Ana SayfaYazarlarElend AydınYolcular ve gül ağaçları

Yolcular ve gül ağaçları


Elend Aydın


“Yoldan geçen biri tarafından gülü kopartılan bir gül ağacı kadar üzgünüm” demiş Hugo, bir mektubunda. Bu “üzgün gül ağacı” duygusunu duyumsayıp yıllar sonra bize de duyumsatan Hugo, ilk olarak ne zaman anladı acaba, yolcunun göle yaptığını? Ki, anladıktan sonra artık hep gül ağacı olarak kaldı, duygusuz, hoyrat ve yaralayan yolcuya karşı.

Peki yolcu kimdi? Ne yaptığını, ne kopardığını bilmeyen bir uyurgezer mi yoksa bilerek ve isteyerek hep kopartmalarda olan bir işgalci mi? Ve bizler, gül pembesi bulutların yerini alan gri güz bulutlarıyla sarmalanmış olan bizler; yolcu muyuz, gül ağacı mı?

Tabi ikileme mecbur değiliz hem (gül kopartmayan) iyi bir yolcu olabiliriz hem de gül ağacı. Belki şimdi yer de değiştirmiştir gül ağaçları ve yolcular: Yolcular yolu unutmuş, gül ağaçları bir düşün peşine vererek o yol senin bu yol benim diyerek belki yolcular olmuşlardır, değil mi?

Ama Hugo, bizi Parisli, dünyalı, şimdili ve geçmişli kılan Hugo; şiir okumaktadır işte, dinleyelim:

Aşk, ey sevgili kızım

En çok aynaya benzer

Biraz inmeye kalksan hemen ayağın kayar

Uçurumdur, ellerin tutunacak yer arar

Direnemez, düşersin bir suyun girdabına

Aşk güzeldir, saftır, ölümlüdür inanma!

Senin gibi küçükler kapılırlar ırmağa

Yansımalarını görür, yanar, boğulurlar orada

Bu şiirde hem korkunç bir kehanet hem de gül ağacını ve yolcuyu yasa boğan bir gerçeklik vardır. Çünkü Hugo’nun çok sevdiği ve bu şiirini ona yazdığı kızı Leopoldine; altı yıl sonra eşiyle Seine’de tekne gezisindeyken suya düşer ve peşinden atlayan eşiyle birlikte; babasının, şiirinde anlattığı şekilde boğulur gencecik yaşında…

Elbette ki şiirde dile gelen bu kara kehanet dâhiyi canevinden vurur! O artık, gülü hoyratça koparılan yaslı bir gül ağacı bile değildir. Önce şiirinde, sonra hayatta sevgili kızını kaybeden bir babadır, hem de aynı suda! Zira şiirdeki suyun girdabı da boğar, Seine’in suyunda. Ve belki de Hugo kızını aslında altı yıl arayla iki kez kaybetmiştir, hem çok sevdiği şiirin hem de hayran olduğu Seine’ın suyunda…

Öyleyse biz şimdi yolcular ve gül ağaçları olarak dururken bu geçici zamanın altında; hem şiirin hem de tüm Seine’lerin sularına çağrıda bulunarak; “boğmayın bizi” desek, gerçekte yansa da, belleğimizde baki kalan Notre Dame’ın çanlarını çalar mı bizim için Quasimoda? (Romanımızdaki “kambur”u tanımayanımız var mı?) Esmeralda çingene eteklerini savurarak, “artık kimse suda boğuşmayacak” der mi ya da Jean Valjan (Bu romanı; bir 15. yy. şatosunun karanlık mahzenlerinin girişindeki trabzanlı merdivenin başında, ayaz gecelerde, her şeyin inadına birlikte okuyarak isyan büyüttüğümüz sevgili dost, orada mısın?) şiirdeki ve ırmaklardaki suların kimseyi boğamaması için şamdanlarını yakıp yola çıkar mı?

Sevgili, kopartılmayan gül ağaçları, yolcu olma zamanı…




Önceki Haber
The Playlist’e göre 2020’nin en iyi 15 film afişi
Sonraki Haber
Aytaç Ünsal gözaltında: İçişleri ve HHB'den açıklama