Gülistan’da bir gül… – Xane Anuş
”Ayağa kalkıp yaşamadıktan sonra oturup yazmak ne boştur”*
Yarına açılan pencerede kanatsız uçmaya gönül vermiş kelebekler…
Yaşama inadı yaşamın nefesine tutulmuş, suretler ve yaşamın durduğu yerde ‘dur’amayan yürekler…
Yüzünün atlasında umuda dair biriktirdiklerini dirhem dirhem insanlık denizine akıtan güzellikler…
Dağ gibi yaşayıp, ormanlar gibi paylaşıp, ateşin içinden tarihten kalma bir melodi ile dansa tutuşan eller…
Bir fotoğraf karesi donukluğundan her an yüzümüze bakarak bize ‘biz’i hatırlatan, gözlerin vicdan yarası…
Ayaklarında gezdiği diyarların tozuna inanıp, dizlerindeki son dermanı, cennetin mührüne taşıyanlar…
Bir yaşam aralığında, bir pencere uzaklığı ve bir gülüş sıcaklığı ile bembeyaz bir gökyüzü aralığında içimize sızan yüzler…
Çağlar arası bir mekan-zaman bölünmüşlüğünde kalbini çağlar ötesine paylaştıran serüvenciler…
Yazılacak ne çok hayat var, anlatacak ne çok hikaye, ömrünün baharında gül olup gülistanlıkta yürüyen ne çok hevi…
Sanki birini anlatsan diğerine haksızlık yapacakmış gibi alıngan ve konuşmaktan utanan cümleler…
‘Her gül kendi kökü üzerinde yeşerir ancak,’ ne güzel demiş Ehmedê Xanê.
Gülistan’ın bir Gül’ü daha gitti.
Gülistan’dan kopan güller yeşermiyor başka kökler üzerinde.
Gül’ün payiz rengine bürünen bir veda ile soluyor.
Payiz’e varmadan veda ediyor Gülistan’ın gülleri…
Şimdi gel de anlat Gülistan’ın gül rengi Hevi’sini…
Ya da biz bırakalım Gülten Akın anlatsın, biz hafıza edelim, Gülistan’daki Gül’ü.
…Dünya uçurtmayla balonken
Kırmızı ve mavi tayfın bütün renkleri
Sana zehir zindan edenleri
Bağışlayacak mısın
Sen, senin adına bağışlayabilirsin
O zaman
Ottan ve açlıktan ve bilcümle haşereden
Cümle dertten hastalıktan
Ölenler ve kalanlar seni bağışlamayacaklar
Duyuyor musun yüreğim
Unutma sakın unutma
Bağışlama sakın
Sakın düşmanını sevme, sakın susma
Bekle büyük kavgayı bekle
Anlıyor musun yüreğim…