Ana SayfaÖzelHDP davası eleştirisi

HDP davası eleştirisi


Av. Seyit Sönmez*


Geçtiğimiz hafta son yılların en önemli davasının ilk duruşması yapıldı. Meslektaşım ve davanın savunma avukatlarından Veysi Eski, dün Gazete Karınca’da bir yazı yazarak Nazi – Engizisyon yargılamalarından karşılaştırmalar yaparak Komünist Dimitrov’un savunmalarından örnekler verdi. Davanın ne kadar mantıksız olduğunu anlatmaya çalıştı ki son derece haklıydı. Ben ise tam tersi, davanın savunma yönüyle ilgili eleştirilerimi paylaşacağım.

AKP’nin kaybettiği Haziran 2015 seçimlerinin iptalinin ardından bugüne kadar gelen kanlı günlerin hesabının Kürtlere ve Kürtlerle örgütsel dayanışma gösteren sosyalistlere yıkılmaya çalışıldığı bir teatral yargılama başlangıcına tanık olduk. (Siyaseten verilmiş bir hükmün mahkeme eliyle kamuoyuna açıklanmaya çalışılması demek daha gerçekçi olacaktır.)

Sadece HDP ve bileşenleri için değil önemi itibariyle tüm ülkenin geleceğini ilgilendiren bir dava ile karşı karşıyayız.

Bu derece önemli bir davanın ilk duruşmasından önce ve devamında sosyal medyadan ‘HDP yargılıyor’ başlıklı kamuoyu oluşturma çalışmaları yapıldı. Bununla anlatılmaya çalışılan mahkemenin (İktidar demekte bir sakınca yok uzun zamandır) HDP’lileri yargılayamayacağı, aslında HDP’nin ‘itham’ eden, ‘yargılayan’ konumda olacağı bir dava süreci olduğuydu.

Üzülerek en azından ilk celse için şunu diyebilirim, aslında HDP’nin yargılamadığı, tam tersi savunma stratejisizliğinden dolayı tam da yargılanan durumunda kaldığı bir duruşma olmuştur.

Davanın savunmasını üstlenen yüzlerce meslektaş ve dostlarımı incitmek pahasına çok önemli gördüğüm eleştirileri arkadaş ve dar grup toplantılarından ziyade kamuoyu önünde tartışmayı daha faydalı gördüğümden bir yazı ile tanıklığımı ve eleştirileri mi açıklamayı uygun buldum.

Temsiliyet düzeyinde duruşmaya katılım oldukça iyiydi, HDP’nin neredeyse tüm vekilleri, yüzlerce avukat, onlarca basın mensubu, yabancı gazeteciler -parlamenterler- avukatlar vs. duruşmaya gelmişti. Sanıkların birçoğu SEGBİS yöntemi ile duruşmaya katıldı, daha doğrusu katılmaya çalıştı.

Duruşma başlar başlamaz mahkeme başkanının sanık ve müdafilere karşı nasıl bir tavır sergileyeceği belli olmuştu. İktidarın HDP’ye, Kürt siyasetine yaptığı yoğun baskıyı mahkeme başkanı yargılanan vekillere ve avukatlarına yapacaktı. Avukatlara mümkün olduğunca söz vermeyecek, SEGBİS ile bağlanan sanıklara ses sistemini kapatarak duruşmada neler yaşandığını onlardan saklayacak, onların sesini de avukatlara ve kamuoyuna duyurmayacaktı. Ki mahkeme başkanı bunların hepsini gün sonunda başarmış olarak lojmanına döndü.

Bu durumu erken fark eden Selahattin Demirtaş el kol işaretleriyle, kameranın camına vurarak, ‘Duymuyorum’ diye kağıt göstererek (Daha sonra Figen Yüksekdağ ve diğer vekiller de yaptılar) en sonunda da bir kağıda ‘128 milyar dolar nerede?’ diye yazarak mahkeme salonunu tam da olması gerektiği gibi direniş alanına çevirmeyi başardı

Oysa durum savunma avukatları açısından böyle değildi. Bir türlü usule ilişkin, mahkeme başkanının savunmayı ve avukatları yok sayan, binlerce yıllık hukuki kazanımlar hiç yokmuş gibi davranarak hukuki sınırlar içerisinde kalmayacağını açıkça belli eden tavrına ilişkin tepki gösterilemedi, salonda neler olduğu kayıt altına aldırılıp tarihe not düşülemedi.

Savunma adına konuşan meslektaşımızın ‘Sizinle böyle konuşmamıştık, böyle yapılmayacaktı duruşma’ şeklindeki beyanı daha duruşma başlamadan bu büyük yargılamanın öneminin anlaşılamadığının göstergesiydi adeta. Mahkeme başkanının akıl almaz tavırlarına karşılık hep bir uzlaşı arayan, yardım talep eden, hoşgörü bekleyen bir savunma tarzı bu davaya içkin olmamalıydı.

Hakimin reddi meselesiyle ilgili olarak ‘Birazdan müvekkilimiz Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, Sebahat Tuncel söz alarak hakimin reddi talebinde bulunacaklar’ şeklinde bir ret talebini davayı takip eden avukatlar olarak algılamakta güçlük çektik. Bu şekilde bir ret talebi varsa hem savunma avukatları hem de sanıklar tarafından yapılması en uygun olanıydı, bu şekilde hakimin bağımsız ve tarafsız olmadığı daha iyi anlatılırdı kamuoyuna. Ayrıca savunma avukatlarının bu şekildeki bir beyanı ‘hakimin reddi’ hakkının kullanılmadığı sonucunu doğurdu.

Mahkeme başkanı sabah başlayan duruşmada ancak saat 16.00’dan sonra sanıklara söz verdiğinden teknik olarak bir ‘hakimin reddi’ talebi yapılmamış oluyordu. Devamında mahkeme başkanının ‘Hakimin reddi talebi yazılı yapılmalı’ şeklindeki açıkça CMK’ye aykırı beyanına karşılık haklılıkta direnmeden hemen Baro odasına gidip yazılı talepte bulunmak tam da mahkeme başkanının istediği şekilde devam ettirdi duruşmayı. Yazılı talebe karşılık mahkeme başkanının cevabı ‘duruşmada verilen dilekçenin celse arasında inceleneceği’ şeklinde oldu ki gayet mantıklıydı. Mahkeme başkanının çok açık bir konuda dahi bu şekilde davranması hukuku bilmediğinin değil hukuku yok sayacağının bir işaretiydi.

Tam da bu noktada hukukun yok sayıldığı bir yargılama(ma)da sürekli uzlaşı ve kulis yoluyla bir mücadele yönteminin başarılı olamayacağını ülkenin çok yakın tarihinden biliyoruz.

Savunmanın bir ara, hakimi protesto ederek toplu bir şekilde salon dışına çıkması doğru bir tavır iken çıkma gerekçeleri ortadan kalkmadan tekrar salona girilmesi kararı çok yanlıştı. Nitekim tekrar içeri girilir girilmez mahkeme başkanı, ‘Salonun kapısı açık, bakın isteyen girebilir’ diyerek duruşmaya ara verdi.

Bu tür yargılamaların nasıl yapıldığını, nasıl sonuçlar çıktığını, yapılan mevzuat savunmalarının (elbette hukuk varmış gibi yazılı savunmalar da yapılmalı) hiçbir hükmünün olmadığını biliyoruz.

Bu tür yargılamalar muhalifler için birer direniş aracına dönüşmedikçe hiçbir hükmü yoktur. Bu anlamda Demirtaş ve vekiller, savunma avukatlarının çok ilerisindedirler. Tarihi dönemeçlerden geçerken ahlaken üstün ve hukuken haklı olunan böyle önemli bir davaya daha direngen, mevzuat avukatlığı dışından ‘itham eden’, saldıran, yargılayan bir avukatlık pratiğinin tercih edilmesi davayla ilgilenen tüm kesime daha iyi geleceği düşüncesini taşıyorum.

Duruşmada yapılan en iyi şey bir meslektaşın söz alarak mahkeme başkanına hitaben ‘Siz bize saygı duymuyorsanız, biz size hiç duymuyoruz’ şeklindeki sözleriydi.

Duruşmalar 18 Mayıs’ta tekrar başlayacak. Umarım bu kez farklı olacaktır. Dava dosyasındaki hedef süre formundan anlaşılacağı üzere dava için 45 gün süre öngörülmüş. Bunun ne anlama geldiğini, dava sonunda nasıl bir karar çıkacağını hepimiz biliyoruz.

Tekrarla, mesele avukatlığın ve her türlü yasal düzenlemenin çok ötesindedir.


* Kobani Davası müdafii, Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) üyesi.

  Hakikat ve korku: Bir duruşmanın anatomisi



Önceki Haber
Ödemiş'in 'bisikletli doktoru': Yaygınlaşmasını hayal ediyorum
Sonraki Haber
Alkol yasağında yeni skandal: Sahte evrak düzenlenmiş