Ana SayfaÇeviriKarantina ekonominin kadınları nasıl sömürdüğünü gösterdi – Jordan Kisner

Karantina ekonominin kadınları nasıl sömürdüğünü gösterdi – Jordan Kisner


Jordan Kisner

Çeviri: Özde Çakmak


Onunla tanışmak istemiştim çünkü pandemi ve pandeminin ekonomik, toplumsal ve politik arızaları daha önce hiç karşılaşmadığım yerlerde Federicivari bir düşünce çokluğuna yol açmıştı. İnsanlar hangi emek türlerinin neden vazgeçilmez olduğuyla yüzleşirken Silvia Federici’nin eserlerinden alınan kavramlar ve ifadeler birdenbire sosyal medya akışına, serbest kürsü sayfalarına ve arkadaşlarımla sohbetlerime girmişti. Uzun zamandır ev işinin ücretsiz emek olduğu fikrini savunan Federici, 1970’li yılların başlarında Ev İşi için Ücret (Wages for Housework) kampanyasının kurucusuydu. Federici bunun cinsiyetlendirilmiş bir ekonomik baskı ve kapitalizmin tamamının dayandığı bir sömürü biçimi olduğunu ileri sürüyor.

Federici bir akademisyen ve aktivist olarak on yıllardır kapitalist toplumların kendi ifadesiyle “yeniden üretim emeği” dediği şeyi kabul etmekte ya da desteklemekte başarısız olma biçimlerini eleştirdi. Bu terimi yalnızca çocuk sahibi olmak ve çocuk yetiştirmek anlamında kullanmıyor; bu terim yaptığımız bütün o sürdürülen işleri – kendimizi ve çevremizdekilere iyi bakmak, beslemek, güvende tutmak, temizlemek, ilgilenmek, büyütmek – işaret ediyor. Bu bahçenizin otlarını yolmak, kahvaltı yapmak ya da yaşlı büyükannenizin banyo yapmasına yardım etmek – tekrar tekrar yapmanız gereken iş, kendini adeta silen iş – olabilir. Bu ekonomimizin kabul etmek ya da bedelini ödemek eğiliminde olmadığı temel iştir. Federici, yeniden üretim emeğinin göz ardı edilmesinin haksız ve sürdürülemez olduğunu yazar.

Bu fikirlerin pandemiden önce tam anlamıyla gizli saklı olduğu söylenemez. Fakat anaakım feminizm – anaakım ekonomiler ya da politikalar bir yana – hane içi emeği büyük ölçüde görmezden geldi. Bunun yerine, kadınların güçlenmesini ev işini ve çocuk bakımını düşük bir ücret karşılığında ekonomik açıdan daha az avantajlı kadınlara yaptırarak elde edilen işyerindeki varlıklarıyla ve etkileriyle ölçtü. Kadınlar buna rağmen ev işine gömüldüler. Şimdilerde tam zamanlı işleri olmasına ve yardım almak için para ödemelerine rağmen bir evi idare etme ve çocuklara bakma işinin yine de orantısızca kadınlara düşmesini tanımlayan “ikinci vardiya” (1989’da sosyolog Arlie Hochschild tarafından icat edildi) terimi oldukça yaygın biçimde duyuluyor. Dahası hane içi emek ya da bakım işi (yaşlı bakımı ya da ev temizliği gibi) yapmak için para alan kişilere yetersiz ücret veriliyor ve işyeri korumaları ya da yardımlarından mahrum bırakılıyorlar. Bu işler için genellikle beyaz olmayan kadınlar ve göçmenler işe alınıyorlar. Bu düzenleme genel anlamda kadınlar için bir başarı sayılmaz.

Karantinalar başladığında, giderek büyüyen bu rahatsızlık bir krize dönüştü. Önce “kilit çalışan” tartışması – sık sık en kritik düşük ücretli çalışanlara karşılık gelen bir kategori olduğu hızla belirtildi – geldi. Ardından orta ve üst sınıf arasında hane içi emeği – ve kritik biçimde yaşlı bakımı ve çocuk bakımı – diğer insanlara taşeronluk yaptırabildikleri için hayatlarının sorunsuzca ilerlediğine dair ani farkındalık geldi. Okulların kapatılmasından nerdeyse bir yıl sonra, çalışan ebeveynler düşük ücretli öğretmenlere günde sekiz saat eğitim vermeleri için bel bağladıkları çocuk bakımı miktarının son derece farkındalar. Amerikalı ebeveynler sürekli çocuk bakımı işini yönetmek için ad hoc sistemler bile olmadan (kreş; büyükanneler-büyükbabalar; okul sonrası programlar; yaz kampı; bakıcılar) bir aile için, bakım gerekliliklerinin o aileyi desteklemek için gereken tam zamanlı işlerin gereklilikleriyle eşleştiğini ve hatta aştığını keşfettiler.

Birbirimize, kendimize ve çevremizdeki dünyaya bakmak için yaptığımız iş prim olarak değerlendirilseydi bu yıl nasıl farklı görünebilirdi? Federici’nin öne sürdüğü gibi, “hayatımızı ve yeniden üretimimizi başkalarının acı çekmesi üzerine kurarsak,” “kendimizi onlardan ayrı görmeyi reddedersek” gelecek nasıl farklı görünürdü?

Federici’nin 1975 yılında yayımlanan “Ev İşine Karşılık Ücret” (Wages Against Housework) adlı makalesi hareket için erken, tutkulu bir manifestoydu. Ve bu manifesto hareketin en bilinen metinlerinden biri olmaya devam ediyor. Cinselliğe atıfta bulunarak, “Ev işi için ücret istediğimizi söylemek ‘Ev İşi’nin halihazırda sermaye için para olduğunun, sermayenin bizim yemek yapmamızdan, gülümsememizden, para kazandığını ifşa etmektir” diye yazdı. “Aynı zamanda yıllar boyunca bizim açımızdan diğer herkesten daha kolay olduğu için değil de başka hiçbir seçeneğimiz olmadığından yemek yapığımızı, gülümsediğimizi, gösteriyor. Yüzlerimiz gülümsemekten deforme oldu.

Baştan beri, Ev İşi için Ücret feminist harekete ait olanları tanımlarken geniş kapsamlıydı. “Hepimiz ev kadınıyız, hepimiz orospuyuz ve hepimiz geyiz demek istiyoruz ve bunu söylemek zorundayız… Çünkü daha iyi bir şey, ev kadınından farklı bir şey olduğumuzu düşündüğümüz sürece bir bölme mantığı olan efendi mantığını kabul ediyoruz,” diye yazdı Federici. Toplumun kendisini bazı kişilerin doğal olarak köle ruhlu ya da madun olduğu, her şeyin bir “sevgi emeği” olabileceği görüşünden kurtarması gerektiğini önerdiğinde ses tonu neredeyse yalvarıyordu. “İşe iş demek istiyoruz,” diye yazdı, “böylece sevginin ne olduğunu yeniden keşfedebiliriz.

Federici’nin en etkili kitabı olan “Caliban ve Cadı” ise 2004 yılında, yani Ev İşi için Ücret kampanyasından nerdeyse 30 yıl sonra yayımlandı. bell hooks, Angela Davis, Wilmette Brown ve Combahee River Collective 70’li yıllardan beri feminist mücadelenin ister istemez antikapitalist mücadele olduğunu ve antikapitalist mücadelenin kadınları, beyaz olmayan kişileri ve işçi sınıfını ezdiği için mutlaka toplumsal cinsiyet ve ırkı ele alması gerektiğini iddia ediyordu. “Caliban ve Cadı”nın bu geleneğe katkısı, bu ezilme biçimlerini tek bir kaynağa sabitleyerek kökenlerinin ayrılmaz olduğunu iddia etmekti.

Federici Avrupa’da feodalizmden kapitalizme geçiş hakkında yeni bir teori ortaya attı ve bunun aynı zamanda kadınların işinin evin erkek reislerinin kontrolü altına girdiğini ve hane içi alanla sınırlandığı an olduğunu iddia etmek için tarihsel kanıtlar sıraladı. Doğum yapabilenler ve işgücünü artırabilenler kadınlardı ve dolayısıyla özerkliklerinin ve özellikle de çocuk doğurma kapasitelerinin “kapatılması” gerekiyordu. Daha sonra ise sanki evcimenlik yalnızca kadınların içkin durumu ve arzusuymuş gibi “doğal” yapılması gerekti. Federici, o dönemde binlerce kadının, genellikle de yeni, radikal biçimde kısıtlanmış gerçekliklerine uyum sağlamakta başarısız olan ve cadı olmakla suçlanan kadınların öldürüldüğünü belirterek bu geçişin şiddetli olduğunu iddia eder.

Federici, “Kapitalizm sosyal-ekonomik bir sistem olarak ister istemez ırkçılığa ve cinsiyetçiliğe adanmıştır,” diye yazdı. “Zira kapitalizm sömürdüklerinin – kadınlar, sömürge tebaası, Afrikalı kölelerin soylarından gelenler, küreselleşmeyle yerinden edilenler – “doğa”sını kötüleyerek toplumsal ilişkileri içerisinde inşa edilen çelişkileri haklı göstermeli ve muamma haline getirmelidir.”

Federici bakım içeren ve hayatı idame ettiren iş türlerinin herhangi bir toplumsal cinsiyetin sahası olmasının “doğal” olmadığını öne sürer; insanların yok denecek kadar az kişiye fayda sağlayan bir ekonomik sistem tarafından boyunduruk altına alınması da ne doğal ne de kaçınılmazdır. Bunlar yalnızca artık başka bir şekilde tahayyül etmeye cüret edemediğimiz herkesi kapsayan bir ekonomik sistemin yükselişi için yararlı uzlaşılardır. Federici bunun başka birinin menfaati için yapıldığını ileri sürer. Şeylerin bu biçimi tersine çevrilebilir.

“Kızlar”ın ya da daha doğru bir ifadeyle kadınların bu sene istediklerini elde edemedikleri ortaya çıkıyor. Oysa – insanların tedarik zincirleri hakkında işaret ettikleri gibi – “kadınlar”ı geniş kapsamlı bir kategori olarak genelleştirmek hatalı bir beklenti. (“Kadınlar dediğinizde neyi kastediyorsunuz?” diye sordum Federici’ye yürüyüşlerimizin birinde. “Bana göre bu daima büyük ölçüde politik bir kategoriydi,” diyerek trans ve nonbinary’ler, interseks, agender ve kuirler dahil kadınlara tarihsel olarak atanan maddi koşullar altında acı çeken kişileri “kadınlar” şeklinde tanımladı.) 2020 gibi geçen yıllar tüm kadınlara adil davranmıyor.

Bu vizyonun dışında bırakılan muazzam kadın popülasyonu tamamen büyürken liberal feminizmin vaatleri kulağa hiç bu kadar sığ gelmemişti. İşgücündeki toplumsal cinsiyet eşitliği (eşit temsil ve hatta eşit ücret ile belirtilen) asla maddileşmedi ve kuşakları hane içi emeğin çözülmeyen sorunu ile geri çekti. Bu sorunlar ülkede önemli kararlar alınan yerlerde ilgi çekti – yeni oldukları için değil, şimdi orta ve üst sınıf kadınları, özellikle de beyaz kadınları etkiledikleri için. Benzer şekilde sosyalizme duyulan büyük ilgi, kapitalizmin işçilere zarar vermeye başlamasından dolayı değil, esnek ekonomi ve ortadan kaybolan bir toplumsal güvenlik ağı zarar verdiği kişi sayısını artırdığı için ortaya çıktı.

Silvia Federici

Federici “Dünyayı Yeniden Büyülemek: Feminizm ve Müşterekler Politikası” adlı kitabında, “Bu süreçte günlük yaşamımızı, onun yakın kurumlarını ve yapılandırıldığı politik ve ekonomik sistemi değiştirmeden değiştiremeyeceğimizin dersini aldık,” diye yazar. “Yaşamlarımızın, değer kaybetmesine adanmış sosyal bir sistem”e direnen modeller olduğunu öne sürer. O değeri yeniden koruyarak onu baştan beri olduğu yere yeniden yerleştirmenin yolları vardır.

Son on yılda, Federici odağını “kapanma”yı tersine çevirme ihtiyacına – dünyanın bölündüğü ve kâr için muhafaza edildiği süreç – çevirdi. Federici kapitalizm içerisinde nerdeyse her şeyin “kapalı” hale geldiğini ileri sürer: yalnızca mülk ve toprak değil; bedenlerimiz, zamanımız, eğitim yöntemlerimiz, sağlığımız, ilişkilerimiz, dikkatimiz, zihinlerimiz. Pandemi boyunca, Francisco Cantú’nun Ocak ayında bir New Yorker makalesinde Federici’den alıntı yaparak işaret ettiği gibi, sevdiğimiz insanlarla konuşma becerimiz teknoloji şirketleri aracılığıyla sağlanıyor ve paraya çevriliyor. Federici kapanmaya yönelik çarenin dünyayı gitgide daha fazla bir müştereklere çevirdiğini ileri sürüyor.

“Müşterekler” yaygın olarak her tür piyasanın dışında tutulan kaynaklar (toprak, ilgi, kültürel ve entelektüel materyal) anlamına geliyor. Müşterekleşmek, eylem halindeki bir fikir, hayatınızın giderek daha büyük bir kısmını metalaştırma ya da özütleme sınırlarının dışına koyma pratiğidir. Müşterekleşmenin cazibesi hevesli bir topluluk olduğu sürece her yerde mümkün olmasıdır: Boş bir arsa küçük bir geçim çiftliğine dönüştürülebilir; bir komşunun sağlık hizmetine dair kaygıları yerel bir semt kliniğiyle giderilebilir; bakım işi aileler arasında paylaştırılabilir. Uzun süredir müşterekleşme akademisyeni olan David Bollier müşterekleşmek için “izne gerek olmadığını” söylüyor. “Uzman olmak zorunda değilsiniz – kendi mülksüzleştirmenizin uzmanısınız. Bu yüzden, durumsal olarak uygun olan kendi şeylerinizin bazılarını icat edebilirsiniz.

Federici’nin başarılı müşterekte buluşma modelleri enternasyonalist bir bakış açısından yararlanır, Federici Yerli toplulukların sıklıkla müşterekleşme pratiklerinin mucitleri ve koruyucuları olduğunu belirtiyor: Amazon’daki “su savunucuları,” Güney Afrika’daki Topraksız Halk Hareketi, Gana’daki kent bahçeleri, hükümet himayesindeki kemer sıkma programları sırasında yiyeceklerini ve işlerini havuzda biriktiren Şilili kadınlardan örnekler veriyor. “Ücretin Patriyarkası”nda (Patriarchy of the Wage) “özelleştirme akışına direnen ve bazı durumlarda tersine çevirebilenlerin en endüstrileşmiş topluluklar değil, birbirine en bağlı topluluklar olduğunu” yazar.

Federici’nin en öğretici müşterekleşme örneklerinden biri 2016’da ve 2017’de Standing Rock Sioux kabilesinin protesto kampanyasıdır. Bir boru hattı projesine karşı mücadele etme sürecinde, kabile ve müttefikleri kış yaklaşırken bile binlerce protestocuya barınak sağlayarak karınlarını doyurup onları güvende tutan bir kamp ağı inşa etti; tüm aileler katılırsa çocukların hem bakıma hem de eğitime ihtiyaç duyacaklarını fark ederek çocuklar için bir okul yarattılar. Söz konusu kamp Şubat 2017’de hukuki yaptırımla kapatılmasına rağmen, kısmen kampları yaşanabilir, uzun süreli bir topluluk haline getirerek ayakta kalabildiler ve bu çabayı uluslararası destekle ve süregelen momentumla büyüttüler.

Federici müşterekleşmenin “bireysel yaşamlarımızdan daha büyük bir şeyin parçası olma, ‘insanoğlunun bu yeryüzünü’ bir yabancı ya da mütecaviz olarak değil de – ki kapitalizm işgal ettiğimiz mekânlarda bu şekilde ilişki kurmamızı ister- ev olarak düşünmek gibi güçlü ve ender bir deneyim” ürettiğini yazar.

2019 yılında yönetmen ve yazar Astra Taylor’a verdiği röportajda, “Sol cenah sıklıkla toplulukların gücünü görmüyor,” diye anlattı Federici. Onun Ev İşi için Ücret yöntemlerini yansıtan politikaları insanlara tam da bulundukları yerde – ister ev, ister süpermarket, kilise, barınak, üretim hattı ya da günlük bakımda olsun – değişim için mücadele edebileceklerini söylemenin devrimci olasılıklarını vurguluyor. “Günlük yaşam toplumsal değişimin birincil alanıdır,” diye yazar. Federici gerçek anlamda adil bir dünya olasılığını tahayyül ederken kolektif, dönüştürücü eylemin sürekli yeniden canlanan doğa tarafından yaratılan sihirle eşleşme biçimini söyler. Geçen yıl kasvetli bir günde ona dünyanın sihrini hissettiren şeyin ne olduğunu sorduğumda, “Ah! Ah! İşte bu,” diye haykırmış ve ellerini havada sallayarak ağaçları, kuşları, hâlihazırda yeni yürümeye başlayan bir çift çocuk tarafından incelenen yakınlardaki tohum ekme makinasını işaret etmişti.

Maskenin altında gözleri kırıştı. “Doğanın yaratıcılığı. Ve insanların. İnsanlar konusunda çok heyecanlıyım.” İnanmazlıkla kahkaha attığımda, karşı çıktı. “Gerçekten de çok fazla güzellik, cömertlik, cesaret var, aman Tanrım. Hala neşe var, bunu görüyorum – bu dünyada hala fazlasıyla güzellik var. Ve bunun yalnızca onu kontrol etmek ve parçalamak isteyenlerde de baskın çıkmasını umuyorum.


Kaynak: New York Times

PAYLAŞ:
    WhatsApp'da Paylaş!   Telegram'da Paylaş!     Yazdır   E-Posta Gönder

Önceki Haber
Ceylan Önkol’un ölümünde bakanlık kusurlu bulundu
Sonraki Haber
Rusça var, Kürtçe yok: KADES uygulaması artık 6 dilde