Ana SayfaManşetBir kadın, yedi avukat: Melek’in ‘örselenmiş kadın’ için adalet mücadelesi

Bir kadın, yedi avukat: Melek’in ‘örselenmiş kadın’ için adalet mücadelesi

HABER MERKEZİ – Melek Hıldır, “Kadınlar davama sahip çıksın” diyerek mektup yazmasıyla tanıştığı feminist avukatlarla birlikte, ‘dayak yememiş’ olmasını ‘cinsel saldırıya rızası olduğu’ şeklinde değerlendiren yargıya karşı mücadele veriyor. Aylardır meşru müdafaa ve ‘örselenmiş kadın sendromu’nun tespiti için uğraşan Melek ve feminist avukatlar, 23 Mart’ta son kez mahkeme heyetini ikna etmeye çalışacak.


Haber: Sibel Yükler


“Bu ülkede kadınlar ne mağdur ne de fail olarak adalete erişebiliyorlar. Melek de onlardan biri. Melek Hıldır, kendisine cinsel saldırıda bulunan eniştesini öldürme iddiasıyla müebbet hapis cezası ile yargılanan bir kadın.”  

“17 aydır tutuklu olan, hukuk sisteminde erkekler gibi muamele göremeyen Melek kendisini kurtarmak için başka çaresinin kalmadığını düşündüğü ve hiç kimsenin kendisini korumayacağına inandığı bir anda, tüm bunlardan kurtulmak maksadıyla eylemini gerçekleştiriyor.” 

“Beyanlarının en baştan güvenilmez kabul edildiği, özel hayatının en ince ayrıntısına kadar deşifre edildiği bir yargılama pratiğine maruz kalan Melek’in kaderi 23 Mart günü belli olacak. Kadınların yaşam haklarının bir gece yarısı kararnamesi ile gasp edildiği bu günlerde, kadınları Melek için adalet arayışında dayanışmaya davet ediyoruz.”  

Melek Hıldır’ın hikâyesi

Böyle diyor 25 yaşındaki Melek Hıldır’ın avukatları. Melek, 23 Ekim 2019 tarihinden beri Alaşehir M Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutuklu. Suçu, kendisine sistematik olarak cinsel saldırıda bulunan eniştesi Suat Vural’ı öldürmek.

Eniştesi tarafından bir şiddet sarmalının içine itilmiş, birçok kez cinsel saldırıya maruz bırakılmış, örselenmiş bir kadın. İçinde bulunduğu yerin küçüklüğü, kırsalda herkesin birbirini tanıması ve eniştesinin uyguladığı psikolojik şiddet sebebiyle yardım isteyemez bir hale geliyor.

Ancak Alaşehir Cumhuriyet Başsavcılığı iddianameyi “tasarlayarak kasten öldürme” suçundan hazırlıyor ve dava başlıyor.

Bir mektup: Kadınlar davama sahip çıksın

Avukatları ise Melek’i, “kadınlar davama sahip çıksın” diye yazıp gönderdiği mektupla tanıyor.

Üç farklı şehirden yedi feminist avukat, Alaşehir’e giderek ikinci celseden itibaren dava dosyasını gönüllü olarak üstleniyor ve cezaevindeki Melek’le birlikte aylarca, günlerce adalet mücadelesi veriyor.

Melek Hıldır’ın yargılandığı davanın karar duruşması yarın (23 Mart) Alaşehir Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek.

Avukatların bu dosyada meşru müdafaa ile birlikte altını çizdiği önemli nokta şu: Melek’in örselenmiş kadın sendromu yaşadığı görülmeli ve kabul edilmeli.

Duruşma öncesi, avukatlarından Burcu Uçuran ve Ş. Gözde Kıvrak ile hem Melek Hıldır’ın yaşadıklarını ve adalet mücadelesini hem de örselenmiş kadın sendromunun tespitinin ne kadar hayati olduğunu konuştuk.

Yargı erki: Dayak yemediği için rızası vardır 

Avukat Ş. Gözde Kıvrak, bu davayı üstlenmelerindeki sebepleri ve sonrasında özellikle kentten yargı makamına kadar karşılaştıkları sorunları, ataerkinin kalın duvarlarını şöyle anlatıyor:

Av. Gözde Kıvrak

Bu davada iddianameyi ilk okuduğumuzda fail olan şiddet mağduru Melek’in, eril önyargıyla hazırlanan bir iddianame ile yargılandığını, soruşturmayı yürütenler tarafından kadının beyanlarının bu doğrultuda değerlendirildiğini gördük. Cinsel şiddete maruz bırakılan Melek’in, olaydan önce cinsel olarak aktif olup olmadığının değerlendirildiğini ve bunun Melek’in beyanlarının güvenilir olmadığına dair bir yargıya sebep olduğunu gördük.

Yargı makamlarının cinsel saldırı suçu için rıza yoksunluğu kriterini değil, zor kullanma kriterini baz aldığını ve Melek’in ‘dayak yememiş’ olmasını ‘cinsel saldırıya fiziksel olarak karşı koymayarak rızası olduğu’ şeklinde bir değerlendirme yapıldığını gördük. Bu sebeple, gönüllü olarak Melek’in avukatlığını üstlendik. Yedi kadın avukat olarak Melek’in dosyasına bakmaya başladık.

Haksız tahrik değil, meşru müdafaa!

Davanın üçüncü celsesinde savcı, “haksız tahrik”ten mütalaa veriyor. Ancak taleplerinin büyük çoğunluğu reddedilen avukatlarına göre bu mütalaa yüreklere su serpmiyor. Çünkü Kıvrak’a göre Melek’in eylemi, meşru müdafaa çerçevesinde görülmeli:

Melek, birden fazla kez cinsel saldırıya maruz bırakılıyor ve bu saldırıların ortaya çıkmaması için maktul erkek onu ağır tehditle baskılayarak bu saldırıya rahatça devam etmeyi sağlıyor. Ancak erkeğin şiddetini her geçen gün artırarak devam ettirmesi sonucu Melek bu şiddet sarmalı içerisinde örseleniyor.

Ve canını ve cinsel dokunulmazlığını korumak, aynı zamanda da devam edeceği kesin olan saldırılardan kurtulmak için bu yönteme başvuruyor. Bu yüzden meşru müdafaa çerçevesinde değerlendirilmeli.

‘Melek ve onun durumundaki kadınlar için sona ermiş eylem yoktur’

Kıvrak, hem Melek için hem de Melek gibi kadınlar için benzeri davaların meşru müdafaa açısından değerlendirilmesinin neden önemli olduğunu da şöyle anlatıyor:

Hem bireysel hem de kolektif kazanım için önemli. Zira mahkemelerin erkek sanıkların yargılandığı davalarda haksız tahrik indirimini çok kolay bir şekilde uygulama eğiliminde olduğu, ancak kadınların mağdur yahut sanık oldukları davalarda beyanlarının en baştan güvenilmez kabul edildiği bir yargılama pratiğine tanıklık ediyoruz. Tabiri caizse kadının özel hayatının en ince ayrıntısına kadar didik didik edildiği ancak ayrımcı yargılama pratikleri nedeniyle kadının yaşadıkları konusunda kimseyi ikna edemediğini görüyoruz.

Genel itibariyle bu tip davalarda işlenen eylem ‘kasten öldürme’ olarak kabul ediliyor. Uzun ve yıpratıcı yargılama süreçleri sonunda da mahkemeler cinsel saldırının varlığının kabulü halinde ‘haksız tahrik indirimi’ verebiliyor. Ancak bu durum haksız tahrik değil, meşru müdafaadır.

Çünkü Melek ve onun durumundaki diğer kadınlar için sona ermiş bir eylem yoktur. Erkeklerin saldırıları olay anına kadar sürmektedir. Kadınlar, kendilerine karşı sürmekte olan saldırıları bertaraf etmenin başka bir yolu kalmadığı için bunu sonlandırmak maksadıyla hareket ediyorlar. Bu sebeple meşru müdafaa kapsamında kalmaktadır. Aksi, kadının toplumsal gerçekliğine aykırı.

‘Erkek, ‘aile kurumu’nun getirdiği yakınlıktan istifade etmiş’

Avukatların bu dosyada meşru müdafaa ile birlikte altını çizdiği önemli nokta şu: Melek’in örselenmiş kadın sendromu yaşadığı görülmeli ve kabul edilmeli. Örselenmiş kadın sendromunu ve bu dava kapsamındaki önemini ise avukat Burcu Uçuran anlatıyor:

Av. Burcu Uçuran

Örselenmiş kadın sendromu, eşi veya partneri tarafından fiziksel, duygusal veya cinsel yönden istismara uğramış kadınların tıbbi ve psikolojik durumlarını ifade eden bir kavram. Kötü muamelenin evlilik bağı ile bağlı kişiler arasında gerçekleşmiş olması şart değil. Aralarında evlilik bağı olmayan kişiler arasında gerçekleştirilen eylemlerde de bu sendromun tespiti mümkün. Zira ‘aile’ kavramı dar yorumlanmamalı.

Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi (İstanbul Sözleşmesi) m.3/b’de bu değerlendirme şöyle açıklanıyor: ‘Aile içi şiddet’, eylemi gerçekleştiren, mağdurla aynı ikametgahı paylaşmakta olsun veya olmasın veya daha önce paylaşmış olsun veya olmasın, aile içinde veya aile biriminde veya mevcut veya daha önceki eşler veya birlikte yaşayan bireyler arasında meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik şiddet eylemleri olarak anlaşılacaktır.’

Bu dava kapsamında, erkek şiddetini uygularken ‘aile’ kurumunun getirdiği doğal yakınlıktan istifade etmiş; Melek’in yaşadığı eve rahatça girip çıkabilmesiyle Melek’i göz hapsinde tutabilmiş. Böylece Melek’in evde yalnız olup olmadığını ve ailenin diğer üyelerinin nerede olduklarını bilecek durumda olmasını kullanmış ve kadının şiddet sarmalından kurtulması ihtimalini ortadan kaldırmış.

‘Mevcut sistem kadınları ikincil örselenmeye itiyor’

Uçuran, Melek’in aylarca bu şekilde psikolojik, fiziksel ve cinsel şiddete maruz kaldığını hatırlatıyor. Örselenmiş kadın sendromu tespitinin bu dava kapsamında önemini ise mevcut hukuk sisteminin eril olduğunun kabulü ile yargılamalara devam edilmesi olarak açıklıyor:

Aslında şunu demek istiyoruz, kanun koyucular özellikle bu tür suç tiplerinde taraflar arasında güç dengesizliğini, toplumsal gerçekleri ve psikolojik etkileri göz ardı ederek erkeklik lehine kurallar koymuşlar.

Örselenmiş kadın sendromu ise bize bu güç dengesizliğini dikkate alarak, kadının hukuk sistemindeki yerini değerlendirmemizi söylüyor. Hepimiz biliyoruz ki mevcut hukuk sistemimizde hem mağdur hem de fail olarak var olmak, adaleti sağlamaktan ziyade kadınları ikincil örselenmeye itiyor.

Mahkeme örselenmeye dair talebi reddetti

Uçuran, örselenmiş kadın sendromunun tespiti için gereken süreci ve pratikteki durumu ise şöyle anlatıyor:

Örselenmiş kadın sendromunun tespiti için mahkemeden bu duruma ilişkin psikolojik durum değerlendirmesine dair detaylı bir rapor alınması talebinde bulunduk. Sendromun ne olduğunu, bu yargılama bağlamında önemini, dosyada etkin ve etkili bir soruşturma yürütülmediğini, soruşturma aşamasında alınan psikolojik değerlendirme raporunun yalnızca ceza ehliyetinin var olup olmadığı değerlendirmesi içerdiğini nedeniyle yeterli olmadığını dile getirdik.

Ancak burada ceza ehliyeti bağlamında değil, uzun süreli şiddet nedeniyle örselenmenin söz konusu olduğunu gerek yazılı gerekse sözlü olarak detaylıca anlatmamıza rağmen, taleplerimiz mahkeme tarafından reddedildi. Türkiye’de bu kavramı mahkemelere anlatmak şu anda neredeyse imkansız.

Davalarda feminist perspektif açısından önemli

Örselenmiş kadın sendromu tespiti, feminist bir perspektiften değerlendirme yapılmasını sağlıyor. Uçuran da örselenmiş kadın sendromunun kadın davaları açısından öneminin altını çiziyor:

Örselenmiş kadın sendromu tespiti, erkeğin sistematik olarak kadını istismar ettiği, şiddet uyguladığı bir ilişki içerisinde kadının şiddet döngüsünde kaldığı; bu döngüde erkeğe karşı öldürme eylemini gerçekleştiren kadınların sürekli olarak şiddete ve istismara maruz bırakıldıkları göz önüne alınması anlamında önem taşıyor.

Kadın, uzun süre şiddete maruz kalmış ve saldırı tehlikesini ortadan kaldırmadığı sürece bu döngüden çıkamayacağı yönünde haklı bir inanca kapılıyor. Kendisini savunma imkanı bulduğu ilk fırsatta da eylemi gerçekleştiriyor. Bu sebeple kadının meşru savunma sınırları içerisinde hareket ettiğine dair değerlendirme olanağı sağlıyor. Zira kanunda belirtilen oranlılık ve eş zamanlılık kriteri, mevcut yargılamalarda çok sert uygulanıyor, güç dengesizliği gözetilmiyor. Bu da kadının toplumsal gerçekliğinin göz ardı edilmesine sebebiyet veriyor. Örselenmiş kadın sendromu tespiti, aranan bu kriterlerin feminist bir perspektiften değerlendirmesinin yapılmasını sağlıyor.

‘Sistem kadınları oyalıyor, asıl problemi çözmüyor’

Ve son söz olarak Melek’in feminist avukatları, bir gecede ilan edilen kararname ile İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmenin, kadın davaları açısından ne anlama geldiğini şu sözlerle özetliyor:

Özellikle kadın davalarında feminist avukatlar, İstanbul Sözleşmesi’nin Anayasa madde 90 bağlamında uygulanması gerektiğine vurgu yapmalarına rağmen mahkemeler sözleşmenin ilgili maddelerini uygulamamakta direniyorlar. Gerekçeleri de genelde Yargıtay’ın İstanbul Sözleşmesi’ne dayandırılan mahkumiyet kararlarını bozma gerekçesi yapması. Böyle bir gerekçe olabilir mi? Hukuk sistemimiz böyle bir dayanak ile toplumsal gerçekliğe nasıl uyarlanabilir? Aslında şu: Mevzuat var, uygulama yok.

İstanbul Sözleşmesi yürürlükte olduğu süreç içerisinde bile zaten şiddet giderek tırmandı. Hala da devam ediyor. Mevcut sistem kadınları sürekli oyalayarak asıl problemleri çözmüyor. Tecavüz kriz merkezleri buna örnek verilebilir. Özetle; İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmek kadınların yaşam haklarının gasp edilmesidir. Biz bu hakları yıllardır süren mücadele ile aldık. Bu hakları bizden kolay kolay alamazlar.




Önceki Haber
AKOM: Sibirya’dan soğuk hava dalgası geliyor
Sonraki Haber
Almanya Dışişleri Bakanı: Türkiye yanlış sinyaller gönderiyor