Ana SayfaManşetHakikat ve korku: Bir duruşmanın anatomisi

Hakikat ve korku: Bir duruşmanın anatomisi


Av. Veysi Eski*


“Yüksek Mahkemeye bir kez daha başvuruyorum, avukatım olarak Marcel Willard’ın duruşmalara katılmasına izin verilmesini istiyorum. Eğer bu son isteğim de reddedilirse o zaman savunmamı kendimin becerebildiği kadar ve uygun bulduğum biçimde yapmamdan başka çıkar yol kalmamaktadır.”

Reichstag’ı (Alman Parlamentosu) ateşe vermekle suçlanan Bulgaristan Komünist Partisi üyesi Georgi Mihailoviç Dimitrov, bu ifadesiyle tarihin iki bin yıl geçmişinden gelen avukatlık meslek kurallarına göndermede bulunmakta, yargılanan sanığın dilediği bir savunman tarafından ve onay verdiği, inandığı biçimde savunulması gerektiğini vurgulamaktaydı.

26 Nisan Pazartesi günü HDP Eşbaşkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş’ın da aralarında bulunduğu 28’i tutuklu 108 kişinin yargılandığı kamuoyunda ‘Kobani Davası’ olarak bilinen davayı takip etmek için 200 meslektaşım ile birlikte Sincan Cezaevi içinde bulunan duruşma salonuna doğru yola çıktık. Avukatlar olarak bu davanın tarihsel öneminin bilinciyle hazırlanmış hukuku tamamen rafa kaldıran AİHM kararları ile kendini bağlı hissetmeden yargılamaya başlayan heyete ne kadar uygulamasalar da halen bu ülkede bir Anayasa olduğunu AİHS’in halen yürürlükte olduğunu anlatacak ve müvekkillerimizin davanın başından itibaren bu kumpas davasına karşı hakikate dair söyleyeceklerine hukuki destekte bulunacaktık. Duruşma salonuna varana kadar beş güvenlik noktasından kimlik kontrolünden geçtikten sonra cezaevi kampüsünde bulunan salona girmek için en hassas xray cihazlarından geçmek zorunda kalarak ancak salona girebildik.

Bir cezaevi kampüsünün içinde yargılamanın yapılması kendi başına o mekanın içine giren herkeste bir kapatılma duygusu yaratmaktaydı. Çünkü mekan statik bir kavram değildir aynı zamanda diyalektiktir. Her mekanın bir anlatısı vardır. Cezaevi kampüsünün içinde yer alan bir duruşma salonunun tasarımı ve anlatımı AKP hükümeti ile zamanın ortakları FETÖ’cülerin 2011 yılından beri ülkedeki tüm muhaliflere yönelik mimari kapatılma mesajını içermekteydi. Doğal olarak yargılanan hiç kimsenin böyle bir mimari alanda adalet beklentisi içinde olmamıştır, olması da mümkün değildir.

Salona girdiğimizde tutuklu müvekkillerimiz ile bizlerin arasına bir sıra jandarmanın dizildiğini yine avukatların oturması gereken savunma makamına çevik kuvvet polislerinin oturtulduğunu gördük. Ben ve benim gibi salona giren meslektaşlarımın dışında yüzden fazla meslektaşımızın kapıda kaldığını, arkadaşlarımızın bize yazdıkları mesajlardan öğrendik. Mahkeme heyeti geldikten sonra savunma makamında oturan polislerin kaldırılarak yargılanan kişilerin müdafilerinin içeriye alınmasını talep etsek de mahkeme başkanı salonun güvenliğinin kendisini ilgilendirmediğini söyleyerek sanki konu güvenlikmiş gibi daha fazla avukat içeri almayacağını belirterek yargılanan siyasetçilerin kimlik tespitine geçmeye çalışmıştı. Mahkeme başkanının savunmayı yok sayan, ısrarla söz isteyen avukatlara söz vermeyen bu tavrına karşılık içeride bulunan müdafiiler olarak bu yok saymayı kabul etmediğimizi belirterek salonu terk etmek zorunda kaldık.

İçeride bulunan müvekkillerimiz avukatları olmadan söz almayacaklarını belirtmeleri üzerine mahkeme başkanı kapının açık olduğunu, avukatların içeri girebileceği gibi yanıtlar verdiği bilgisi biz avukatlara iletilince hep birlikte tekrar müvekkillilerimizi savunmak için salona girmeye karar verdik. Ancak yine bir kısım meslektaşımıza engel çıkarılmaya çalışılsa da yaşanan kısa bir arbedenin sonunda tüm müdafiiler olarak salona girmeyi duruşma başladıktan 3 saat sonra başarabildik. Ancak mahkeme başkanı duruşma düzenine dair yine almak istediğimiz sözlere izin vermeyerek daha önce Sayın Demirtaş’ın söylediği gibi kendilerinin de “hiç kimseden korkmadığını” bağlamsız bir şekilde söyledi. Oysa ki mahkeme heyetine ‘siz korkuyorsunuz’ gibi bir sözü hiç kimse kurmamıştı.

Bu konu sanki uzman psikologların cevaplayacağı bir konu, ancak aynı sözün İstiklal Mahkemelerinin (Üç Aliler Divanının) mahkeme kapısında “İstiklal Mahkemeleri Allah’tan başka kimseden korkmaz” şeklinde yazılı olması tarihin tekerrürü müdür, yoksa bu ülkede siyasi yargılamalarda nasıl istikrarlı bir yargı pratiğinin olduğunun işareti midir, artık her görenin yada okuyanın izanına kalmış bir durumdur. Velhasıl ‘korkusuz başkan’ kimseye söz vermeden duruşmaya ara vererek salonu boşalttı.

Öğleden sonraki oturumda müvekkillerimize söz verilmesini, çünkü müvekkillerimizin hem duruşma düzenine dair tutumlarından hem de bugüne kadar hukuk tanımaz tavırlarından dolayı reddi hakim yapacaklarını talep etmemize rağmen müvekkillere söz verilmediği gibi reddi hakimin yazılı yapılması gerektiği gibi yasal olmayan bir nedenle talepler reddedilerek duruşmaya devam edildi. Avukatların tüm protestolarına rağmen iddianamenin özeti olarak çıkarılan çok kısa bir metin okunmaya başlandı. SEGBİS’te bulunan eşbaşkanların mikrofonları kapatıldı, salonda söz isteyen siyasetçilerin hiçbir şekilde söz almalarına izin verilmedi. Bunun üzerine müdafiiler olarak daha fazla bu tiyatronun parçası olmak istemediğimizi söyleyerek salonu ikinci defa terk ettik. Mahkeme akşama kadar çıkardığı özeti okuyarak duruşmayı 3 Mayıs’a erteledi. Daha sonra pandemi gerekçesiyle 18 Mayıs tarihine gün vererek biz müdafilere tebliğ etti.

Engizisyon mahkemelerinde uygulanan Tahkik sisteminde yargıç, hem iddia, hem savunma, hem de karar merci olarak tüm soruşturma ve kovuşturmayı yürütüp kararı da kendisi verebilmekteydi. 21. yüzyıl Ankara’sında “Allah’tan başka kimseden korkmayan” bir mahkeme heyetinin aynı usulde bir yargılama yürüttüğüne hep birlikte şahit olduk. Tıpkı Dimitrov davasında Nazi devletinin müdahil tarafta dizildiği gibi devlet, Et Balık Kurumu’ndan İçişleri Bakanlığı’na, Toprak Mahsulleri Ofisi’nden MİT Müsteşarlığı’na, Ziraat Bankası’ndan Adalet ve Kalkınma Partisi’ne varıncaya dek tüm kurumları ile müdahil tarafta dizildi. Mahkeme salonunda yargılanan siyasetçileri savunacak avukatların yerine polisler oturtularak 1200 avukatın vekalet sunduğu dosyada siyasetçiler savunmasız bırakılmak istendi.

1200 avukatın vekalet sunmuş olması karşısında müdahil tarafta sadece devlet memuru avukatlar oturmaktaydı. Aslında gerçek fotoğraf hukukçuların halen hukuka ve adalete sahip çıkmasıydı işte tahammül edilmeyen kısım da bu olduğu için mahkeme savunma yokmuş gibi bir tavır takındı. Aynen Dimitrov’un Fransız avukatı Marcel Willard’ın Dimitrov’u savunması engellenerek savunma için Nazi partisi üyesi bir avukatın görevlendirilmesi gibi bizlerin de müvekkillerimizi ve tabi hakikati savunmamız engellenmek istendi.

Maarif Nazırı Emrullah Efendi’ye atfedilen “Şu mektepler olmasaydı maarifi, ne güzel idare ederdim” sözünün Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesi’nde, “savunma makamı olmasa ne güzel yargılama yaparım” diyen bir heyette vücut bulduğuna savunma avukatları olarak hep birlikte şahit olduk. Politik davalar geçmişten günümüze aslında davayı açanların yargılama yapmaya çalışanların yargılandığı davalar olageldi. Çünkü esasen bu davalar, hakikate karşı açılmış davalardı. Kobani davası diye açılan bu davada da müvekkillerimizin hakikati seslendirmelerinin önüne geçilmek istendi. Devlet tüm birimleriyle hakikati boğmak için hem fiziki olarak hem de psikolojik olarak bu davanın üzerine dolayısıyla hakikatin üzerine çullandı. Ancak tarihsel tüm davalarda görüldüğü gibi hiçbir iktidar gücü hakikati boğamadı.

Devletin tüm gücünü kullanma pozisyonunda olanların hiç kimseden korkmayacaklarını tabiî ki biz avukatlar biliyoruz. Ancak şunu da çok iyi biliyoruz ki hakikate karşı savaşanlar için tek bir korku vardır, o korku da bir gün o hakikat ile yüzleşmek korkusudur. Hakikatin gücü, Üç Aliler Divanının üyelerini, sıkıyönetim mahkemelerinin hakimlerini, DGM’lerin o mağrur militarist üyelerini ve özel yetkili mahkemelerin sinirleri alınmış Fethullahçı hakimlerini tarihsel olarak mahkum ettiği gibi bugün hakikati boğmaya çalışanları da elbette mahkum edecektir.

Sözü yine Dimitrov davası ile bitirmek istiyorum; yaşananlardan 13 yıl sonra Hitler döneminin kurmay heyetinde bulunan ve Reichstag yangını komplo davasını hazırlayanlardan olan Göring ve Dimitrov başka bir mahkemede yeniden karşılaşırlar. Göring savaş suçlusu olarak Nürnberg Mahkemesi’nde yargılanmaya başlar. Dimitrov, Nürnberg’e gider ve Göring’in ve diğer savaş suçlularının yer aldığı bölmeye hafifçe yaklaşır. Dimitrov sadece birkaç saniye Göring’in gözlerinin içine bakar…


* Kobani Davası Müdafii



Önceki Haber
Desteksiz kapanma can alıyor: 24 saatte dört intihar
Sonraki Haber
Ortadoğu susuzluktan kavruluyor: İran isyan noktasında