Ana SayfaManşetHaber yine Batman’dan… – Sabiha Temizkan

Haber yine Batman’dan… – Sabiha Temizkan


Sabiha Temizkan


Gencecik bir kadın Uzman Çavuş Musa Orhan tarafından 20 gün alıkonularak tecavüze maruz bırakıldı. Konuşmaması için de tehdit edildi. Korkmadı, annesiyle birlikte karakola gidip şikayetçi oldu. Ama fail tutuklanmadı. Kadın başına getirilen vahşetin hesabının sorulması için tek bir yol bulabildi: bir intihar notu!

Bir kadın adaletin sağlanması için ölmeyi seçmek zorunda kaldı yani. Çünkü kendisine başka hiç bir yol bırakılmadı. Geride bıraktığı notla onu ölüme sürükleyen faili hakkında suç duyurusunda bulundu. Ancak Uzman Çavuş Musa Orhan, o bütün bu acıları çekerken ve kendisini öldürürken hala serbestti. Onun ölmesi de Musa Orhan’ın tutuklanması için yetmedi, acılı ailesi kızlarına bu vahşeti yaşatan Musa Orhan’ın serbest olduğu her saniye acı çekti.

Yazının başında haber yine Batman’dan dedim çünkü Batman 2000’li yılların başında sürekli kadın intiharlarıyla gündemdeydi. “Namus” ya da “töre” denilen baskının yanında bir de OHAL ve bölgedeki çatışmalı ortamın bu intiharlara yol açtığına dair kimi tespitler yapıldı o dönemde. Sebebinin yanında çok önemli bir gerçek var ki bu intiharlar şüpheliydi. Bu intiharlar “namus cinayetleri” adı altında yapılan katliamlardı ve artık erkekler elini kana bulamadan bunu kadının kendisine yaptırıyordu.

Bu intiharları araştıran sosyolog Dicle Koğacıoğlu, ‘namus cinayetleri’ ile ilgili kaleme aldığı makalede şunları anlatmıştı:

“Türkiye’de yaşayan kadınlar olarak hepimiz vücudumuzla ne yapacağımız konusundaki bin bir soruyla namus kurgusu üzerinden karşılaşıyoruz. Kimimiz namus cinayetlerinden ölüyor, kimimiz giydiği eteğin boyu için dayak yiyor; başkaları oturma şekilleri hakkında çalıştığı atölye, ya da ofis sahibinden uyarı alıyor, namussuz olarak düşünülüyorsa pandik yiyor; bazılarımıza boşanırken çocuğunun velayeti verilmiyor, diğerleri verilmeyecek korkusuyla yaşıyor, bir başkamıza çalıştığı fabrikada kötü gözle bakılıyor, ötekine kötü gözle bakılacak diye çalışmasına izin verilmiyor.”

Dicle hoca da “Çok acı var dayanamıyorum” diyerek intihar etmişti sonra.

Musa Orhan’ın tecavüz etmesi sonucu intihara sürüklenen genç kadın İpek Er, otopsi işlemlerinin ardından polis ablukasında Batman Asri Mezarlığı’na defnedildi. (Fotoğraf: JinNews)

Şimdilerde Batman’da namus ya da töre denilen cinayetlerden söz edilmiyor. Bu kez bir kadının bir asker tarafından maruz bırakıldığı tecavüzü ve intiharını konuşuyoruz. Kürt illerinde kadınlara tecavüz eden kolluk güçlerinin cezasız kalmasının bugün yaşananlarda çok büyük payı var elbette. Bugün tecavüzcü uzman çavuşun tutuklanması için bas bas bağırmak zorunda kalmamız bir işkence. En başta ailesine sonra da bütün bu vahşete tanık edilen bizlere.

İntihar eden 18 yaşındaki kadının intihar mektubu bir suç duyurusudur, kadınların neden öldürüldüğünün somut delilidir. Böyle kabul edilmelidir.

Bütün bunların yanında dikkat çekmek istediğim çok önemli bir nokta var. İ.E. intihar mektubunda şöyle diyordu: “Beni tehdit etti. Eğer söylersem beni öldüreceğini söylüyordu. Artık öleceğim için korkmama gerek yok. Evet, gerçekleri söylemeye gelelim. M… O… bana tecavüz etti. Ben ağladım, bana kendini diktirirsin dedi. Saçımı çekip yerden sürükledi, ‘kimse sana inanmaz’ dedi. ‘Sahipsizsin’ dedi.”

“Sahipsizsin” sözü çok trajik. Çünkü iki dönemdir belediyesine kayyum atanan Batman’da kadınlara hizmet veren kurumlar bir bir kapatıldı. Kadınların başvuracakları merci bırakılmadı. Bugün yaşanan bu ölüm bütün bu kadın düşmanı politikaların da bir sonucu aynı zamanda. Mektup şöyle devam ediyor:

“Ben ne ölüyüm ne sağım. Keşke ölseydim, bu mesajım benim gibi saf kızlarımızın başına gelmesin. Çakal mahvetti hayallerimi yıktı benim. Ne suçum vardı. Bana tecavüz etti. Ve inkar etmiş. Benim hayatımı umutlarımı tüketti. Parasını başına çalsın. Zalimin teki o merhametsiz. Beni bu duruma sokma intihar etmeye ya Musa beni öldürecekti ya da ben kendimi öldürecektim. Seni affetmiyorum. Benim hayatımı mahvettin herkesin diline düştüm. 17.07.2020 – 00.30.”

Bölgede kolluk güçlerinin karıştığı tecavüz vakalarını yakından takip eden hak savunucusu Eren Keskin’le son yaşananlar üzerine yaptığım görüşmede çok önemli bir noktaya işaret etti. Yaratılan değer yargılarının bu intiharlarda önemli bir payı olduğunu söyledi ve “Mağdurken suçlu olarak görülmekten korkuyorsun. Bu durumla karşılaşan kadınlar hep ‘babamı üzmekten korktum’ diyor mesela. Annesini üzmekten korkan bir kadın görmedim hiç” dedi.

Yani kadın “erkeğin aşağıladığı” bedenini yine bir erkeğin ‘gururunu aşağılamamak” için susuyor. Eren Keskin, şöyle devam ediyor:

“90’lı yıllarla bugün birbirine çok benziyor. Bugün de kadına yönelik şiddet savaş politikası olarak uygulanıyor. Bu durum çatışmaların azaldığı dönemlerde bir dönem düzeldi ancak kayyumlar süreciyle 90’lı yıllara geri döndük. 90’lı yıllarda da genelde uzman çavuş rütbeli ama farklı rütbelerden de askerler fail konumundaydı. Çocuk yaştaki kadınlarla ilişki kurup intiharlarına yol açtılar. Musa Çitil Mardin’de birçok istismarın faili konumundaydı. Ş.E’ye tecavüz skandalı bu konuda çok önemli bir örnek. Tecavüzü gündeme taşıyan Yıldırım Türker yargılandı ama askerler beraat etti. O dönemin Derik Karakol Komutanı Yüzbaşı Musa Çitil de beraat edenler arasındaydı. Tabi ki delil yetersizliğinden.”

Yıldırım Türker 2003 yılında “Tecavüzcü Sürüsü” başlığıyla Radikal gazetesinde yayımlanan köşesinde Musa Çitil ve tecavüzlerle ilgili şunları not düşüyordu:

“Yörede namlı bir işkenceci olarak tanınan yüzbaşı bu topraklarda yargılanamayınca iş AİHM’ye kalmış, Türkiye, işkence kurbanı Salih Tekin’e 25 bin sterlin tazminat ödemek zorunda bırakılmıştı. Karakolda askerlerin cinsel ihtiyaçlarını karşılamak için mutlaka gözaltına alınmış bir kadın kurban bulundurulduğu da ayyuka çıkmış ‘söylentilerden’. Tecavüz, gerek kanıtlanması güç olduğundan, gerekse kurbanların başlarına geleni anlatamamasından, herkesin bilip kimsenin engelleyemediği bir gerçeklik olarak suratımıza sırıtıyor.”

Eren Keskin, AKP’nin o dönemin aktörleriyle yakın pozlar vermesi ile bugün yaşanan benzer olayların tesadüf olmadığını düşünüyor. Keskin’e göre, bugün yeniden konuşmaya başladığımız asker tecavüzü ise cezasızlık politikasının bir sonucu. Peki bu davalar neden cezasızlıkla sonuçlandı? Keskin şöyle özetliyor:

“Cinsel işkence kanıtlanması zor bir işkence yöntemi. Çünkü eğer kadınlar tecavüze uğradıklarını genelde geç açıklıyorlar ve fiziksel bulgular yok oluyor. Psikolojik bulgulara bakarak rapor veren merci de çok az. Ayrıca mahkeme ve savcılıklar Adli Tıp Kurumu raporu dışında rapor kabul etmiyor. Adli Tıp Kurumu da zaten devlet kurumu. Bu nedenle rapor vermiyor. Şükran Aydın davasında AİHM, Türkiye’yi bağımsız hekim raporunu kabul etmediği için mahkum etti ama buna rağmen Türkiye hala bağımsız hekim raporlarını kabul etmiyor. Bu da faillerin delil yetersizliğinden cezasız kalmasına yol açıyor.”

Cinsel saldırı faili Musa Orhan

Eren Keskin’e göre bu bir mekanizma: “Bu hakimi, savcısı, adli tıp hekimiyle bir mekanizma. Adli Tıp Kurumu rapor vermiyor, savcı delil yetersiz diyor, hakim serbest bırakıyor. Onun için İstanbul Sözleşmesi çok önemli ama esamesi okunmuyor. Nadira Kadirova dosyasında da olduğu gibi hemen gizlilik kararı veriliyor ve yargının bir tarafı olan savunmanın dosyaya erişimi engelleniyor.”

Keskin, Uzman Çavuş Musa Orhan’ın aynı zamanda bir savaş suçu işlediğini çünkü olayın savaş bölgesinde gerçekleştiğini söylüyor. Ayrıca bu olayda eğer sanık tutuklanmış olsa delillere daha etkin ulaşılacağını ve bu delillerin devlet eliyle karartıldığını belirtiyor.

İ.E, intihar etmeden önce mücadele etti. Ama ifadesi alınan Musa Orhan ‘alkollü olduğunu’ söyleyip salıverildi. Yani bir kadına nefes alabileceği hiç bir yol bırakılmadı.

Şimdi sormak gerek, bu intihardan yalnızca Uzman Çavuş Musa Orhan mı sorumlu? 90’lardan bugüne cezasızlıkla sonuçlanan davaların bunda payı yok mu? Peki ya kadınları sığınaksız bırakan iktidarın politikalarının bundaki payı ne olacak? Biz kez daha İstanbul Sözleşmesi’ni gündeme getirmenin tam zamanı. Kadınlar “sahipsiz” değil ve en önemlisi erkekler kadınların sahibi değil. Kadınlar kendilerine birbirlerine sahip çıkıyor ve kadın dayanışması eril sistemin karşısında giderek daha da güçlü boy gösteriyor. Ve korkmuyoruz, susmuyoruz, itaat etmiyoruz sloganını yükseltiyor. Çünkü kadın cinayetleri politiktir ve kadınlar bu politikalara karşı her zamankinden daha güçlü mücadele ediyor, edecek.


PAYLAŞ:
    WhatsApp'da Paylaş!   Telegram'da Paylaş!     Yazdır   E-Posta Gönder

Önceki Haber
Cinsel saldırı faili Musa Orhan tutuklandı
Sonraki Haber
Rabia Naz soruşturması: Takipsizlik kararı itirazına ret