Ana SayfaKültür-SanatGüneşe Yolculuk üzerine – Sultan Eylem Keleş

Güneşe Yolculuk üzerine – Sultan Eylem Keleş


Sultan Eylem Keleş


— Dikkat! Bu yazı spoiler içermektedir. —

Yönetmenliğini Yeşim Ustaoğlu’nun yaptığı, 1999 yapımı Güneşe Yolculuk filmi, katıldığı festival ve yarışmalarda onlarca ödül almış, Türkiye’de ise sinemada ancak bir yıl sonra kısıtlı olarak gösterime girmiş ve sinema salonlarının kapısında sivil polislere mesai harcatmış bir filmdir. Filmi gösterime girdiği yıllarda sinemada izleme imkanına sahip olamasam da o dönemde izleyicide güçlü bir etki bıraktığına inanıyorum. Filmin sinematografik başarısının arkasına Yeşim Ustaoğlu’nun hakkını vermekle beraber, dünya sinemasından pek çok ismin katkısı da eklenebilir. Sektör içerisinde zaten halihazırda bir kadın yönetmen olarak tutunması zorken 90’lı yıllarda Kürt realitesini sinemaya aktardığı, bu filmi ve oyuncu Nazmi Kırık’ı bize kazandırdığı için Yeşim Ustaoğlu’nu tebrik etmekle beraber hakkını da vermek gerek.

Filmin konusuna gelecek olursak, filmin afişinde yazan ‘dostluk ve barış üzerine bir film’ sloganı, filmin konusu ve ele alış biçimini özetliyor. Yazıyı filmin konusuyla uzun uzadıya boğmak istemiyorum, Beyaz Perde adlı siteden aldığım özeti doğrudan aktarıyorum:

Biri Türkiye’nin doğusundan diğeri ise batısından gelen iki farklı karakterin yolu İstanbul’da kesişir. Batıdan gelen Mehmet ve seyyar arabasında kaset satarak geçinen Berzan arasındaki hayaller de ortaktır, gerçekler de… Mehmet’in tek hayali Arzu’yla evlenip mutlu olabilmekken Berzan ise ardında bıraktığı sevgilisine geri dönmeye çalışmaktadır. Ancak iki adamı bir araya getiren bu hayalleri ayrı düşmelerini engelleyemeyecektir. Bir polis çevirmesi sırasında bir hata sonucu tutuklanan Mehmet hapisten çıktığında şaşırtıcı bir durumla karşılaşacak, sonrasında ise Berzan’ın desteğiyle bu durumdan kurtulmaya çalışacaktır.”

Bu film, hem Berzan adlı karakteri canlandıran Nazmi Kırık hem de yönetmenliğini yapan Yeşim Ustaoğlu’nun kendisi için de önemli bir dönüm noktası. Ustaoğlu, author sinemacı yolculuğunun bu filmle başladığını ve kendi dilini oluşturmaya bu filmle birlikte başladığını söyler. Başrol oyuncularından Nazmi Kırık ise, sinema kariyerine bu filmle güçlü bir başlangıç yapıyor. Kırık, Kürt Tarihi Dergisi’nin Kürt Sineması dosyasında o günleri şöyle anlatıyor: “Yeşim Ustaoğlu, o günün koşullarında pek çok yönetmen MKM’nin kapısından girmeye çekinirken kapımızı çalmış, bizi görmüştü. Devletin yalnızlaştırmaya çalıştığı kurumu ve bizleri çalışmasına davet etmiş olması benim için çok değerlidir. Dahası kadın yönetmen sayısı bu kadar azken kadın bir yönetmen ile sinemaya başlamak benim için bir şanstı”.

Yeşim Ustaoğlu, sahiden de bütün oyuncuları Nazmi Kırık, Newroz Baz, Mizgin Kapazan gibi oyuncuları Mezopotamya Kültür Merkezi’nin (MKM) oyuncu kadrosundan seçmişti. Berzan gibi güçlü karakter yaratımı, biraz da bu tercihiyle ilgili; yani anlattığı mesele ile sahici ilişkisi olan insanlardan seçmesiyle. Fakat Ustaoğlu MKM’ye sadece oyuncu seçimi için gitmediğini, meselenin özünü öğrenmek için oraya gittiğini söylüyor. Aslında, bir anlamda da Ustaoğlu’nun kişisel güneşe yolculuğu da MKM’ye giderek başlıyor.

2020’den bakınca Güneşe Yolculuk filminin, toplumsal hafızaya bir katkı olarak belgesel niteliğinde bir film olduğunu söyleyebiliriz. 90’lı yılların atmosferini bir dostluk hikayesiyle aktarıyor Ustaoğlu. Faili meçhuller, hapishanelerde süren ölüm orucu direnişleri, kapıların çarpıyla işaretlenmesi, sular altında kalan köyler, göçler ve kentsel yoksulluk… Bütün bunları zaman zaman gerçek, zaman zaman kurgusal görüntülerle sinemaya taşıyan Ustaoğlu’nun bu filmi Kürt Sineması’nda önemli bir yer tutuyor. Kürt sorununu ele alıp derinleştiren darbe yılları ve görüntüleri haricinde devlet şiddetini gösteren film klişelere başvurmuyor, yalın bir anlatımı tercih ediyor, açık olarak bir taraf belirliyor.

Güneşe Yolculuk esasen, yukarıda bahsettiğim büyük çelişkiler, sorunlar yumağı içerisindeki küçük hayatları ele alıyor. Bu küçük ve farklı hayatların, insanların birbirleriyle yolları kesişiyor, birbirlerine değiyorlar, aralarında bir dostluk ilişkisi gelişiyor ve bu dostluk ilişkisi de birbirlerini değiştiriyor… Buraya kadar her şey çok güzel. Ustaoğlu’nun sinemasında bu temas ve değişim meselesi belirgin bir yer tutuyor; birçok filminde de hikaye hep bu transformasyon üzerinden ilerliyor. Bu bir yandan toplumsal sorunlara dair alternatif bir tahayyül yaratımı meselesi ama filmin başarısı ya da başarısızlığı tam da burada yaratıyor. Çünkü Kürt sorunu gibi toplumsal, komplike bir sorunun çözümü bireysel ilişkilerde aranabilir mi? Ötekine dair sorumluluğumuz, bununla sınırlandırılabilir mi?

Ustaoğlu birçok röportajında, kendisini bu filmi çekmeye iten güdünün kayıtsızlık olduğuna dikkat çekiyor ve filmde de toplumsal ilişkileri zehirleyen bu kayıtsızlık örneklerini de alternatif bir ilişkiyi de gösteriyor. Yönetmenin bunu yaparken, tam da yarattığı karakter Mehmet gibi zaman zaman olaylara ‘Fransız kaldığını’ hissediyoruz. Mehmet, 90’larda İstanbul’da bir proleter işçi fakat Kürt meselesine dair gerçekliği ya bilmiyor ya reddediyor. Berzan politik bir Kürt karakter, Kürt hareketiyle de ilişkili, katıldığı bir eylemde devlet şiddetiyle öldürülüyor. Ne hikmetse Berzan’ın cesedi sahipsiz kalıyor. Öyle ki Mehmet, dostuna bir vefa borcu olarak ya da bir dayanışma ilişkisi olarak cenazeye sahip çıkmak durumunda kalıyor. Güneşe olan yolculuk böyle başlıyor. 90’lı yıllar Kürt Özgürlük Hareketi’nin en örgütlü olduğu yıllar, nasıl olur da devlet şiddetiyle ölen birinin cenazesi sahipsiz kalır? Bu gerçekliğin büküldüğü bir alternatif tahayyül nasıl kurulur?

Öte yandan, Tireli Mehmet’in kara olduğu için Kürt sanılması ve devlet şiddetinden payını alması sonrasında Berzan ile arasında hakiki bir dostluk gelişiyor. Elbette Kürt sorunu, demokratikleşme sorunu aynı zamanda Türkiye’nin batısının da problemi ama Tireli Mehmet’in Zorduçlu Berzan’la duygudaşlık kurması, dostluk geliştirmesi bu koşullarda mı olmalı? Başka türlü bir dostluk ilişkisi geliştirilemez mi arada? Tahayyülümüzün sınırları, bu çeperlere çarpıyor. Üstelik insan düşünmeden de edemiyor, neden Berzan’ın memleketi aslında olmayan hayali bir yer Zorduç’tur da Mehmet’inki İzmir’in Tire ilçesidir? Bu bir yandan Zorduç’un başına gelen kaderin, o bölgedeki herhangi bir köyün başına gelebilecek bir kader olduğunu hissettirirken, bir yandan da Mehmet’in kimliğini sabitlerken Berzan’ın kimliğini flulaştırıyor. Köyüne dair tek bildiğimiz İran sınırına yakın olduğu, köyde bir sevgilisinin olduğu…

Filmin ikinci yarısı bir yolculuk filmi olarak devam ediyor. Mehmet binbir zorlukla Berzan’ın cenazesini köye ulaştırmaya çalışıyor. Filmin bütününde zaman zaman yer alan Kürtçe şarkılar ve diyaloglar, bu bölümde yoğunlaşıyor, Mehmet’in yolculuğuna eşlik ediyor. Mehmet, güneşe yolculuğunda zorunlu göçlere, yakılmış, yıkılmış, boşaltılmış, sular altında kalmış köylere şahitlik ediyor. Yol güzergahı üzerinde kaldığı otel odasının penceresinden sokaklarda konuşlandırılmış tankları ve askerleri görüyor. Berzan’ın hikayesi Zorduç sularında tabut içerisinde sonlanırken, Mehmet’in hikayesi devam ediyor.


Kürtçe mizah: Mîrkut, Tewlo, Pîne…’den Zrîng’e – Sultan Eylem Keleş


PAYLAŞ:
    WhatsApp'da Paylaş!   Telegram'da Paylaş!     Yazdır   E-Posta Gönder

Önceki Haber
Elazığ'da Şevket Bakır bir kadını öldürdü
Sonraki Haber
AKP’nin Kürt çıkmazı, KDP’nin sefaleti ve Jeffrey’nin ajandasındaki havuç