Ana SayfaYazarlarHasan KılıçKürt sorununda yeni eşikler: Nasıl yapmalı?

Kürt sorununda yeni eşikler: Nasıl yapmalı?


Hasan Kılıç


Bir önceki yazımızda Kürt Sorununda çözümü konuşmaya dair yeni arayışların nereden başlaması gerektiğine dair tartışma yürütmüştük. Sözü olan ve yükünü taşıyan her bir politik aktör Kürt Sorununu konuşurken konum alıyor ve aldığı konum siyasal yakınlaşmalara, ortaklaşma zeminine, çözüme olan mesafeye dair fikir veriyor.

Kürt Sorununda çözüm arayışlarının beş yıl sonra yaygınlaştığı ve kamusal tartışmanın bir parçası haline geldiği aşikâr. Medya organlarının tümüyle denetimde olması, her türlü zor aygıtı ile baskı uygulama gücüne sahip olması, siyaset-devlet ittifaklarının “kırmızı çizgileri”, ideolojik bagajındaki yetersiz malzeme ile birlikte Erdoğan’ın Kürt Sorununda demokratik çözüme dair söz üretmesinin önünde güçlü engeller oluşturuyor. Fakat bu ülkenin tarihsel deneyimi ile Kürt halkının politik mücadelesinin yarattığı kazanımlar devletli olan iktidara rağmen Kürt Sorununda demokratik çözümü dayatacak kadar olgunlaşmış durumda. Erdoğan iktidarın uygulama gücüne sahip olsa da, siyasal denklemler ve güç dengeleri açısından Kürt Sorununda çözüm arayışlarının ayak sesleri yükseliyor.

Kürt Sorununda totaliter yönetime rağmen kamusallaşma, söze dahil olma, iddia sahibi olma pozisyonları üretilmesi yeni bir eşiğin müjdecisi konumunda. Kürt Sorunundan bahsetmemeyi örgütleyen iktidara karşı Kürt Sorununda sözün her yeniden üretimi milattan bahsetmek demek. Ve her milat siyasal açıdan kimileri için çarmıhı kimileri için yeniden başlangıcı imler.

Kürt sorununun çözümünde oluşan zemini anlamak ve barışı inşa etmek

‘Kürt Sorununu konuşmak lazım’ demenin geç, ‘çözümsüzlüğü dayatalım’ demenin mahkûm edileceği bir zemin var oluyor. Bu zemini anlamak ve zemin üzerinden barışı inşa etmek her zamankinden daha çok emek istiyor.

Nasıl başlamalı sorusunun bir cevabı yakın geçmişte totaliter yönetimin yarattığı tahribatları ölçmekle ilgili. Bu ölçüm sadece tahribatı değil, son beş yıldır gerçekleşen politik mücadelenin hakkını vermekle de ilgili. Nitekim Öcalan’ın dediği gibi “tarih günümüzde gizli ise” tarihi anlamak şart. Kuşkusuz ki bugün Kürt Sorununu tarih üzerinden konuşmak iki boyutludur. Biri Osmanlı modernleşmesi ile başlayan iki yüz yıllık süreç, diğeri de yakın geçmişlidir. Beş yıl önce tekrar başlayan çatışmalar ve sonrasında derinleşen totalitarizm, şok dalgaları yaratarak topluma psiko-patolojik basınç uyguladı. Bu basınç neticesinde Hamit Bozarslan’ın bahsettiği şu durum gerçekleşti: “Toplumun akli melekelerini imha etti. Aynı zamanda kendi akli melekelerini de imha eden bir iktidar var.”

Fakat bu noktada şunu ifade edebiliriz: biri aradan geçen beş yıla rağmen bugün tekrar Kürt Sorunu konuşuluyorsa toplumun akli melekelerini yerli yerine oturmak ve hafızayı geri çağırmak mümkün. Çünkü şok terapisi uygulayan iktidarların siyasi hamlesinin fayda-maliyet analizi zamana tabi oluyor. Belirli bir zaman diliminde gerçekleşip siyasi hedefine ulaşmayan hamleler geri tepip maliyeti yüksek hale gelebiliyor. Türkiye ölçeğine de uyarlayabileceğimiz şekilde Gündüz Vassaf’ın şu cümleleri bu noktada anlam kazanıyor: “Gerek milliyetçilik gerek din, uzatmaları oynarken tarihin küllerinde kıvılcım arıyor.”

Elbette ki Vassaf’ın bu tespiti Türkiye siyaset ve sosyolojisini aşacak şekilde anlam kazanıyor ama hem Türkiye dünyadan yalıtılmış değil hem de din-milliyetçilik eksenlerindeki siyasetin en sert yaşandığı coğrafya Ortadoğu. Ki Kürtler de Ortadoğu ve Türkiye siyasetinin 21. yüzyıldaki belirleyici öznesi olarak öne çıkıyor. Nitekim bir yıldız yükselirken, sönümlenmeye yüz tutan yıldızlar ise 19 ve 20. yüzyılların yıldızları olan milliyetçilik ve dincilik oluyor. Dolayısıyla her bir politik aktörün özgürlükçü seküler politikalara ihtiyacı var. AKP gibi kendisini muhafazakâr olarak tanımlayan Türk-İslamcı bir iktidarın bu kadar uzun süre iktidarda kalmasına rağmen özellikle son beş yıldaki her hamlesinde Kürtlerin karanlık hafızalarını çağrıştıracak adımlar atması dinsel ortaklığın sorgulanarak aşınmasına neden oldu.

Öte yandan Kürt ulusal bilincinin gelişmesi ve Kürtlerin varlıklarını-hak iddialarını meşrulaştırması da hâkim milliyetçilik olan Türklüğün krizlere zerk olmasını getirdi. Her ne kadar AKP-MHP ittifakı tarafından çeşitli afyonlar ve vitaminlerle beslense de kısa süre içerisinde sancıları artarak süren krizler kendisini gösteriyor. Ekonomik kriz, geçim derdi, işsizlik gibi toplumsal yaşamın gerçek sorunları dincilik-milliyetçilik halesinin ömrünü kısaltsa da 2013-2015 yılları arasında yaşanan Çözüm Sürecinde Kürt Sorununun çözülebileceğinin görülmesi ve sonrasında ise Kürtlerin yenilmeyeceğinin anlaşılması, Kürt Sorununu tekrar vitrine çekiyor.

Bu vitrinde “Nasıl yapmalı?” sorusu her bir politik aktörün ilk elden cevap vermesi gereken bir soruya dönüşüyor. Esasında Kürt Sorununda çözüm arayışları ve sonrasında bu arayışların akametle sonuçlandığı deneyimler gelecek için çeşitli projeksiyonlar sağlayabilir ve gidilecek yollara ışık tutabilir.

Çözümün sahnesi ve çözümü toplumsallaştırma

Öncelikle Kürt Sorununda çözüm -son beş yılda hiç olmadığı kadar uluslararası hale gelmesini de dahil edersek- salt iktidar ve muhatapları arasında değil, bu özneleri sahnenin merkezine yerleştirerek ve fakat sahneye olabildiğince geniş yelpazede siyasi aktörün katılımını sağlayarak gerçekleşebilir. Öte yandan bir eleştiri noktası olarak Çözüm Sürecinde tanık olduğumuz kapalı salon toplantılarını aşacak şekilde çözüme kimlik ve inanç çevrelerini aktif dahil edecek, masada söz sahibi hale getirecek, Kürt Sorununda çözüme bu çevrelerin talepleri ve kaygıları ile şekil verecek kadar muhatap alacak, yani kısacası süreci toplumsallaştıracak çeşitli mekanizmalara ihtiyaç var.

Kürt Sorununda çözüm talebinin tarihsel haklılığını, güncel meşruiyet adalarına tahvil etmek gerekir. Şöyle ki; Türkiye’deki farklı toplumsal kesimlerin çözüme dair kanaatler geliştirmesinin söylemsel stratejilerini üretmek, fiili hamleler yapmak ve çözüm için cesur olmak gerekir. Hatırlamak gerekir ki, AKP-MHP ittifakı Kürt Sorununda çözümsüzlüğü örgütlediği müddetçe meşruluk dairesinin dışına çıktıkça ve bu daireyi genişlettikçe Kürt Sorununda çözüm talepleri şişeden çıkmaya başladı. Dolayısıyla demokratik siyasetin başat misyonu barışı sağlamak ise öncelikli sorumluluğu da barışı anlatmak, barışı örgütlemektir.

Güç olmadan sorun çözülmez

Abdullah Öcalan uzun süren mutlak tecritten sonra kendisi ile yapılan bir görüşmede masa metaforunu kullanarak üçüncü ayak olmadan masanın ayakta duramayacağını belirtiyor ve şöyle diyordu: “Güç olmazsan kimse sorunu size çözemez. Güç olacaksınız.”

Kürt Sorununun çözümüne dair önceki yazımızda “Nereden?” ve bu yazıda “Nasıl yapmalı?” sorularının cevabı esasında güç hiyerarşisinde bulunan öznelerin hangileri olduğuna bağlı. Açıktır ki, her türlü ideolojik formasyona sahip siyasi aktörün kendi meşrebince “çözüm” projesi var. Yüzlerce yıllık resmî ideoloji “inkar”ı bir çözüm olarak sundu. AKP ilk döneminde liberal temel haklar çerçevesinde yaklaştı. Sonrasında AKP-MHP-Devlet ittifakı “Çöktürme Planı”nı devreye koyarak çözüm aradı. CHP’nin bir kısmı ile yeni kurulan partiler hala netleşmese de Kürt Sorununda şiddetsiz çözüme meyleden açıklamalar yapıyor. HDP ise Kürt Sorununda hem toplumun hem de skaladaki demokratik siyaset aktörlerinin doğrudan baktığı özne konumunda. Dolayısıyla Kürt Sorununda demokratik ve barışçıl çözümün gerçekleşmesi, eşitlikçi, özgürlükçü bir yaşamın kapılarının aralanması için HDP’nin politik güç olarak çözümü zorlaması gerekiyor. Yakın tarihe baktığımızda politik güç ve belirleyici olmanın Kürt Sorununa nasıl etki ettiğini net şekilde görebiliriz. 31 Mart ve 23 Haziran seçimlerinde HDP’nin ve Kürt halkının duruşu, CHP başta olmak üzere AKP-MHP hariç tüm siyasi parti ve iddiaların Kürt Sorununa gözünü açması ve söz söylemek zorunda kalmasını sağladı.

HDP’nin asli pozisyonu gerek sahnenin hazırlanmasında gerekse de Kürt Sorununda çözümün toplumsallaşmasında kendisine tarihsel görevler yüklüyor. Bu tarihsel misyonun yerine getirilmesi için önce HDP’nin beş yıllık şok terapisinin etkilerinden kurtulması, kimi temsillerde/zamanlarda Kürt Sorununa kaçan kiminde ise Kürt Sorunundan kaçan salınımlardan kurtulması gerekiyor. Açık ki, dünya karmaşıklaştı, Ortadoğu ise karmakarışık. Dünyada ve dahi Ortadoğu’da hiçbir problem birbirinden bağlantısız değil ve çözüm projeksiyonları da bağlantılı olmak durumunda. Öte yandan siyaset alanı da tek bir aktörün belirlediği bir alan değil, karşılıklı etkileşim/söylem-rıza üretimi/mücadele alanı. Ve HDP’nin siyaset alanını doğru tanımlayarak temsil zaaflarından ve burjuva siyasetinin tehlikelerinden uzak durabilmesi, demokrasi-hukuk denklemine emeği daha güçlü katarak farklı eksenlerle siyasetini yeniden kurması gerekiyor. Bu açıdan Kürt Sorununda çözümü de içerecek şekilde demokratik ittifaklar kurmak, bu ittifakları seçime endeksli CHP arayışlarından ayrıştırmak önemli bir noktada duruyor.

Nihayetinde Kürt Sorununda çözüm yeniden konuşulmaya başlanırken hem “nereden” hem de “nasıl” sorusunun cevabını HDP’nin tahkim edebileceği güç ekseninde konuşmaya devam edeceğiz. Kürt Sorunu tarihsel ve toplumsal açıdan birçok parti eskitmiş olsa da HDP’nin vizyonu, misyonu ve oynayabileceği rol Kürt Sorununun geleceğini nasıl konuşacağımızda etkili olacak.


Kürt sorununu konuşmak: Yeniden ama nereden?


PAYLAŞ:
    WhatsApp'da Paylaş!   Telegram'da Paylaş!     Yazdır   E-Posta Gönder

Önceki Haber
Berlin Kürt Film Festivali bu yıl online
Sonraki Haber
Bu gözlerin hesabından hiçbirimiz kaçamayız