Biden ringe çıktığında ‘umutlar’ nakavt olabilir
Dünya siyasetinde bir rölanti dönemi yaşanıyor. Buna neden olan ABD Başkanı Joe Biden’ın gelecek ay görev başına gelecek olması. İç ve dış olmak üzere birçok zorlu gündemin beklediği Biden, yeni yönetimini oluşturmakla meşgul. İşaret edilen isimlerin çoğu Obama döneminde görev alan kişiler. Dışişleri Bakanlığı’na önerilen Antony Blinken, Savunma Bakanlığı’na önerilen Michele Flournoy ve Ulusal Güvenlik Danışmanlığı için düşünülen Jake Sullivan gibi isimler genellikle Demokratların ‘şahin’ kanadında bilinen kişiler.
Trump yönetiminin istikrarsız ve öngörülmez politikalarına nazaran daha öngörülebilir bir ekip iş başında olacak. Trump’ın gelgitli politikaları özellikle dünyanın çatışmalı bölgelerinde güç boşluğunun yaşanmasına neden oldu. Diktatörlük heveslisi yerel ve bölgesel aktörler boşluğu doldurmak için son dört yılda saldırgan politikalar benimsedi. Rölantinin sebebi ise Biden yönetiminin benimseyeceği dış politikanın dozaj ve limitlerinin bilinmemesi.
Tüm taraflar yeni gerçekliğe göre konum alma arayışında. Avrupa Birliği (AB) ve Arap ülkelerinin ağırlıklı kesiminin beklentisi menfi yönde. ABD’nin geleneksel müttefiklik politikalarına dönmesi. ABD olmadan adeta pusulasını kaybetmiş bir pozisyona düşen AB, yeni dönemde ilişkilerin restore edilmesi ve Transatlantik aksının toparlanmasını bekliyor. Biden’ın politik vizyonu da buna yatkın. Bu anlamda önümüzdeki dört yılda ABD-AB ekseninin dünya politikalarına etkisinin artması mümkün. Özellikle despotik ve otoriter yönetimlerin saldırgan dış politikaları, insan hakları, iklim politikaları konusunda ortak söyleme ağırlık verecekler. Bu yeni söylem ve politikanın ardında ciddi yaptırım gücü olmadığı sürece etki yapması şüpheli. Belarus, Türkiye, Venezuela ve İran örneklerine bakıldığında sadece söylemde kalan politikanın otoriter rejimler üzerinde ciddi bir caydırıcılığı olmadığı aşikar.
AB ülkeleri kendi hayati çıkarlarına saldırı olmadığı sürece askeri seçenekleri kullanmaktan uzak durmaya devam edecek. Geriye diplomatik arayışın ekonomik yaptırımlarla desteklenmesi kalıyor. Bu konuda da ülkelerin çıkar çatışması ortaklaşmayı engellediği Belarus ve Türkiye örneklerinde görüldü. Biden yönetiminin tavrı bu konuda AB politikalarında belirleyici olacaktır. İki gücün ekonomiyi bir yaptırım aracı olarak eşgüdüm içinde kullanması önemli bir caydırıcılık sağlayacaktır. ABD, yerel ve bölgesel otoriter devletlere karşı AB ülkelerine verdiği desteğin karşılığında Çin ve Rusya konularında karşılığını isteyecektir. Fransa ile birlikte AB’nin motor gücü olan Almanya’nın bu konulardaki tutumu istenilen ortaklığın gelişmesinde belirleyici olacaktır. İşaretler bu ortaklaşmanın belli düzeyde sağlanacağı yönünde. Birçok otoriter lider bundan tedirgin ve rahatsız. Önümüzdeki dönemde göstergelere bakarak yeni pozisyon belirleyeceklerdir.
Olumlu beklenti içinde olan diğer bir kesim körfez Arap ülkeleridir. Trump’ın İran’a yönelik kimi politikalarından ve despotik yönetimlerle dostluğundan oldukça hoşnuttu bu yönetimler. Ancak gerek inek gibi sağıldıkları için gerekse Trump’ın istikrarsızlığından dolayı adeta diken üstündeydiler. Arap ülkeleri, Biden yönetiminin geleneksel müttefiklerini destekleme söyleminden oldukça umutlu. ABD’nin çıkarları gereği otoriterlikleri hoş görülmese de kimi eleştirilerle sınırlı kalacağı için ciddi bir sorun olarak görülmüyor. Temel öncelikleri İran ve Türkiye’nin Suriye, Irak, Libya’dan tutalım Yemen ve Kuzey Afrika’ya kadar uzanan müdahalelerinin engellenmesi. Nitekim şimdiden bu yönlü arayışlara giriştiklerine dair belirtiler var.
Suriye krizinin çözümünde Arap ülkelerinin rolünü ve nüfuzunu arttırmaya yönelik Mısır ve Ürdün’ün başını çektiği girişim, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Suudi Arabistan’ın da katılımıyla iki hafta önce zirve gerçekleştirdi. Toplantı sonrası basına yansıdığı kadarıyla toplantının ana gündemi Türkiye ve İran öncelikli olmak üzere tüm yabancı güçlerin Suriye’den çıkmasının talep edilmesi ve bunun için Arap ülkelerinin yanı sıra ABD, Almanya, Fransa, İtalya gibi ülkelerin de içinde ve Suriye Dostu Çekirdek Grup olarak bilinen oluşumla ortak çalışılması benimsendi. Bu politikayı İran ve Türkiye’ye karşı tüm Arap ülkelerinin ortak tutumu haline getirmeye çalışıyor. Bu eksende önümüzdeki dönemde Türkiye’nin nüfuzuna giren gruplar içinde yeni gelişmeler beklenebilir. Kimi grupların Türkiye’nin etkisinden çıkması için Arap ülkeleri tarafından desteklenmesinin tekrar gündeme gelme ihtimali var.
Rus lider Vladimir Putin’in Suriye Özel Temsilcisi Alexander Lavrentiev geçen ay Suudi Arabistan ve Ürdün’e yaptığı ziyaretler, bu anlamda önemliydi. Arap basını bu taleplerin Rusya’ya iletildiğini yazdı. Rusya’nın bu politikalara sıcak bakması mümkün. Özellikle Suriye’nin yeniden inşasında ihtiyaç duyduğu sermaye Körfez ülkelerinde mevcut. Hakeza İsrail ile ilişkileri de İran nüfuzunun sınırlandırılmasını gerektiriyor. ABD öncülüğünde aynı amaçla geliştirilen İsrail-Arap ülkelerinin normalleşmesi süreci de bu politikaya olumlu bir zemin hazırlamış vaziyette. Son dönemlerde Rusya ve İran’ın Suriye üzerinden nüfuzunu arttırmak için yer yer gerginliğe kadar giden rekabetini de akılda tutmak gerekir. Tüm bunlar Biden yönetimine göre yeni pozisyonlar belirleme arayışları olarak önümüze çıkıyor.
Ancak girişimin önünde önemli handikaplar var. Rusya bu politikaya destek vermek ya da en azından müttefiki İran’ı ve Astana paydaşı Türkiye’yi kızdırmamak adına Arap ülkelerinin Suriye rejimiyle siyasi ilişkiler geliştirmeleri ve yeniden inşa için kesenin ağzını açmalarını istiyor. Öte yandan Suriye rejimine CAATSA yaptırımlarını uygulayan ABD, Esad rejimini meşrulaştıracak ve yaptırımlara halel getirecek adımlara karşı. Bu girişimin başarı ve uygulanabilirlik şansı da yine Biden yönetiminin politikalarına bağlı. Farklı formatlarda gelişse de önümüzdeki dönemde Arap-İsrail eksenli İran’a karşı ve mevcut politikasında ısrar ettiği sürece Türkiye’ye karşı bu eksenin gelişmesi güçlü bir ihtimaldir.
İran ve Türkiye’nin durumu çıkmazda
Biden yönetimi karşısında İran ve Türkiye’nin durumu tam bir çıkmaza tekabül ediyor. Uzun yıllardır benzer politik şartları yaşadığı için İran ekonomik olarak çökse de önemli bir direnç kazandı. Şii nüfuzu üzerinden Arap ülkelerinde oluşturduğu zeminden vazgeçme ihtimali çok zayıf. Belli düzeyde vazgeçmediği sürece de ABD politikalarının değişmesi olası değil. Bu anlamda önümüzdeki dönemde ABD-İsrail ve Körfez ülkelerinin İran ile bilek güreşi devam edecektir. Biden’ın yaptırımları hafifletmesi beklentisi çok gerçekçi değildir. Sert politik retorik bir oranda yumuşasa da bunun reel politika haline gelmesi mümkün görünmüyor. Hatta Suriye’deki gelişmelere bağlı olarak İsrail-Arap ülkelerinin baskısı oranında sertleşmesi de gayet mümkün. Bu alandan mevcut denklemi değiştirecek bir gelişmenin olması gerçekçi görünmüyor. Özcesi dostları ve rakiplerinde bir değişiklik yok.
Önümüzdeki dönemde politik tercihleri önem kazanan ve politikaları ister istemez belirleyici şekilde değişecek olan ülke Türkiye’dir. Denge politikası yürüteyim derken bir süredir gelip dayandığı yol ayrımında tercih yapmak zorunda. Dileği, tercih yapmadan iki tarafı idare etmek, ancak buna gücü yok. Tercihi dayatan güçler kendisinden büyük. İkili iş yapmanın tabiatı gereği hangi tarafı seçerse seçsin kayıpları olacaktır. Bir taraftan ABD-AB-İsrail ve Körfez ülkeleri, öte yandan Rusya ve ortakları. İkili politikası nedeniyle hali hazırda iki tarafla da sorunlu. Dönemsel taktik ilişkiler üzerinden yürüyen bu süreç ABD’nin yaptırım kararıyla daha kritik döneme girdi. Yaptırım kararlarında, “Türkiye S-400 ve benzeri savunma sistemlerinden vazgeçmeden yaptırımlar kalkmaz” şartı Ankara açısından orta yolu bulma şansını sona erdirdi.
Dümeni hangi tarafa kırarsa kırsın bedeli olacaktır. Erdoğan’ın gerek iç politikada gerekse dış politikada söylemlerindeki karmaşa ve çelişki bu handikabın sonucu ve yansımasıdır.
Yaptırımların ekonomik etkisinden ziyade önümüzdeki süreçte siyasi etkisi daha belirleyici olacaktır. Bu sorun çözülmeden iyileşme yönünde yeni bir adımın atılması pek mümkün değil. Rusya ile girdiği angajmanlardan ve geliştirdiği milliyetçi-dinci retorikten dolayı Erdoğan iktidarının S-400’lerden vazgeçmesi de çok olası görünmüyor. Vazgeçmesi halinde bu sefer Rusya’dan kaynaklı kayıpları olacak. Rusya siyasette pragmatik olduğu kadar gaddardır da. Dümeni hangi tarafa kırarsa kırsın bedeli olacaktır. Erdoğan’ın gerek iç politikada gerekse dış politikada söylemlerindeki karmaşa ve çelişki bu handikabın sonucu ve yansımasıdır. İç ve dış politikayı, milliyetçilik potasında eritmenin getirdiği çaresizlik her gün dile farklı bir söylemle yansıyor.
Denge politikalarıyla girişilen Yeni Osmancılık hayalleri gelip Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olma denklemine oturdu. İki ucu pis değnek misali uzun süre kendine bulaştırmadan götürmek mümkün değil. Kürtlere karşı savaşın içeride ve dışarıda yarattığı ekonomik, politik külfet giderek taşınamaz hale geliyor. Oluşturulan milliyetçi-dinci politikanın beslenmesi için Kürtlere karşı taarruz halinin sınırlarına dayanıldı. Ötesi atılan her adımda kaosun derinleşmesidir. Son bir umut olarak ucuz bir taklidi ve pespaye hali olan KDP eliyle Kürtler arası olası bir iç çatışmadan hisse kapma uyanıklığının da derde deva olmayacağı aşikar. Aslı batarken taklidini de beraberinde suyun dibine çekiyor.
Görüldüğü üzere kapitalist sistemin babası ABD’nin yeni yönetiminden herkesin kendi meşrebince dönemsel, pratik beklentileri ve umutları var. Ancak görülmesi gereken karşı karşıya olunan sorunların tamamı yapısal. Tamamı kapitalist sistemin çarpıklığının sonucu. Elbette devletlerarası siyasette değişimler olacak. Savaşlar, çatışmalar, yokluk, yoksulluk sürecek. Fakat Biden yönetiminin var olan küresel sorunlara radikal çözümler bulması olası değildir. Çıkar temelli ittifak ve ihtilaflara yenileri eklenebilir ama halklar için değişen bir şey olmayacak. Biden, sistemin öz çocuğu olan Trump’ın gösterdiği gerçekliği bir süre daha yamamaya çalışacaktır. Biden’ın gelişinin yarattığı beklentiler aslında Trump’ın ruhunu ve özünü bedeninde yansıttığı kapitalist sistemin en çıplak halinin görülmesinden duyulan korkudandır. Bir süre daha süslü haline bakmanın halklara bir faydası olmayacaktır.