet yoluyla siyaset arayışları özünde yaşadıkları yönetememe krizinin ifadesidir.

Tahakküm gücünü şiddetle yerleştirmiş Türkiye gibi ülkeler, tahakkümlerini devam ettirebilmek için devamlı şiddete dayalı çözümlerle krizlerden çıkmaya çalışıyorlar. Bu kriz anlarında iktidar alanlarını dengeleyecek, kontrol edebilecek güçlerde ortada yoksa iktidar mutlak otoritesiyle yıkıcı eyleme hızla geçebilmekte, şiddeti yaygınca siyasetinin öznesi haline getirebilmektedir.

Ermeni Soykırımı ve Holocaust’un savaş zamanlarında gerçekleşmesinin temelinde iktidarların baskı ve gözetleyen güçlerin etkisinden bir an için kurtularak, kendi bağımsız iktidar sınırlarını kullanabilme özgürlüğü vardır. İktidar ne kadar güçlü ve bağımsız denetlenemeyen durumdaysa şiddetinin kaynağı o derece yıkıcı olmaktadır. Rudolph Rummel’in söylediği gibi, “İktidar öldürür ama mutlak iktidar, mutlak ölüm demektir.”

Devletlerin şiddete, katliamlara yüzünün her zaman dönük olduğunu belirten bir diğer isim Leo Kuper. Otoriter iktidarla yönetilmesinden bağımsız olarak devletlerin ister siyasi, ister askeri kaygılarla olsun gerektiğinde, istediklerinde aşamayacakları moral-etik sınırın olmadığını, çünkü devletten daha yüksek moral-itikal güç olmadığı tespitinde bulunuyor. Diğer yandan yine Leo Kuper, belli bir toprak üzerindeki egemen devletin, yönetimindeki halka karşı soykırım uygulama ya da kitlesel katliamlar yapma hakkını egemenliğinin ayrılmaz bir parçası olarak gördüğünü, BM’nin sırf pratik amaçlar için bu hakkı koruduğunu vurgulamakta.

20’nci yüzyıl içerisinde devletlerin kendi egemenliği altında bulunan topluluklar ve gruplara karşı 164 milyon insanı öldürmüş olduğunu göz önüne alırsak, Leo Kuper’in tespitinde haklı olduğunu görebiliriz.

Van’dan Muş’a, Bingöl’den Hakkari’ye birçok mezarlık tahrip edildi

Öte yandan zayıflayan iktidarların aşkın-yıkıcı şiddete başvurmadan önce, birçok ön sinyaller verdikleri yapılan çalışmalarla belirlenmiş durumda. Genelde uygulandıkları ve söylendikleri anda pek üzerinde durulmayan eylemler ve sözler, yıkıcı şiddeti nihai hedef yapan iktidarların niyetlerini pek saklamadıklarını göstermekte. İktidarlar yapacakları konusunda kendini açık ederken, gerekli çevreler bunları yeterince dikkate almamakta, tehlike olarak görmemektedirler. Soykırımlar üzerine çalışan Jacques Semelin, ön sinyaller olarak kışkırtıcı söylemlerinin artması, nefret medyasının ortaya çıkması, belirli bir grubun marjinalleştirilmeye başlaması, iç ve dış düşman figürlerinin kamusal alanda ifade edilir hale gelmesi olarak belirliyor.

Yıkıcı-aşkın şiddetin gelişi olarak belirtilen bu ön sinyallere göre durumun ciddiyeti ortaya çıkmakta. Türkiye bu safhaların çok daha ötesine ulaşarak yıkıcı-aşkın şiddete doğru en tehlikeli sinyal olarak algılanması gereken hukuksal alanın düzenlenmesini, iktidarın tekeline bırakmış durumda. Türkiye’de yasaların ve cezaların iktidarın ideolojisine göre düzenlenmesi, hukukun bağımsızlığını ve üstünlüğünü yitirmesi, bütün hukuksal normlarda iktidar ideolojisine bağlılık aranması yıkıcı-aşkın şiddet tehlikesinin gerçekleşebilme olasılığı konusunda asıl kaygılanmamızı gerektiren tehlike. Uzun zamandır Türkiye’de ideolojinin gereklerini karşılamak üzerine kurgulanan yasalarla, kamusal, gündelik ve siyasal hayat devam ettiriliyor.

İdeolojik hukukun egemen olduğu ülkelere ilişkin Dwight Macdonald, iktidarın kontrolüne giren hukuk yönetimlerinde “yasalara itaat eden kişiden, yasaları çiğneyenden daha fazla korkmamız” gerektiği konusunda uyarır.

Yıkıcı-aşkın şiddetin geçmiş deneyimlerine baktığımızda ideolojik hukukun çeperine tutunmuş, otoriteyi sorgulamayan ve iktidar ideolojisiyle dolu olanlar yıkıcı- aşkın şiddetin ana uygulayıcısı olmaktadırlar.

Bu kitleler ve gruplar iktidarın kendi varlık alanına tehdit olarak gösterdiği, hedefe aldığı gruplara karşı kendiliğinden inisiyatif alarak harekete geçebilme ve şiddeti en kılcal alanlara kadar yürütebilme kapasitelerine sahipler. İktidarla bütünleşen bu yığınlar karşıt grupları, düşünceleri iktidara yönelik tehdit kadar kendi varlıklarına karşı da tehdit olarak görüyorlar.

Bu yığınlar kendilerini otoriter iktidara dışarıdan balans vermek, görünmez tehlikeler konusunda uyarmak ve hedefe alınan gruplara karşı özellikle bürokratik aygıtta yumuşama olmamasını denetlemekle yükümlü olarak ödevlendiriyorlar.

Mutlak otoriter iktidarların ise bu kitleden beklentileri sadece pasif bir denetleme halinde kalmaları değil çoğu zaman iktidar adına devreye girerek kamusal alanda iktidarın belirli dengelerle söylemediklerini söyleme, iktidarın militer örgütlenmesinin hatırlatma ve iktidara yönelik en ufak tehdide karşı harekete hazır olduklarını göstermeleri.

Türkiye’de, anlaşılan, bu yığınlar iktidar gücünden zayıfladıkça daha da fazla kendilerini hatırlatacaklar. Televizyon ekranları, siyasetin koridorları, sokaklar bu yığınların habitatı olacak.

Yakın zamanlarda daha fazla karanlık dehlizlerinde bulunan siyasetlerini, vahşet senaryolarını birer birer ortalığa saçacaklar. Nefretle ve öfkeyle kuşanmış iktidardan abartma dilleriyle daha çok katliam listelerini, tecavüz hedeflerini, hangi mahallere baskın yapacaklarını üzerlerimize bocalayacaklar.

Tüm cesaretleri hiçbir ceza almayacaklarını bilmenin rahatlığından;

Tüm cesaretleri katillerine ve canilerine hayranlık duyanların bolluğundan;

Tüm cesaretleri şefkatsiz ve vicdansız iktidarın kendilerine hizmet ettiğini bilmelerinden;

Tüm cesaretleri Kürt şehirlerinde katliam yaptıklarında, insanları diri diri yaktıklarında, sokaklarda cenazeleri günlerce bıraktıklarında, cenazeleri araçların arkasına bağlayarak sürüklediklerinde herkesin susması, onaylaması, görmemesinden geliyor…

Previous post
SALT'tan online gösterim: 'Tamamlanmamış Mekânlar'
Next post
"İşçi sınıfı bu dönemden güçlenerek ve büyüyerek çıkabilir"