Ana SayfaManşetKürt diasporasının doğuşu

Kürt diasporasının doğuşu


Roger Acun


Adı yasaklı bir coğrafyanın kimliği “petrol”e kurban edilmiş ulusu Kürtler… Mezopotamya’nın, aşiretten ulusa geçişi asırlar sürmüş kadim halkı… Uluslararası diplomatik oyunların kanlı arenası olmuş toprakların insanları ve o insanların yadigârı acıları yüreğinde bir yara gibi taşıyan torunlar: diasporanın çocukları. Yurdundan binlerce kilometre uzak diyarlarda yaşayan mültecilerin ortak paydası: diaspora.

Diaspora, etimolojik olarak Yunanca “dia” içinden ve “speirein” dağılma sözcüklerinden gelmektedir. “Bu kavram en azından Batılı bağlam içinde özellikle Yahudilerin Babil sürgünlerinden sonra dağılmalarıyla ilişkilendirilmektedir” (Alinia, 2007: 32).

Bir sosyo-politik terim olarak diaspora bir ulusun parçası olan insanların çeşitli nedenlerle bireysel ya da kitlesel olarak ülke ya da ülkelere göç edip orada küçük küçük gruplar olarak kümeleşmeleri ve varlıklarını ana vatanlarıyla, kültürleriyle etnik aidiyetleriyle devam ettirme arzu ve kararlılığında olmalarını ifade eder.

Diasporalar, dil ve kültürlerini yaşama ve yaşatma eğilimi göstermelerinden ötürü dernek ve parti gibi çatılar altında ortak mekânlar oluşturup bu mekânlarda organize olmayı etkin bir faaliyet alanı olarak görürler. Basın yayın faaliyetleri yürütmek, kurs ya da okullar açmak, kültürel etkinlikler düzenlemek, politik yürüyüş veya toplantılar tertiplemek, diasporaların tipik karakteristiğini yansıtır.

Diaspora, “ben”i yaşatmak için “biz”e sarılmayı zaruri görür. Ortak kimlik, ortak tarih, ortak dil ve ortak kültür diasporanın perçinleyici unsurlarıdır. Enteresandır, din; diasporalarda öncelikli ortak payda işlevi görmez. Farklı dinlere mensup ancak ortak dil ve kültürden gelen kişiler, din mefhumuna takılmadan diasporada ortak hareket edebilmektedir. Yani diaspora mekânları, dinsel hoşgörünün yoğunlaştığı yerlerdir. Diasporada diller panayırının keşmekeşinde anadili ihtiyacı, atalar dininin birkaç adım önüne geçiyor. Dininize inanmasa da dilinizi konuşması, o kişiyi size yakınlaştırıyor.

Kürt diasporası

Kürt diasporası, en dağınık diasporalardan biridir. Milyonlarla ifade edilen Kürt diaspora nüfusu daha çok Avrupa ülkeleri ve Kafkaslarda yoğunlaşmıştır. “Kürt diasporası Kürdistan olarak anılan Orta Doğu’daki coğrafi bölge dışında yaşayan Kürt topluluklarını tanımlamaktadır. Günümüz Kürt diasporası özellikle 20. yüzyılın sonunda iktisadi ve siyasi sebeplerle gerçekleşen göçlerin neticesinde teşekkül etmiştir” (Işık, 2017:154). Kürtler, genelde yurtlarında “sistematik asimilasyon”a maruz bırakıldıkları için gittikleri ülkelerde diaspora faaliyetlerine daha çok ilgi duymakta ve bu çalışmalarda aktif rol almaktadır.

Dünya genelinde öne çıkan diasporalara bakıldığında Kürt diasporasının ortak paydasının siyaset olduğu görülecektir. Kimlik, anadili, tarih, kültür tüm diasporalar için birleştirici unsurlardır ancak bunlarla birlikte Kürt diasporasında “aktüel siyaset” ve bu siyasetin yansımaları oldukça önemlidir. Ortak acılar, ortak amaçlar yaratıyor ve bu amaçlar diaspora ruhunu zinde tutuyor.

Kürt diasporasına zemin hazırlayan tarihsel olaylar

Araplar, Halife Ömer döneminde Kürt bölgelerinde kültürel bir kıyıma İmza attı. 10. yüzyıldan itibaren Selçuklular tarafından “Kürdistan” adıyla tanımlanan geniş coğrafi ve siyasi alan 1639 Kasrışirin Antlaşması ile Osmanlı ve İran arasında paylaşıldı. 1828 Osmanlı-Rus savaşına asker göndermeyi reddeden Botan Miri Bedirxan Bey’in başlattığı isyan, yeğeni Yezdan Şêr’in “ihanet”i sebebiyle hezimet ve sürgünlerle noktalandı.

Lozan Antlaşması’yla Kürt coğrafyası dört devlet arasında bölüşüldü: Irak, İran, Suriye ve Türkiye. Coğrafi bölünme doğal olarak demografik bölünmeyi getirdi. Dört egemen gücün “kültürel despotizmi” ile karşı karşıya kalan Kürtler; Araplaştırma, Farslaştırma ve Türkleştirme tezgâhlarında deyiş yerindeyse hallaç pamuğuna döndüler.

Mahabad Kürt Cumhuriyeti’nin “Sovyet ihaneti”nden ötürü İran tarafından yıkılması ve Cumhurbaşkanı Qazi Mihemed’in 1947’de Çarçira Meydanı’nda idam edilmesi yeni sürgün ve ilticaları beraberinde getirdi.

İran’da 1979’da Humeyni’nin “İslam Devrimi” ile muhalif Kürtlere yönelik bir cadı avı başlatıldı. Bu cadı avı, pek çok Kürt muhalifin Avrupa’nın çeşitli ülkelerine iltica etmesine yol açtı.

Şêx Mehmûd Berzencî’nin ilan ettiği Kürdistan Krallığı da hüsranla sonuçlandı. Sürgün ve iltica yine tarih senaryosunun final sahnesindeydi.

1925’te Şêx Saîd ve arkadaşlarının Dağ Kapı Meydanı’nda asılmaları, beraberinde birçok aile ve aşiret için sürgünlerin arifesi oldu.

1937-38’de Dersim’de İhsan Sabri Çağlayangil’in “Onları mağaralarda fare gibi zehirledik” (Hür, 2013:304) sözlerinin sonucu yine ölüm, sürgün ve ilticalar oldu. Bu olaylar, ciddi asimilasyon politikalarının da uygulanmasına zemin hazırladı. Bu tarihsel olaylar ve daha onlarcası Kürdistan’ın dört parçasından dünyanın çeşitli yerlerine doğru bireysel ya da toplu kaçışları, göçleri, sürgünleri ve ilticaları başlattı. Bunların sonucunda da Kürt diasporası teşekkül etti.

Türkiye’deki sosyo-politik gelişmeler

Türkiye Cumhuriyeti’nde 1935’te İsmet Paşa’nın Şark Islahat Raporu başta olmak üzere meselenin halli için yetkili mercilere sunulan -neredeyse-  tüm raporlarda asimilasyon tek çare olarak sunuluyor ve asimilasyonun fizibilitesi uzun uzadıya anlatılıyordu. Sözgelimi Abidin Özmen, raporunda: “Kürtlük cereyanının Türkiye Cumhuriyeti için yapabileceği zararın önüne geçmek çaresini aramak zamanının gelmiş, çatmış hatta geçmekte olduğu”nu belirtiyor (Tan, 2011: 260).

Yatılı bölge okullarının kurulması, bu okullarda çocukların yaz tatillerinde dahi evlerinde Kürtçe konuşan arkadaşlarını ihbar etmeye zorlanması, okullarda Kürtçe konuşan öğrencilere dayak atılması, aşiretlerin zorunlu iskâna tabii tutulması, Kürtçe konuşmanın tümüyle yasaklanması, Kürtçe eğitim veren medreselerin kapatılması, camilerde Kürtçe vaazın yasaklanması, devlet kurumlarında başlatılan  “Vatandaş Türkçe konuş” kampanyaları, sonraki dönemlerde tek dilli radyo ve televizyon ile yürütülen “Türkleştirme” çabaları, basın yayın faaliyetlerinin yasaklı oluşu, bu sistematik asimilasyonun reçetesiydi. Bu reçetenin doğal sonucu da değişmiyordu: Sürgün, iltica yani diaspora.

12 Eylül Darbesi, Türkiye’de yaşayan Kürtler için tam bir cendere ortamı doğurdu. İdamlar, zindanlar, akıl almaz işkenceler ve işkenceciler… Başta Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi’nde Esat Oktay Yıldıran vb. işkencecilerin zulmüne maruz kalan binlerce insan, cezaevinden çıktığında kurtuluşu Avrupa’da yani diaspora mekânlarında aradı. “Diyarbakır Cezaevi, Kürt milliyetçiliğinin üniversitesi oldu” (Turgut, 2011: 135).

1980’li yılların sonunda “Hamidiye Alayları” zihniyetinin modern zamanlarda vücut bulmuş hâli diye özetleyebileceğimiz “köy koruculuğu” sistemi, köylerde yaşayan apolitik köylüleri silahlanmaya zorluyor, silahlanmak istemeyen köylülerin köyleri boşaltılıyor ve köylüler çareyi göçlerde ya da diasporada arıyordu.

İran İslam Devrimi

Kürtler, Farslarla amca çocukları (pismam) olduklarını söyler. “Gerçekten de İran yönetimi bu iki halkın ırksal ve tarihsel yakınlığına önem vermiştir ancak bu durum zaman zaman sosyal ve politik rahatsızlıkların çıkmasına, kimi zaman örtülü, kimi zaman da kanlı çarpışmaların yaşanmasına engel olamamıştır” (Minorsky, Boıs, 2008: 122).

1979 Ağustos’unda bir sınır kasabasında vuku bulan küçük bir olay, İran’da Kürtlere karşı girişilen ilk askerî saldırının bahanesini yarattı. Ordu ve devrim muhafızları, şehir ve kasabaları işgal etti. Yüzlerce insan, ilk çatışmalarda öldürüldü diğerleri ise devrim ‘adalet’i tarafından derhal infaz edildi” (Bruinessen, 2010: 64).

İran’da Kürtler özellikle Humeyni’nin İslam Devrimi’nden sonra baskı ve sansüre uğradı. Özgür politik yaşam alanı bulamayan Kürtler bir de şiddetli bir dini baskı altına girdi.

İstihbarat birimlerinin “ajanlık” faaliyetlerinden ötürü ve idam cezasının aktif olarak uygulanmasından dolayı İran, gün geçtikçe bir kapalı kutuya dönüştü ve muhalif Kürtler bu “Yeşil kutu”dan kurtulmak için diasporayı tek kurtuluş reçetesi olarak görmeye başladı.

Irak Baas rejimi

Irak’ta yaşayan Kürtler, kültürel ve siyasal haklar bakımından Suriye, İran ve Türkiye’de yaşayan Kürtlere göre çok avantajlı konumdadır. Denebilir ki Kürtçenin tarih boyunca yasaklanmadığı ve resmi statüye sahip olduğu tek parça Irak Kürdistan’ı olmuştur. “1959 Eylül’ünde 1. Kürt Eğitimciler Kongresi’nde Irak’ta resmî edebi dil, kesin olarak Soranice seçilir” (Scalbert Yücel, 2016: 81-82).

Kürt partileri federatif devlet yönetimi içinde uzun yıllar otonom bir yapı ile Kürtleri yönetmişlerdir. Tüm bunlara rağmen Baas rejiminin diktatörü Saddam Hüseyin ve onun akrabası olan Kimyasal Ali’nin 1988 yılında Halepçe’de gerçekleştirdikleri katliam ise Irak’ta yaşayan Kürtler açısından tam bir sürgün ve iltica miladı oldu. Yakın tarihin önemli olaylarından olan Irak-İran savaşları ve Körfez Savaşı hem Irak hem de İran’da yaşayan Kürtler için diasporayı zorunlu kıldı.

Suriye’de “olmak ya da olmamak…”

Suriye’de yaşayan Kürtler, Suriye iktidarı nezdinde Araplar içinde asimile olmuş etnik göçebe bir topluluk olarak görülüyor ve toprak üzerinde herhangi bir tarihi hakları olmadığı belirtiliyor” (Yıldız, 2009:153). Kürtlerin Suriye’de yok sayılması, son dönem siyasal gelişmelerin fitilini kolayca ateşlemiştir. Kürtler, Suriye’de vatandaş bile sayılmıyor; kendilerine nüfus cüzdanı verilmiyor ve milyonlarca Kürt, yok sayılıyor.  Doğaldır ki Kürt olmayınca Kürtlerin kültürel ve siyasal haklarının da esamesi okunmuyor.

Çatışmalı ortamdan kaçarak hayatlarını kurtarmaya çalışan milyonlarca ‘Suriyelinin içinde on binlerce Kürt, diasporayı kurtuluşun tek adresi olarak görüyor. Kurtuluş yolunda binlerce mülteci, iltica edecekleri diaspora hayallerine Akdeniz’in karanlık sularında veda ediyor, geriye vicdanlı hafızalardan hiç silinmeyecek Alan Kurdi’nin karaya vurmuş minik cesedinin görüntüsü kalıyor.

Sonuç

Kürtler 20. yüzyılın başlarından itibaren yaşadıkları sosyal ve siyasal gelişmelerden kaynaklı, öz vatanlarından ayrılmak ve yabancı ülkelere iltica etmek zorunda kalmıştır. Kürt diasporasının doğuşu, dört parçanın muktedirlerinin uyguladığı sistematik asimilasyon faaliyetlerinin doğal bir sonucu olmuştur.

Tarihi olaylar, sosyo-politik gelişmeler, baskı ve sürgünler Kürt diaspora yapılanmasının temel nedenlerini oluşturur. Kürtler yaşadıkları coğrafyada asırlar boyu egemen güçlerin baskı ve şiddetine maruz kaldılar, anadillerini özgürce kullanamadılar, bir kimlik mücadelesi verdiler, kültürel ve siyasal haklarını elde etmeye çalıştılar. Daha açık söylemek gerekirse var olduklarını kanıtlamaya çalıştılar. Belki de az sonra sayacağımız nedenlerin en önemlisi bu “varlığı kanıtlama” mücadelesidir.

Doğduğu yerde yok sayılan, anadilini kullanamayan, anadiliyle basın yayın faaliyeti yürütemeyen dahası “yaşayamayan” kişiler, nispeten diasporalarda anadillerine ve kültürlerine daha sıkı sarılmakta ve bunları geliştirmek için daha çok çaba sarf etmektedir. Bundan dolayı diaspora “öz vatan”ının sürgünü kimseler için can suyu olmuştur.

Tüm bu tarihsel ve sosyo-politik gelişmelerin yanında ekonomik bunalımlar, işsizlik, çatışmalar, savaşlar ve insan hakları ihlâlleri diasporayı cazip bir hâle getirmiştir. Böylece milyonlarca Kürt, diaspora mekânlarına akın etmiş, kendi topraklarında yaşam imkânı bulamayan Kürtler, iltica ettikleri diaspora mekânlarında hep dönecekleri “bir gün”ün hayaliyle yanıp tutuşarak yaşlanmaktadır.

Kaynakça

Alinia, Minoo, (2007). Diaspora Mekânları. İstanbul: Avesta,
S. Işık, İbrahim, (2017). A’dan Z’ye Kürtler. İstanbul: Nûbihar.
Hür, Ayşe, (2013).Öteki Tarih III Kemalist Devrimler ve İsyanlar. İstanbul: Profil.
Tan, Altan, (2011). Kürt Sorunu. İstanbul: Timaş.
Turgut, Senar, (2011). Mezopotamya’da Kürt uygarlık Tarihi. İstanbul: Belge.
Minorsky / Boıs, (2008). Kürt Milliyetçiliği. İstanbul: Örgün Yay.
Bruinessen, Martin van, (2010). Ağa, Şeyh, Devlet. İstanbul: İletişim.
Scalbert Yücel, Clêmence, (2018). Kürt Edebiyatının Anatomisi, İstanbul: Ayrıntı.
Yıldız, Kerim, (2009). Kurdên Sûriyeyê. İstanbul: Avesta.



Önceki Haber
2020'ye bakış: Türkiye'de kültür-sanatta öne çıkanlar
Sonraki Haber
DTK yargılanmaları üzerine bir kafkaesk: Herkes oradaydı!