Ana SayfaManşetSistemsel krizler ve siyaset – Mehmet Nuri Özdemir

Sistemsel krizler ve siyaset – Mehmet Nuri Özdemir


Mehmet Nuri Özdemir


Pandeminin tüm dünyaya yayılması dünya sistemini felç etmeye devam ediyor. Sistemsel krizler birçok ülkede iç içe ve genişleyerek sürüyor. Yaşananlar büyük bir trajedi ve bu trajedinin ne zamana kadar süreceği hala kestirilemiyor.

Temel kamusal hizmetlerin başında gelen sağlık sistemi birçok ülkede çöktü. Birinci dereceden sorumluluğu olan iktidarların içine düştüğü kriz ve yönetememe hali belirsizliğini sürdürüyor. Sistemin krizi aşmak için kapitalizmin geliştiği birçok ülkede toplum lehine yeni tavizler vermek zorunda kalması neoliberal sistemin sürdürülemez olduğunu bir kez daha gösterdi.

Bu tip tavizlerin verilmesi sistemin yeniden sosyal devlet modeline (refah devleti) dönüşü olarak okundu; şüphesiz dünya sistemindeki çoklu kriz hali paradigmasal değişimleri zorunlu kılıyor. Olağanüstü olaylar bazen toplum lehine yeni fırsatlar da sunabiliyor.

Pandeminin yarattığı ve yaratacağı sonuçlar sistemleri köklü olarak etkileyebilir. Bu bağlamda olağanüstü gelişmelere rağmen yeni dünyanın pandemiden sonra nasıl olacağına dair tartışmaların yetersiz kaldığını söyleyebiliriz; tartışmaların eksik yapılması geleceği muğlaklaştırıyor, bu da kitlelerin karamsar bir tabloya ve dolayısıyla devlete ve sermayeye bağımlı stratejilere boyun eğmeye zorluyor.

İlk zamanlarda solcuların sessizliği tüm dünyada doğru bir tavır olarak okunmuştu. Sistemin içine düştüğü krizlerin yeni toplumsal felaketlere dönüşme riskine rağmen solun hala sessiz kalması ise
hayra alamet değil. Şüphesiz sağcılar ölene kadar içinde yaşadıkları toplumların kötü koşularını fark edemezler, ya da sistemi muhafaza etme duygusuyla eksiklikleri ve hataları görmezden gelirler; bu yüzden insani anlamda alarm çalma görevi tüm dünyada solculara verilmiştir. Deyim yerindeyse solcular
dünyanın gözü kulağı gibidir. O halde solun ve ekolojistlerin sesinin daha gür çıkması gerekiyor. Dayanışmanın yanı sıra tartışma platformlarının daha güçlü ve kalıcı şekilde sürdürülmesi teorik meşgalelerden öte artık bir sorumluluk olarak görülmeli.

Pandemi ile birlikte kırılgan hale gelen popülist iktidarların ve Neoliberal ekonomilerin kendiliğinden çökmesi elbette mümkün değildir. Haliyle emekten, yeşil politikalardan ve toplumdan yana politik ağların küresel olarak örgütlenmesine, dahası yeni bir sol politikaya acil bir ihtiyaç olduğu çok açık. Fransa yerel
seçimlerinde yeşil solun başarısı önemliydi.

Hemen akabinde ABD’de Biden’ın kazanması Türkiye, Macaristan ve Brezilya gibi otoriter popülizmin hakim olduğu ülkelerde iktidarların dönüşüme uğrayacağının habercisi olarak yorumlanabilir. Bunun için işçilerin, emekçilerin, feminist hareketlerin, ekolojistlerin ve ezilen halkların detaylara çok takılmadan ortak amaçlar için örgütsel ve eylemsel mücadele hatlarını örgütlemeleri sol politikaları canlandırabilir.

Şüphesiz tıkanıklığın ana kaynağı sistemin siyasal ve ideolojik bunalımları ile ilgilidir. Merkezi dünya sistemi toplumlara artık bir şey vaat etmemektedir. Sistem bir organizma olarak ayakta olsa da topluma taşıyabileceği bir ruha sahip değildir. Siyasal model olarak demokrasilerin yıpratılması ve istismar edilmesi, hali hazırdaki lider odaklı popülist rejimlerin gündelik politikaları topluma güven vermese de toplum bu siyasetlere mecbur bırakılmaktadır.

Paradigmasal olarak aslında sistem büyük bir çöküş yaşıyor olsa da bunun yerini doldurabilecek asıl paradigma üzerinden henüz bir uzlaşı yok gibi. Krizlerin kaynağını esas alarak söylersek yeni dünyanın paradigması demokratik, ekolojik ve toplumsal cinsiyete duyarlı olmak zorundadır.

Sistemsel çelişkilerin en büyük uygulama alanı elbette Ortadoğu coğrafyasıdır. 2011’den beri devam eden Suriye Savaşı sona yaklaşıyor. Kürtlerin Suriye’deki egemenlerin savaşına çomak sokması ve üçüncü yol siyasetinde ısrarcı olması tüm dengeleri altüst etti. Rojava Kürtlerinin DAİŞ gibi barbar bir örgütü durdurması Kürtleri dünya siyasetinin gündemine taşıdı.

Türkiye ise Suriye meselesini başından beri yanlış okudu. Kürtleri karşısına alarak, Kürtlerle kavga ederek oyuna dahil olması stratejik bir hataydı. Haliyle Türkiye, çözemediği Kürt meselesinin tetiklediği bölgesel, siyasi ve iktisadi krizlerin içinde dolanıp duruyor. Osmanlı mirasını cumhuriyet rejimi ile harmanlayarak
yeniden formüle etmeye çalışan ve bir türlü işinden içinden çıkamayan AKP’nin bu denklemde Kürtlerin hukukunu keyfiyetçi ve konjonktürel olarak ele alması ciddiyetten uzak bir tutumdur.

Suriye Savaşı üzerinden Türkiye’nin sürdürülebilir bir politikası kalmadı. Yapacağı en rasyonel şey Rojava Kürtlerinin iradesine saygı göstermek ve insani haklarını savunacak bir tutum almaktır. Bunu yapamadığı için sürekli kendini ya ABD’ye ya da Rusya’ya borçlu hissetmekte, bağımlı bir ülke gibi hareket etmekte ve bu ülkelere çeşitli tavizler vermek zorunda kalmaktadır. Peki ne uğruna, hangi kutsal hedef ve stratejiler uğruna bu tavizler veriliyor? Bu politika ile herkesin kaybettiği apaçık ortadayken hala bu politikada ısrar etmek kimin işine geliyor?

Hem dış hem iç politikada kuşatıcı bir karaktere sahip olan Kürt meselesinin çözümsüzlüğü Türkiye’yi büyük bir krizin içine sürüklüyor. Bunu görmemek için kör olmak lazım. Çözümsüzlükten kaynaklı ekonomide oluşan dalgalanmalar, parlamentonun ve Anayasanın işlevsiz hale getirilmesi ve AİHM
kararlarının devre dışı bırakılması ülkenin 100 yıllık kurumsallaşmasının altını oymaktadır.

Türkiye siyasetinin bu kritik zamanlarında Kürtler başta olmak üzere geniş bir toplumsal temsiliyete sahip olan HDP’nin sürdürebileceği politik hat çok önemlidir. Kuşatıcı bir sorun olarak Kürt meselesi ve demokrasi krizi HDP’nin temel gündemleri olarak duruyor. HDP, bileşenleri ve hikayesi ile cumhur ve millet ittifaklarından daha orijinal bir siyaseti temsil ediyor.

Demokrasinin savunulması gibi meselelerde ilkesel olarak herkesle ortaklaşmak mümkün; ancak Kürtlerin siyasal haklarının konuşulmadığı ve sürekli başka baharlara ertelendiği demokrasi platformları tarihin tekerrür etmesinden ibaret olacaktır. Bu durum aynı zamanda kuşatıcı bir sorun olarak Kürt meselesini diğer meselelerin uzantısı haline getiriyor.

Sonuç olarak pandeminin sistemi yeni bir krize sürüklediği çok açık. Bunun yanında sol siyasetler hala çok dağınık ve sessiz durmaya devam ediyor. Bölgesel bir mesele olarak Kürt meselesi belirleyiciliğini sürdürüyor. Pandeminin yarattığı belirsizlikle birlikte sıcak savaşların küresel düzeyde doyuma ulaştığı ve farklı savaş biçimlerinin egemenler eliyle devreye konulma ihtimallerinin konuşulduğu bir zaman aralığında her zamankinden daha fazla siyasete, diplomasiye ve örgütlenmeye ihtiyaç olacaktır. Bunu
başaran büyük kazanacaktır.


PAYLAŞ:
    WhatsApp'da Paylaş!   Telegram'da Paylaş!     Yazdır   E-Posta Gönder

Önceki Haber
Şenyaşar ailesinin "adalet" nöbetine HDP'den destek
Sonraki Haber
İtalya'nın tamamı "kırmızı bölge" ilan edildi