Camekân


Elend Aydın


Solmuş güller uyuyor
Hatıraların adasında, komodinlerde
Tarçın ve karanfiller tozlaşmış
Sandıkların üzerinde
Sararmış kitaplar dolaplarda şarkı söylüyor
her bir yapraklarında Baba’nın bakışları
Boş şişeler, bitmiş esansları çağırıyor
Topal günler kanepelerin altında
Utangaç hayaller vitrinlerde
Unutulmuş çiçekler uyuyor komodinlerde
Katbekat
Hatıraların odasında artık kimse yok
Çocukluk dolu fincanlar
Camekânlarda kimi bekler
Solmuş güller uyuyor hatıraların odasında
Boşalmış şişeler
Herkes yaşıyor
Herkes burada” kolonyalarını anlatıyor
Çerçevelerde el sallıyor eski günler
Eski yüzler
Uzak camların ardından
Mahmur

Demişim “Camekân” adlı Kürtçe şiirimde. Hayatın camekânlarına bakarken okur musunuz bilmem ama, bazen yer-gök, her şey; bir camekândan gözlerini dikmiş bakıyor gibime geliyor. Bu bakışlar karşısında toz zerresi bile değilken biz, megalomanik laflar ve tavırlarla dünyayı döndürenin “biz” olduğunu sanıyoruz. Oysa olsa olsa başımızı döndürürüz, dünyayı değil.

Fark etmişsinizdir; sözler artık “söz” değil, ifadesizleşmiş. İster sağdan ister soldan gelsinler, bir şey anlatmıyorlar. Gürültü kirliliği, anlam hiçliği ve susturan bir çok yüzlülük dışında bir şey değiller. Hatta bazen bir hamamböceği yağmurunu andırıyorlar; “Çırpına çırpına hayır! Öyle değil, böyledir! Sen öyle san! Kim inanıyor ki!” derken yakalanıyoruz kendimize. İki eliniz bizim ve hamamböceği yağmurunun yakasında; ama hiçbir şey anlatmayan, hiçbir mana çoğaltmayan bu kahrolası yağmur silip süpürüyor tüm söz ve anlamları.

Söz, artık sözün de anlamın da katili, hem de seri katil! Bir nakaratı bile yok artık kimsenin. Papağanların bile tenezzül buyurmayacağı bu söz çölünde tabii ki, çeneler hiç durmuyor. Döndükçe sahibini de sözü de, yola revan eden cümleleri de öğütüyor.

Sürekli “of!” çekerken yakalanıyoruz camekânlara, değil mi? Oysa orada boş şişeler şarkı söyler, bitmiş kolonyalar bile teselli eder. Ama bu camekânları da sabit ve statik olarak düşünmüyoruz; zira bizler de camekânız; hatıralaşmış ve hatıralaşacak olan zamanlarla birlikte. Belki de biz, zamandan hatıralar yaparken, o da bizden camekânlar yaratıyor. Yoksa bu nostaljik ve taze kolonya kokuları bizi, hamamböceği yağmurundan az da olsa korumayı başaramazdı, değil mi?

Hep şaşırmışımdır, tekrar ettiğini, tekrarlarla can ve boğaz sıktığını neden fark etmiyor bazıları? Öksürür, hapşırır gibi konuşanlara taktığım, “ama bu tekrar oldu, söylenmişti, yeni bir şey değil ki!” dediğim zamanlar da oldu camekânların içinde ve karşısında. Sonra idrak edilmediğini fark ettim ve migrenim tuttu, kelimenin tam anlamıyla. Ama şimdilerde camekânlara firar ettiğim için öğütme makinasının sesi bana ulaşmıyor. Belki anlamlı, şiir dolu sessizlikler yok ama sözü sözsüzleştiren tacizler ve migrenler de yok. Üstelik lamekân camekânlarda tek bir sözle anlam dünyalarını oluşturan bir tılsım dans ediyor.

Sözü böyle ayağa düşürenlere uymak yok; unutulmuş çiçeklerle hatıraların odasında uyumaya devam!




Önceki Haber
Covid-19 vakalarında artış hızı kesilemiyor, önlemler sıkılaştırılıyor
Sonraki Haber
Bir gazetecinin tanıklığıyla açlık grevleri