Ana SayfaÖzelTecrit rejimi ve onurlu barışın yolu

Tecrit rejimi ve onurlu barışın yolu


Tayip Temel*


Uluslararası bir komplo ile Türkiye’ye teslim edilen Sayın Öcalan, 22 yıldır İmralı Yüksek Güvenlikli Hapishanesi’nde tutuluyor. 1998 yılında Washington Anlaşması’yla başlayan komplo süreci ile birlikte Ortadoğu’nun daha agresif bir şekilde dizayn edilmesi kararlaştırılmış, bu projeye engel olarak görülen Sayın Öcalan’ın Suriye’den çıkarılması ve PKK’nin tasfiyesi amaçlanmıştı. Komplocu güçler Öcalan’ı Türkiye’ye teslim ederek büyük bir iç savaşın ve halklar arası boğazlaşmanın fitilini ateşlemeyi hedeflediler. Bu kaos planı o dönem Sayın Öcalan’ın tarihsel ve sezgisel duruşuyla boşa çıkarılabildi. Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’in “ABD bize Apo’yu neden verdi, onu ben de hala bilmiyorum” ifadeleri planlanan tehlikeli kaostan Türkiye’nin dahi haberi olmadığını gösteriyordu.

İmralı’da 22 yıldır uygulanan mutlak tecrit rejimi; ABD, İngiltere ve İsrail’in başını çektiği komplocu güçlerin kontrolünde, Türkiye’nin gardiyanlığında devam ediyor. Sayın Öcalan’ın ferasetli duruşu sayesinde iç savaş çıkartmayı başaramayan güçler İmralı tecrit rejimiyle komplo sürecini derinleştiriyor, Türkiye’nin demokratik ve özgür geleceğini ipotek altında tutuyor. Bu anlamda komplonun sürdürülmesini canla başla savunanlar aslında bütünüyle emperyalist komplocu güçlerin sözcülüğünü yapıyorlar.

Dünyada eşi benzeri olmayan mutlak tecrit rejiminin ve Öcalan’ın içinde tutulduğu cezaevi koşullarının hiçbir hukuki gerekçesinin olmadığı daha önce defalarca avukatları ve hapishane ziyaretinde bulunan CPT yetkililerince dillendirildi. Bu tecridin ahlaki, insani ve vicdanı bir tarafı da yok. Bu anlamda tecrit rejiminin toplumsal bir meşruiyeti de yok. Ancak bu insan aklını ve iradesini zorlayan korkunç tecrit rejiminin olağanüstü bir siyasi tarafı var ki bunu tüm Türkiye halklarına daha fazla anlatmak, göstermek gerekiyor. Böylece tecrit üzerinden siyasal meşruiyet krizini de açığa çıkarmak gerekiyor.

Sayın Öcalan’ın şahsı üzerinde yürütülen bu özel rejim biçimi, Kürt halkının tecrit altında tutulması kadar başta Türkiye olmak üzere bölgenin yeniden dizayn edilmesi hedefiyle doğrudan ilişkilidir. Yeni bin yıla girerken Ortadoğu’ya yönelik müdahalenin bir sonucu olarak açığa çıkan bölgesel savaşların komplo süreciyle başlaması İmralı üzerinde uygulanan tecridin derinliğini kavramamızı sağlayacaktır. Temel amaç Sayın Öcalan’ın demokratik ve denklem bozan mesajlarının bölge halklarına ulaşmasını engellemektir. Çünkü görüldü ki, İmralı’dan çıkan her mesaj hegemon güçlerin hesaplarını alt üst etme ve halklara nefes aldırma kapasitesine sahip.

Sayın Öcalan barışı inşa etme misyonuyla hareket eden bir lider olarak verdiği her mesajda savaşın önünü almaya çalışmaktadır. Tecrit kırıldığında ve sınırlı da olsa görüşmeler gerçekleştiğinde demokratik çözüme dair umutların yeşerdiğine, bu görüşmeler kesintiye uğradığında savaştan başka hiçbir şeyin konuşulmadığına tanık olduk. Geçtiğimiz aylarda günlerce süren bütçe görüşmelerinde iktidar bloğu sözcülerinin konuşmalarında tek bir ‘Barış’ kelimesinin geçmemesi bu acı gerçeği ortaya koyuyor. Öcalan’ın mesajlarının dışarıya yansıyabildiği dönem ile tecridin yoğunlaştığı sürece bakarak siyasi, toplumsal ve ekonomik verileri karşılaştırmak bile aradaki farkın ne denli önemli olduğunu gösterecektir.

Türkiye’nin eşit ve özgür yurttaşları olmak isteyen Kürtlerin kaderi, Türkiye halklarının kaderi ortaklaşmış haldedir, dolayısıyla İmralı tecridi Türkiye’nin tamamına yayılmış bir rejime dönüşmüş durumdadır. Barışı kuran, barışı inşa etmeye çalışan bir yerden “Gelin bu sorunu çözelim. Kendime güveniyorum, bir haftada çatışma durumunu, ihtimalini ortadan kaldırırım” diyen Sayın Öcalan’ın sözlerine kulak vermek yerine savaş politikalarında ısrarcı olmak Kürt halkı ile birlikte tüm ülkenin tecrit altına alınması demektir ki şu an yaşadığımız tam olarak budur. Tecrit rejimi tüm Türkiye sathına yayılmış durumdadır. Tecrit rejiminin sonuçlarından biri olarak ortaya çıkan kayyım politikaları üniversitelerden, sivil toplum örgütlerine her alana yayılmış, Türkiye yarı açık bir cezaevine dönüştürülmüş, intiharlar artmış, kadın cinayetleri cinskırım düzeyine gelmiştir. İnsanlar nefes alamamakta, polis devletine dönüşen Türkiye’de düşüncenin kendisi suç sayılmaktadır. Sonu belirsiz karanlık ve kör işgal planlarına davetiye çıkarılmakta, emperyal heveslerle İttihatçı-maceracı akıl devreye sokulmakta, sınır ötesi operasyonlarla Türkiye karanlık bir geleceğe çekilmek istenmektedir. Cenazeler üzerinden bin bir yalanla hamaset siyaseti devreye konularak toplum esir alınmakta, zihinler felç edilmektedir. Leviathan canavarı toplumu faşist bir cendere altında yutmaktadır.

Şu hakikatin herkes tarafından iyi görülmesi gerekiyor: Kürt sorunu bir güvenlik sorunu değildir. Demokrasi, özgürlük ve statü sorunudur. Hakikatin kendisiyle kavga etmenin uzun vadede hiçbir karşılığı yoktur. Tarih bunun sayısız örnekleriyle doludur. Öte yandan, tecrit aklı, Türkiye’nin çıkarlarıyla da örtüşmüyor. 83 milyon yurttaşın gündelik hayatına sirayet eden Kürt sorununun çözümsüzlüğü yüzünden yönetim krizi yaşanmaktadır. Çözümsüzlük siyasetinin derinleştirilmesi, Türkiye’nin hangi çıkarına hizmet ediyor? Tecrit aklının bir sonucu olarak gelişen Kürt düşmanlığı Türkiye’nin hangi ihtiyacını karşılıyor? Tam tersine; tecrit, komplocu güçlerin ve iktidarın çıkarları için derinleştiriliyor, ortaya çıkan savaş halinin doğurmuş olduğu yoksulluk ve sefalet de Türkiye halklarına fatura ediliyor.

Sayın Öcalan’ın özgür yaşar ve çalışır koşulları sağlanmalıdır.

Sayın Öcalan üzerinde uygulanan mutlak tecrit rejimi toplumsal meşruiyetini hakikatin manipüle edilmesi üzerinden sağlamaktadır. Devlet tüm imkanlarını bu manipülasyon için harcamaktadır. Milliyetçilik devreye konarak tecrit siyaseti sorgulanamaz bir yere yerleştiriliyor. Birkaç yıl önce İmralı’ya giden gelen devlet yetkilileri ve onları gönderenler hiç böyle bir şey yaşanmamış gibi davranıyorlar.

Bu manipülasyona müdahale kendisine aydın ve demokrat diyen tüm kesimlerin sorumluğu haline gelmiştir. Demokrat ve vicdan sahibi aydınların toplumu savunma gibi bir misyonlarının olduğu unutulmamalıdır. Türkiyeli demokratların ve aydınların tecride karşı ses çıkarması ve Öcalan’ın özgürlüğünü yüksek sesle dillendirmeleri gerekmektedir.

Tarihin görmüş olduğu en ırkçı rejimlerden biri olan Güney Afrika’daki Apartheid rejimine karşı silahlı mücadele veren Mandela ömür boyu hapis cezası aldığında şiddet eylemleriyle suçlanıyordu. Ancak hakikat başkaydı. Hakikat özgürlük ve eşitlik mücadelesinin verildiğiydi. Mandela ve hareketine karşı yöneltilen suçlamaların ırkçı iktidar sahiplerinin propagandası olduğu kayıtlara geçti ve 27 yıllık cezaevi sürecinden sonra Mandela Cumhurbaşkanı oldu. Bugün barış ve eşitlik denince akla gelen ilk isimlerdendir. Bu yüzden, aydınların, demokratların, vicdan sahibi siyasetçilerin bu hakikati görmeleri ve sahiplenmeleri gerekiyor.

İmralı tecrit rejimiyle garanti altına alınan çözümsüzlük siyasetini teşhir etmeyi görev bilmeliyiz. Türkiye, Ortadoğu siyasetini de Kürt düşmanlığı üzerinden yürütüyor ki bu siyasetin, Türkiye’nin bölgesel çıkarlarına da uygun olmadığı net bir şekilde görülmektedir. Bu düşmanlığın dış politikada tarihte eşi benzeri görülmemiş bir omurgasızlığa neden olduğuna tanık oluyoruz. Türkiye devletinin zamanın ruhuna direnmek yerine barışçıl bir siyaseti devreye alması gelecekteki felaketleri de önleyecektir.

2023’e doğru giderken devletin, devlet aklının bir karar vermesi gerekiyor. AKP-MHP İttifakının sahip oldukları iktidarın bir halkın tecrit edilmesi demek olan İmralı tecridi üzerinden şekillendiğini ve sürdürüldüğünü biliyoruz ancak bu işin keskin tarafı giderek daha fazla bileniyor. Tecrit politikasında ısrar Türkiye’yi toplumsal yıkımın eşiğine getirmiştir. Cumhuriyetin kazanımları da tehlike altındadır. Sayın Öcalan’ın 22 yıl önce yeni bir toplumsal sözleşmeyle önerdiği demokratik bir yönetimle taçlandırılacak yeni bir Türkiye önerisi dikkate alınmalı ve bu fırsat çok geç olmadan değerlendirilmelidir.

Ulusal bilincini yakalamış, ulus olmaktan kaynaklı siyasi ve kültürel haklarını eşitlik ve özgürlük temelinde talep eden bir halkın direnişini bastırmak, yok etmek mümkün değildir. Aksi bir örnek gösterilemez. Devlet, Kürt sorununu güvenlik konseptiyle ne çözebilir ne de bastırabilir. Sadece sorunu erteleyebilir ki her erteleme yıllara yayılan sorunlar yumağına, duygusal kopuşlara, farklı çözüm arayışlarına neden olur. Demokratik ulus paradigması temelinde onurlu bir barış yolu bir Ada mesafesindedir. Devletin zor mekanizmaları çeşitlendikçe direnişin çeşitlendiği, Kürtlerin ve demokrasi güçlerinin de stratejik aklı geliştirdikleri unutulmamalıdır. Bu stratejik akıl Kürt direnişini on yıllara yayabilir ancak olması gereken demokratik barışçıl çözümün Sayın Öcalan’ın muhataplığında bir an önce gerçekleşmesidir.

Türkiye cezaevlerinde devam eden açlık grevleri iktidara ve demokrasi güçlerine önemli bir uyarı niteliğindedir. İktidar bu uyarıyı dikkate almalı ve kritik aşamalara varmadan talepleri kabul etmelidir. Bizlere düşen görev ise açlık grevine giren tutsaklarla dayanışmak ve bu çığlığı topluma anlatmak ve yaymaktır. Tecrit insanlık suçudur, bu suça karşı ortak mücadeleyi büyütelim.


* HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı, Van Milletvekili

PAYLAŞ:
    WhatsApp'da Paylaş!   Telegram'da Paylaş!     Yazdır   E-Posta Gönder

Önceki Haber
Hope'un Mars fotoğrafı Dünya'ya ulaştı
Sonraki Haber
Gare'de yaşamını yitirenlerden birinin daha kimliği tespit edildi