Ana SayfaYazarlarDoğan DurgunKolektif şiddet ve linç

Kolektif şiddet ve linç


Doğan Durgun*


Yaklaşık bir aydır Osman Şiban ve Servet Turgut’a ne olduğunu anlamaya çalıştık. Hani helikopterden atıldığı söylenen, hastanede çekilmiş resimlerde perişan halde görünen Vanlı iki köylüden bahsediyorum. Milletvekili Ahmet Şık’ın hazırladığı rapora göre, bilinenin aksine helikopterden atılmadıkları, linçe maruz kaldıkları yönünde. Sadece bu coğrafyaya özgü olmayan, tarih boyunca uygulamalarına rastlanılan bir ceza verme biçimi linç. Basit bir deyişle, kalabalık bir grubun, bir veya birkaç kişiyi kendilerince suçlu bularak, onları kaba şiddetle, asarak, kurşuna dizerek öldürme biçimidir. Zamanla linçin uygulama biçimleri de çağa uygun şekilde farklılıklar göstermeye başladı.

Süreç içerisinde iktidarlar, bu şiddet pornografisini kontrollerine almayı ve kullanmayı tercih ettiler. Linç adını, ABD’de soyadı Lynch olan Charles Lynch’tan (1736-1796) alır. Sıradan bir çiftçi olmasına rağmen Amerikan iç savaşında yargıç yapılır. O da linçi hukukun bir parçası haline getirir. Böylece linç, devlet aygıtının gayri resmi bir cezalandırma aparatı olarak tarihteki yerini alır.

Siyaseti, elit bir tabakanın çıkarı olarak algılayan ve gücünü onlardan alan iktidarlar, toplumun sürekli apolitik bir halde kalmasının mücadelesini yürütürler. En güçlü propaganda aleti olan medya yoluyla insanların aç, sefil olmalarının nedenlerini başka yerlerde aramasını sağlarlar. Apolitikleştirilen ve paranoyalaştırılan bir toplum dizayn ederler. Düşman unsurlar yaratılarak, korkular üzerinden iktidarlar sürdürülür. Tarihsel, siyasal ve sınıfsal bilinçten mahrum bırakılmış yığınlar, iktidarları teşhir etmeye çalışan birey veya grupların üzerine saldırtılır. Egemenlerin sunduğu paradigma şudur: Düşman bunlar, bunların vatanı zayıflatmaya çalışmaları nedeniyle devletimiz güç duruma düşmekte, bunlar olmasaydı hepiniz refah içinde yaşayacaktınız. Bu sunumun sonunda linçten başka bir şeyin çıkması şaşırtıcı olur.

Bu yüzden, ABD Oklahoma’da 25 Mayıs 1911 tarihinde Laura Nelson (33) ve oğlu L.D. Nelson (14) kasaba halkınca linç edilerek köprüde asılır. Anne ve oğlu bir inek çalma olayını araştıran şerifin ayağından vurulması sonucu kanamadan ölmesinden sorumlu tutulmuşlardır. Linçe katılan yüze yakın insan, bu katliamdan sonra topluca hatıra fotoğrafı çektirirler. Hepsi küçük bir kasabanın yoksul bireyleridir oysa. Mesele bir ineğin çalınmış olmasından çok, ölenin şerif olmasıdır. Çünkü şerif otoritedir. Yine oluşturulan histerinin sonucu, Nazi Almanya’sında milyonlarca insanın toplama kamplarında öldürülmesine Alman halkı destek verir. Yeri geldiğinde düşman bellediklerine sokak ortasında gerekli cezayı(!) kendileri keser. Çünkü iktidar, açlığın ve sefaletin sorumlusu olarak Yahudileri, sosyalistleri göstermiştir. O halde, cezalandırılacaklar bellidir.

Türkiye’de ise linç kültürü cumhuriyetle yaşıt nerdeyse. Bilinen en eski örnek, bir süre İngilizlerin himayesinde kalalım diyen gazeteci Ali Kemal’in linç edilmesi olayıdır. 6-7 Eylül olaylarında gayrimüslimlere yapılan kolektif bir linçtir. Tıpkı, Maraş, Çorum ve Sivas Madımak’ta olanlar gibi. Daha küçük çaplı olanları yazmaya kalkmak için kitap yazmak lazım. O yüzden Osman Şiban ve Servet Turgut’un başına gelenlere hayretle bakmadım.

Osman Şiban (soldaki) ve Servet Turgut.

Hani sürekli tekrarlana tekrarlana dilimize pelesenk olan bir söz var; “Bu milletin ferasetine güvenin.” Toplumun feraset çerçevesini egemenler belirler. O feraset torbasını neyle doldurursanız, toplum olaylar karşısında, o doldurulan şeylerin etkisi ile tepki verir. Alman toplumu 1920’lerde, kendisi dışında kalan şeylerden nefret etmiyordu. Alman toplumunun feraseti bambaşkaydı. 15 yıl içinde aynı toplumun feraseti, nasıl oldu da başka bir yere evrildi? Demem o ki, dünyada herhangi bir toplumun anlayış, sezgi biçimine çok da güvenmeyin. Çünkü, toplumların ortak hafızasını sürekli değiştiren, onları yeniden biçimlendiren ulus devletlerin var olduğunu unutmayın. O şekillendirilen feraset, hiç ummadığımız bir anda, karşımıza bir linç olarak çıkabilir. Hem burada, hem de dünyanın her yerinde.

Yazıyı, konu ile ilgili bir film ile bağlayalım. W. A. Wellman’ın çektiği 1943 yapımı Ox-Bow Olayı filmi, sıradan, ahlaklı görünümlü insanların, bir anda cellat olmak için nasıl yarışa girdiklerini anlatır. Kasabadan bir kovboy öldürülür, hayvanları da çalınmıştır. O an kasabada bulunan üç yabancı hemen suçlu ilan edilir. Yargısızca infaz edilmesini isteyen kasaba halkı ve karşılarında bu durumu kabullenmeyen, karşı çıkan iki insan. Film aslında, linç eyleminin bireysel olmadığını, kolektif bir bilinçle yapıldığını ve iktidar temelli olduğunun altını çizer.

Fiziksel linçin yanında bir de siyasal ve kültürel linç var. O da başka bir yazının konusu olsun.


*İzmir 9 Eylül Üniversitesi İktisat Fakültesi’nden mezun oldu. Şiir ve denemeleri çeşitli dergilerde yayımlanan Durgun, uzun yıllar Özgür Gündem gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ayrıca Sanat ve Hayat Dergisi, Esmer gibi edebiyat-sanat dergilerinin yazar kadrosunda yer aldı. Kolektif hazırlanan kitaplara yazıları ile katkıda bulundu. İHD’de yöneticilik yaptı. Halen Mali Müşavir/Bağımsız Denetçi olarak çalışmaktadır.



Önceki Haber
KDP-PKK çatışması ‘Birakujî’den çıkıp Kürt soykırımına dönüşebilir
Sonraki Haber
Osmaniye'de ev baskınları: HDP İl Eşbaşkanları gözaltında