Ana SayfaYazarlarKemal Taylan AbatanNeo-liberalizmin felsefi temelleri üzerine (II): Düzen

Neo-liberalizmin felsefi temelleri üzerine (II): Düzen


Kemal Taylan Abatan*


Neo-liberalizmi, sadece iktisadi yönüyle ele almanın yeterli olmayacağını, bu siyasetin hayatın her anına nüfuz etmek üzerine kurgulanmış bir ahlâki normlar bütünü yarattığını daha önceki yazıda dile getirmiştik. Neo-liberalizmin ahlâki normlar bütünü, Anthony Giddens’ın deyimiyle, “demokrasinin demokratikleştirilmesi”ne[i] dayanır. Bu düşünceyi, gerçek anlamda demokrasiye iade-i itibar etmeye çalışanların, yani halkın yönetimine açmanın mücadelesini verenlerin tasvir ettiği biçimde anlamamamız gerektiğini not düşmeliyiz. Giddens’ın demokrasinin demokratikleşmesi düşüncesi, aslında liberal demokrasinin sadece yönetimsel olarak değil, belki de Platon’cu anlamda ve iktidarın özüne uygun bir biçimde yukarıdan, yani iktidardan topluma nüfuz ederek kendi insan tipinin yaratılmasına dönük bir çabayı tasvir eder. Demokrasinin demokratikleşmesi, özelleşmenin hayatın her anına yayılacak biçimde, her bir bireyin, birer girişimci haline gelerek insan ilişkileri dahil her şeyi değiş-tokuş ilişkilerine göre düzenlemesi anlamına gelir. Ancak bunun kendiliğinden bir şekilde gelişmesi, şüphesiz ki negatif anlamda olan, yani dokunulmamayı talep eden özgürlük biçimiyle birbirini tamamlayacak bir biçimde olmalı; neo-liberallerin fikri öncülerinden olan Milton Friedman’ın tanımladığı biçimde girişimci olan bireyin[ii] kendisine ve özel mülkiyetine dokunulmamalıdır. Çünkü birey serbest piyasa koşullarında kendisine ve özel mülkiyetine dokunulmadığı takdirde özgür bir birey haline gelebilir. Dolayısıyla kendiliğinden gelişen düzenin nasıl işlediğini anlamak, meselenin özünü kavramak açısından oldukça önemli.

Neo-liberalizmin, sosyal, iktisadi ve siyasi içeriğini düzen kavramına verdiği anlam tanımlar. Fikri öncülerden bir diğeri olarak düşüncelerine bakacağımız Friedrich A. Hayek, düzen kavramını iki şekilde ele alır; “kendiliğinden doğan düzen” ve “yapma düzen”. Sübjektif bir bakış açısıyla meseleye yaklaşan Hayek, otoriter rejimlerin doğası olarak kabul ettiği planlanmış düzene karşı çıkar.[iii] Yapma düzen, planlanmış, bir amaç doğrultusunda inşa edilmiş düzeni tanımlar. Dolayısıyla somut ve basittir; insan aklının ürünü olup, insan eliyle gerçekleşir. Yine de Hayek, tasarlanmış sonuçlar doğuracağı açısından yapma düzenlerin etkili bir yöntem olduğu gerçeğini yabana atmaz. Daha sonraki yazılarda detaylı bir şekilde ele alacağımız bilgi konusu burada öne çıkar. Neo-liberallere göre birey, tüm dünyanın bilgisine sahip olamayacağı ve tasarladığı şeyin ne sonuçlar getireceğini asla tahmin edemeyeceği için aslında bilgisizdir. Bilgisiz olduğu için de kendisini doğanın akışına bırakması gerekir. Böylece doğal akış içerisinde üretilen bilgi, serbest piyasa düzeninde fiyatlar[iv] aracılığıyla bireylere aktarılacağı için -kesin ve bütün bir bilgiye sahip olunamayacağı kaydıyla- birey hayatını idame ettirebileceği kadar bilgiye sahip olabilir. Daha fazlası onun açısından gereksiz hale gelir.

Neo-liberallerin esas aldığı kendiliğinden doğan düzen, herhangi bir planlama olmadan, doğal işleyiş içerisinde büyüyüp, yayılan düzen biçimini tanımlar. Soyut ve karmaşık olan düzen, varlığı insan tarafından algılanamayacak kadar büyük ve geniş durumdadır. Dolayısıyla bu düşünceye göre, insanın bunu anlama ve hükmetme çabası baştan kaybedilmiş bir çabadır. En fazla insan bunun bilgisine, yani kendiliğinden doğan düzenin kendi aklının sınırlarını aştığı bilgisine sahiptir. Bu düzende insanın ürettiği ürünler yapısından değil, eylemlerinden kaynaklanır. Burada neo-liberaller, klasik liberal düşünürlerin fikirlerini esas alır. Edmund Burke, David Hume gibi İskoç Aydınlanması’nın önde gelen düşünürleri, insanın önceden verili olan bilgiyle (a priori) değil de, deneyimleyerek bilgiyi öğrendiği (a pasteriori) konusunda hemfikirdir. Liberal düşüncenin verili olan bilgiye olan bu karşıtlığı, anti-rasyonalist bir bakış açısıyla, doğası gereği insanın tecrübelerle öğrenen bir varlık olduğu sonucuna çıkar. Dolayısıyla evrensel bir ahlâk yasası veya etik olamayacağı düşüncesini de barındırır; insanı nasıl yaşayacağı, nasıl davranacağı, nasıl bir araya gelebileceği veya birbirlerine nasıl muamelede bulunacağına dair bir normlar bütünü olarak etik’in ortaya çıkması ya da uygulanması mümkün değildir.

Oysa hiçbir evrensel normlar bütününün insanı nasıl davranacağı konusunda uyaramayacağına yönelik liberal düşüncenin kendisiyle çeliştiği basit bir akıl yürütmeyle ulaşılabilecek bir sonuçtur. Şunu belirtmekte fayda var: liberal düşünürler her ne kadar evrensel normlara karşı çıktılarını söyleseler de, yerine yerleştirmek için çabaladıkları şey başta da belirttiğimiz gibi bir ahlâki normlar bütünüdür. Ancak bu normlar bütünü, etik’e, yani “insan için iyi olana” yönlendirebilecek bir idea ortaya koymadığı için ve liberal ahlâk tamamen değiş-tokuş ilişkilerine göre belirlendiği için deneyimlenerek, yani arzulara ve ihtiyaçlara göre öğrenilir. İhtiyaçlara göre arzulanarak ve deneyimlenerek öğrenilen bu ahlâk, farklı bir ahlâki normlar bütününü oluşturur. Bu ahlâki normlar bütünü, piyasanın öğeleri olan şirketler-girişimci bireyler tarafından reklamlarla, kampanyalarla veya kişisel gelişim gibi bireyi sürekli bir girişimci olarak hazır tutmaya meyleden zihinsel taarruzla daimi olarak yeniden üretilir. Dolayısıyla liberallerin ahlâk olmadan yaşanılmasına, siyaset yapılmasına, insanlarla ilişki geliştirilmesine yönelik düşünceleri de burada, kendi içinde çelişir.

İnsanın ve insan aklının ürünü olan her şeyin bu ahlâki normlar bütününe dahil olduğunu ancak genel olarak nasıl yaşanılacağına dair bir idea ortaya koyamayacağı için asla kendiliğinden doğan ve büyüyen düzene hükmedemeyeceğine yönelik düşünceye tekrar geri dönersek eğer, neo-liberaller açısından bu soyut düşüncenin temellerini Darwin’in evrim teorisinde bulduğunu da belirtmek gerekir. Aslında kendiliğinden doğan ve büyüyen düzenin özünde, evrim teorisinin merkezi bir biçimde bulunduğunu vurgulamak önemli. Çünkü deneyimleyerek, tecrübelerle öğrenen bir bireyin çağın koşullarına ayak uyduracak bir biçimde ahlâkında kendisine yaramayan, onu geriye atan değer yargılarını eleyerek ilerlemesi gerektiği neo-liberaller tarafından ortaya konulur. Ancak bu pek çok kişiye doğru gelse de, belirttiğimiz gibi kendiliğinden doğan düzenin merkezinde olan evrim teorisi sadece bununla sınırlı kalmamak üzerine kurgulanır.

Buraya kadar anlattığımız kendiliğinden doğan düzen teorisinin, sosyal, iktisadi ve siyasi olarak neo-liberal düşüncenin ana kaynağını oluşturduğunu bir kez daha vurguladıktan sonra, bu düzenin merkezinde yer alan doğal eliminasyon yoluyla hayatın her alanında başarısızlığa uğrayan bireyleri sistemin dışına itmek üzerine işlediğini vurgulamak gerekir. Yani elimine olan değerler, zamanla artık anlamını yitirdiği düşüncesiyle insanın değeri ve değerlerini yok etme girişimi haline gelerek, haklarına dönük olarak genel bir saldırıyı da beraberinde getirmiştir. Dolayısıyla özellikle Hayek tarafından, Darwin’in evrim teorisinin toplumsal alana uygulandığı sonucuna ulaşılır.

Neo-liberal düzen açısından anahtar kavram olan “büyüme”nin epistemolojik temeli Hayek’in kendiliğinden doğan düzen düşüncesinde hayat bulur. Ahlâki normlar bütünü olarak sosyal, iktisadi ve siyasi alana uygulanması için içeriklendirilen bu kavramın yarattığı sonuçları günümüzde pek çoğumuz anı anına yaşasak da, özellikle Covid-19 pandemisi sürecinde, serbest piyasa açısından “iş göremez hale gelenlerin”, yani evsizlerin, işsizlerin, güvencesizlerin, hastaların ve yaşlıların kolaylıkla gözden çıkarıldığına yönelik yeni Malthusçu bir siyasetin geliştiğine şahit oluyoruz. Şüphesiz ki bu bizim açımızdan, insanlığın nasıl bir saldırı altında olduğuna dair, düzenin işleyişine yönelik gayet güncel ve yakıcı bir örnek.

Yazı dizisinin ilerleyen bölümlerinde bireysel özgürlük, serbest piyasa ve sınırlı devlet görüşlerinde neo-liberal düzenin işleyişini bu ve benzeri örneklerle birlikte incelemeye devam edeceğiz.

  Neo-liberalizmin felsefi temelleri üzerine (I): Giriş

[i] Anthony Giddens, Sağ ve Solu Ötesinde, Çev. Müge Sözen, Sabir Yücesoy
[ii] Burada neden özellikle birey kavramının kullanıldığı üçüncü yazıdaki bireysel özgürlük konusunda daha detaylı ele alınacaktır.
[iii] Friedrich A. Hayek, Hukuk Yasama ve Özgürlük-I: Kurallar ve Düzen, Çev. Atilla Yayla
[iv] Fiyatlar yoluyla aktarılan bilgi konusuna serbest piyasa başlığında daha geniş bir biçimde değinilecektir.


* Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Tarih Bölümü’nde lisans eğitimini, Maltepe Üniversitesi İnsan Hakları Anabilim Dalı’nda ise yüksek lisans eğitimini tamamladı. Yakın dönem Ortadoğu ve dünya tarihi, Türkiye iç ve dış siyaseti, siyaset kuramları ve insan haklarının kuramsal çerçevesi üzerine bağımsız araştırmalar yürütmektedir.

PAYLAŞ:
    WhatsApp'da Paylaş!   Telegram'da Paylaş!     Yazdır   E-Posta Gönder

Önceki Haber
ABD'den Türkiye'ye S-400 uyarısı: Yaptırımlar masada
Sonraki Haber
RTÜK, TELE 1 hakkında inceleme başlattı