Ana SayfaManşetAdiaforize edilmiş HDP ve Kürtlük: Abartı soykırım örneği!

Adiaforize edilmiş HDP ve Kürtlük: Abartı soykırım örneği!


Özgür Amed


Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) kapatılmasını isteyen twit‘lerinden sonra, HDP’nin “Parti kapatmak yerine ağzınızı kapatmanız ülkenin geleceğine daha faydalı olacaktır” minvalindeki cevabına Bahçeli’nin yardımcılarından Semih Yalçın ertesi gün bir twit ile yanıt verdi: “HDP halk, tabiat ve insanlık düşmanıdır. Kökten itlaf edilmesi gereken haşere sürüsüdür.”

HDP’ye karşı yapılan bu açık soykırım çağrısına ilk tepkiyi Eş Genel Başkanlar Pervin Buldan ve Mithat Sancar verdi. Tepkinin özünde bu çağrının bugün evrensel bir ölçüt olarak kabul edilen soykırım aşamalarından ‘dehümanizasyon’ ve ‘haşere’ çağrısı ile başlayıp bir milyon insanın yaşamına sebep olan 90’larda Ruanda’daki soykırım örneği vardı.

Parti kapatma konusunun geldiği nokta, dikkate değer ve artık ırkçılıktan öte bir durum olarak görülmesi gerektiği ortada. Irkçılık, MHP içinde “önce bir siyaset sonra da ideoloji olarak, yabancılaştırma stratejilerine” eşlik eden sosyal mühendisliğin bir parçası işlevini gördü, görmeye devam ediyor.

Burada küçük bir mim koyalım: MHP bir genosit çağrısı yapmadı, soykırım çağrısı yaptı. Çünkü ikisi arasında Yehuda Bauer’in şerhi ile ‘kısmı ve topyekûn’ öldürme farkı var.

Bu gelişmelerden birkaç gün sonra, 17 Aralık’ta, Mithat Sancar Fox TV’nin sabah haberleri kuşağında İsmail Küçükkaya’nın konuğu idi. Sancar söz konusu twit‘lerin ‘açık bir soykırım’ çağrısı olduğunu ve bunun nedenlerini anlatırken Küçükkaya, Sancar’ın sözlerini keserek “Bunlar abartılı bir yorum. Siyaseten yapılan bir eleştiriyi soykırım olarak değerlendirmek bence abartılı” dedi.

Düşünün bir topluluğa dönük kökten itlaf edilmesi gereken böcekler deniyor, bir soykırım çağrısı yapılıyor ama buna itiraza “bence abartılı” deniyor.

Sormak gerekiyor: Ne dense sizin için abartı olmazdı?

Nasıl bir toplu kırım hali sizin için abartı sayılmazdı?

Sunucunun bu ‘tepkisini’ önemsiyorum şahsen, çünkü toplumsal bir gerçekliği var. Zaten diğer muhalefet partileri bile çıkıp ‘Yahu bu nasıl bir çağrıdır, bunu hangi cesaretle yapıyorsunuz?’ demedi. Kınamadı! En son HDP çağrı yaparak “Bu sizin için sorun değil mi?” demek zorunda kaldı.

Kimse topa girmedi…

Sadece siyasi partiler değil aydınlardan da “Bu bir soykırım çağrısıdır, insanlık suçudur” itirazı gelmedi. Kıyamet kopmadı. Kurumlar bu çağrıyı geçiştirdi.

Bu çağrının anlamını en iyi bilen ve şu sıralar Noel telaşına giren Avrupa’dan da bir ses çıkmadı.

Ne olursa olsun, söylenen bu sözler ve açık çağrının; mevcut siyasal hesapların ve güncel gelişmelerin dışında okunması, görülmesi gerektiğini düşünüyorum. Ki bu yazının yazılma amacı da budur.

***

Yıllarca soykırım üzerine çalışmalar yapan Raul Hilberg, benzer pek çok durumla karşılaşmış olsa gerek, şu net soruyu soruyor: “Bütün faillerin deli olduğunu size kanıtlayabilsem sevinmez miydiniz?”

Büyük ihtimalle sevinirdik. Fakat değillerdi, hiçbiri değildi. Küçükkaya’nın bir soykırım çağrısına ‘abartı’ demesindeki gibi, bir deli olduğunu varsaymak işimize daha çok gelirdi, lakin değil.

Bunun cevabını Britanyalı tarihçi Ian Kershaw çok açık veriyor: “Auschwitz’e giden yol nefretle inşa edildi ama vurdumduymazlıkla döşendi.”

Kershaw’ın tespiti çok önemli, ısrarla ıskaladığımız kısım da bu noktadır. Haliyle Zygmunt Bauman’ın soykırım pratikleri için ne dediğini akılda tutmak, bugün bir görevdir artık:

Tarihin normal akışında bir kesinti, uygar toplumun vücudunda kanseröz bir şişlik, akıllığın içinde anlık bir delilik olduğu inancı olarak ele alınamaz soykırım… O duvardaki bir tablo değil penceredir. Çünkü soykırımlar bizim modern akılcı toplumumuzda, uygarlığımızın yüksek sahnesinde ve insanoğlunun kültürel zaferinin zirvesinde doğmuş ve uygulanmıştır ve bu nedenle toplumun, uygarlığın ve kültürün bir sorunudur. Çağdaş toplumun vicdanında görünen kendi kendine iyileşme, bu nedenle soykırım kurbanlarına karşı suç oluşturan bir aldırmazlık değildir yalnızca; intihara götürebilecek potansiyel bir körlük tehlikesinin de belirtisidir.

Türkiye’de söz konusu Kürtler ya da başka toplumsal alt sınıf olduğunda her şeyin çok daha fazla sessizleştirmeye maruz kaldığını biliyoruz. Bu kısmen Türklük Sözleşmesi, kısmen de dehümanize edilmiş toplum gerçekliğidir, yani mesele tarihsel bir referans ve hafızaya demir atar.

MHP’nin soykırım çağrısı karşısındaki ‘vurdumduymazlık’ ekseninde durarak devam edelim. Agit İpek adını hatırladınız mı? Hani Dersim’de bir çatışmada yaşamını yitiren, cenazesi 3 yıl boyunca verilmeyen ve en sonunda PTT yoluyla annesine bir kargo paketi ile gönderilen Agit

Agit’in bir kutuya konulması, bu kutunun önce Diyarbakır’a kargo ile gelmesi, sonra tekrar kargo ile Dersim’e gitmesi ve oradan tekrar geri gelişi, son kertede ise şaşmaz bir şekilde tartılarak fiyatının 45 lira 20 kuruş olarak belirlenmesi ve hediyelik eşya misali anneye teslim edilmesine dair detayları kanımız donarak okuduk.

“Toplumda büyük bir infial yaratan, dini ve kültürel değerleri ayaklar altına alan insanlık dışı bu olayın gerçekleşmesini sağlayan karar, kim veya kimler tarafından hangi gerekçelere dayanılarak alınmıştır?” şeklinde Adalet Bakanlığı’na sorulan soruya ise AKP Grup Başkanvekili Cahit Özkan Meclis Genel Kurulu’nda söz alırken cevap verdi: “Birkaç kemik parçası” dedi ve ekledi: “Yapılanlar usule uygun…”

Bu kadar, hepsi bu kadar…

Bu uygunluk ve normallik halini nasıl okumak gerekiyor? Bu süreçler bugün neden çok daha yakın ve mümkündür?

Tekrar başvuracağımız Z. Bauman, “ahlaki kayıtsızlığın toplumsal üretimine” odaklanmamız gerektiğini söyler. Çünkü şiddet yolu ile kurbanın insanlıktan çıkarılma süreci başlıyor ve hiçbir sorunla karşılaşmadan sonuca varıyor. Bu süreci Agit üzerinden takip ettiğimizde, ahlaki kayıtsızlığın, bir sonraki aşama olan ‘ahlaki görünmezliğin üretimi’ şeklinde devam ettiği görülecektir.

Yani o kemiklere vesile olan, onu taşıyan, götürüp getiren süreç; yapılandırılmış, üretilmiş korkunç bir ağdır. Bürokratlar gerekli görüşmeleri yapmış, çalışanlar notları düzenlemiş vs. üç yıllık trafikte yüzlerce insan-kurum ve kişi var. Herkes bu normalliğin parçası. Belki biri istifa etti, belki biri ne taşıdığını anlayıp çığlık attı, belki biri bundan zevk aldı, belki biri bu durumun fotosunu çekip Instagram’da storyleştirdi! Bilmiyoruz…

Fakat bildiğimiz şey tüm süreç son derece steril, sistemsel usule uygun, nötr gerçekleşmiş durumda. Kurbanı insan dışı kıldıktan sonra, Bauman’a göre yürürlükteki tüm uygulamalar ona meşruluk verir, bürokrasi araç verir, toplumun felç̧ olması ise “yol açık” işaretini verir.

İşte Agit İpek meselesinde korkunç olan bir kargo ile annesine gelmiş olması değil, bu gelişin doğallığı, bürokratik bir işleme indirgenme sürecidir. Agit’in poşetlenip kutuya atılmış kemiklerine bakınca onun bir insan olduğunu kim söyleyebilir? Bir ölümle üç yıl boyunca oynarsanız o ölüm neye dönüşür? Yürüyen, tüketen, her yere yetişmeye çalışan toplumun tam ortasında; seçtiği yolun hakikatinden kopartılarak bir kargo hikayesine dönüştürülmek istenen Agit’in bedeni, onu parçalara ayırdıkları gün ölmedi. Sorumluluk duymayan, almayan, görmeyen bir ortam yarattıkları gün öldü…

MHP tam da ahlaki kayıtsızlığın toplumsal olarak üretildiği, ahlaksal sorumluluğun da aynı şekilde toplumsal olarak sindirildiği ve bürokrasi içinde her şeyin normalize edilerek sıradan bir kâğıt işlemine çevrildiği bir ortamdan sesleniyor, çağrı yapıyor: “Haşeredir onlar, yok edin!”

Sormak gerek: Bugün her tarafın paramiliter yapılarla doldurulduğu, ülkenin onlara teslim edildiği, sadece devletin değil toplumun da paramiliterleştirildiği, silahlanmanın ve nefretin her tarafa pompalandığı, ya bendendir ya düşmandır ayrımının çok keskinleştirildiği ve yalanın hakikat yerini aldığı, yargının-hukukun bir şiddet aygıtına dönüşerek ötekiyi sürekli yok etmeye çalıştığı bir aralıkta; tam da bunların toplam karşılığı olarak görülen, gösterilen HDP ve onun içindeki tüm toplumsallık için ‘yol açık’ işaretinin verilmediğini mi düşünelim?

Bir abartı, kayda değer olmayan bir ayrıntı olarak mı görelim?

Bu çağrı belki on yıl sonra karşılık bulur, belki yüz. Önemli değil; çünkü bu çağrılarla geride bıraktığımız yüz yılı geçirdik.

O halde bu konuya dair hafızamız neden bu kadar ‘ertelemeci’ olmayı seçiyor?

Neden soykırımın çok güncel ve her daim kapıda bekleyen bir şey olduğunu unutalım?

Bu çağrıya karşı en iyi koruyucu ilaç çoğulculuktur. Çoğulculuğun sağlanmasıdır.

Çoğulcu, toplumsal demokrasiyi önceleyen bir akıl/birliktelik oluşmadığında faşizm; karakolları, polis merkezlerini, terk edilmiş vagonları, kullanılmayan gemileri, kültür kurumlarını, halk evlerini, barakaları, şehirleri hapishaneye dönüştürmekle yetinmeyip herkesin evini de hapishaneye dönüştürmeye başladığında toplum kırımın yolu tümüyle açılır.

Bugünkü iktidar bloğu, ölülerin peşine düşüp onları satın alan Gogol’un Çiçikov karakterinden farksız değil. Canlıya değer vermezler. Ölüler onları heyecanlandırır, tüm dinamizmi, başarısı, mutluluğu onların üzerinedir. Bunlar siyaset deyince tasfiye, barış deyince teslimiyet, yaşam deyince ölümü anlayanlardır.

Şairin deyimi ile “halkı dizleri üzerinde görme isteği” ile yanıp tutuşanlardır.

Bugün ülkenin bir savaş makinesine dönüşmesinin başka ne anlamı olabilir ki?

Bugün savaş yolu ile siyasette çıkış arayışının başka ne anlamı olabilir ki?

Savaş, modern dünyada toplu yok etme yerine zamana yayarak bu işi halletmenin de bir adı olarak düşünülemez mi? Sahi, kültürel soykırım derken ne anlıyoruz?

Kısacası,

“Soykırımı Yeniden Düşünmek” (Phoenix, 2002) adlı kitabında Yehuda Bauer, çoğu tartışmanın önüne radikal bir biçimde geçerek, nokta atışı yapar ve “Yahudi kimliğini taşıyan insanların katledilmeleri, yalnızca tek bir nedene dayanmaktaydı: Yahudi olmaları” der.

Bakın bugün Kürtlerin başına gelen şeyler artık sadece tek bir nedendendir: Kürt olmaları…

Buna itlaf çağrıları da dahildir.

Bugün HDP’lilerin başına gelen şeyler artık sadece tek bir nedenledir: HDP’li olmaları…

Bu aksiyomun bize yeterince yol gösterici olduğunu düşünüyorum.


[Adiafora: Ahlaki açıdan kayıtsız kalınabilen, aldırış edilmeyen]



Önceki Haber
Irak-Türkiye yakınlaşması: Erbil yönetimi kaynayan kurbağa gibi beklerken
Sonraki Haber
AYM'den KHK'li işçiler için yeniden yargılama kararı