Ana SayfaCezaevleriSayıklıyorum: Açlık grevleri ve entelektüel kayıtsızlık

Sayıklıyorum: Açlık grevleri ve entelektüel kayıtsızlık


Mahir Fırat Fidan


1

“Uygar kayıtsızlık derken kastedilen şey muhtemelen şudur: Bir kişi başkasına onun var olduğunu (ve onu gördüğünü) gösterecek kadar bakar ve ardından onun hakkında özel bir fikri ya da merakı olmadığını belli etmek için hemen dikkatini geri çeker.”

Bu sözler Erving Goffman’ın Toplum İçinde Davranmak adlı kitabından. Goffman uygar kayıtsızlığı böyle aktarıyor. Bir insanın başka bir insana kayıtsızlığını hissettirmek için attığı bakışı uzun tutmamasıyla kayıtsızlığın uygarca olduğunu söylüyor. “Yok saymanın,” görmezlikten gelmenin bir diğer karşılığı olan bu bakış en nihayetinde kayıtsızlığın göstergesi. Peki bakan kişi yerine entelektüeli, bakılan kişi yerine toplumsal olanı koyarsak durum mutlak olarak değişmez mi? Elbette böylesi bir durumda şöyle bir soru sormamız gerekecektir: Entelektüel toplumsal olana kayıtsız kalabilir mi?  Toplumla entelektüel arasındaki makas her geçen gün daha da açılırken, entelektüel üzerine düşünmek kaçınılmaz olarak kendisini ortaya koyuyor. Ve böylesi bir soruya cevap aramak artık bir mecburiyet haline geliyor.

    “Bütün insanlar entelektüeldir, fakat toplumda herkes entelektüel işlevi görmez.”

Bu söz İtalyan filozof Antonio Gramsci’ye ait. Entelektüeli toplumdan işlevsel olarak ayıran bu söz, asıl olarak entelektüele toplumsal bir sorumluluk yükler. Bunun en önemli örneklerinden biri olan Gramsci, entelektüel olmanın gerekliliğini yerine getirdiği ve Benito Mussolini’nin faşist rejimine karşı muhalif olduğu için çok ağır cezalara çarptırıldı ve bu direnmenin bedelini hapiste yaşama veda ederek ödedi. Gramsci’nin bu entelektüel muhalif duruşu rejimi o kadar korkutmuştu ki, savcı karar duruşmasında “Bu beynin çalışmasını en az yirmi yıl durdurmalıyız.”[1] diyecekti. Fakat o beyin durdurulamadı. Hapishane Defterleri gibi çok önemli metni düşünce tarihine kazandırdı ve birçok kişiyi etkiledi. Gramsci’nın yaşamındaki bu küçük ama önemli kesit dahi entelektüel sorumluğun ne kadar değerli bir sorumluluk olduğuna dair ışık tutuyor.

Entelektüel nedir?

Entelektüel kimdir?

Entelektüel kelimesinin kökeni Latince intelligere, yani anlamak, idrak etmek, ayırt etmekten geliyor. Kelimenin Fransızca karşılığı ise, intellectuel, yani  aydın, kültürlü kişi… Kelimenin anlamı ise çok daha kutsal bir noktada duruyor. Edward Said, Entelektüel adlı metninde Julien Benda’dan alıntılayarak entelektüelin anlamıyla ilgili şunları söylüyor:

“Entelektüellerin dünyadan elini eteğini çekip fildişi kulesine kapanmış, kendini son derece özel, çapraşık, hatta belki de esrarlı meselelere adanmış düşünürler olduğu anlayışını savunmadığını gayet net bir biçimde gösterir. Gerçek entelektüeller en çok, metafizik tutkunun, çıkar gözetmeyen adalet ve hakikat ilkelerinin etkisiyle yozlaşmayı mahkûm ettikleri, zayıfları savundukları, kusurlu ya da baskıcı otoriteye meydan okudukları zaman kendileri olurlar.”

Ve devamında şunu aktarıyor:

“Benda’nın tanımına göre gerçek aydınlar kazığa bağlanıp yakılma, sürgüne gönderilme, çarmıha gerilme riskine girmek durumundadırlar.”

Bu sözlerden de anlaşılacağı üzere, entelektüel sadece fildişi kuleden ara sıra başını çıkarıp birkaç kehanette bulunmakla sorumlu değildir. Bir toplumun entelektüelini bu kadar basit bir zeminde tahayyül etmek, bizzat onu toplumundan koparıp işlevsiz bırakmaktır. Benda’nın söylemlerini göz önüne alırsak; entelektüelin işlevi ve sorumlulukları söz konusu olduğunda toplumsallık göz ardı edilemez. Entelektüelin kimliğini ören ağ, toplumsal olana kayıtsız kalmamasıdır. İktidarın, toplumun gerçeklerini çarpıttığı ve toplumun iradesini yok saymaya başladığı an, entelektüelin işlevi artık kaçınılmaz olarak bir ses hatta bir çığlık halini alır ve bu aynı zamanda düşünce ile eylemin birlikteliği anlamına gelir.

2

27 Kasım 2020… PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın bir yıldan uzun bir süredir ailesi ve avukatlarıyla görüştürülmemesinin yarattığı kaygı ve cezaevlerindeki hak ihlalleri nedeniyle tutuklular açlık grevine başladı… Ve bir kayıtsızlık hakim… En çok çığlık atması gerekenler sessiz. En çok konuşması gerekenler suskun. En çok sancıyla kıvranıp kaleme sarılması gerekenler yerli yerinde. Sözüm ona uygar kayıtsızlık içindeler. Uygar ve kayıtsızlar. Peki kim bunlar? Tabi ki entelektüeller… Toplumun bütün değerleri ve özgürlüğü ayaklar altına alınmaya çalışırken fildişi kulede oturup kehanette bulunmaya çalışanlar.

Bir toplumun entelektüeli, bedenini özgürlük uğruna ölüme yatıranları görüp de nasıl sessiz kalır? İçinden geçtiğimiz bu sancılı ve çarklar arasında ezici süreçte cezaevlerindeki sese nasıl ses olmaz?

3

“Bağışlama, eğer öyle bir şey varsa, ancak bağışlanmaz olanı, telafi edilemez olanı bağışlamak zorundadır ve bağışlayabilir -ve dolayısıyla olanaklı olanı yapmak zorundadır ve yapabilir. Bağışlanabilir olanı, küçük günahları, mazur görülebilir olanı, her zaman bağışlanması mümkün olanı bağışlamak bağışlamak değildir.”

Bu sözler Jacques Derrida’nın Bağışlamak adlı metninden. Bağışlamanın ve bağışlanmaz olanın kökenlerine dair çok önemli bir çalışma. Hitler faşizminin yarattığı ölüm kampları üzerinden de bağışlamayı tartışmaya açan Derrida, bağışlamanın veya bağışlamamanın ortaya çıkması için telafi edilemez olanın ortaya çıkmasını bir noktada şart koşar. Jankelevitch’in altını çizdiği gibi “telafi edilemez olanın, bağışlanması imkansız olanın olduğu ve bağışlanması imkansız olanın vücut bulduğu yerde, bağışlamanın imkansız hale geldiğini belirtmek amacındadır. Bu, bağışlamanın ve bağışlamamanın tarihinin sonudur. Bağışlama ölüm kamplarında ölmüştür.”

Telafi edilebilenin ve onarılabilenin olduğu yerde bağışlamaya ihtiyaç yoktur. Çünkü böylesine bir durum bağışlamanın sınırları dahilinde değildir. Bağışlamanın veya bağışlamamanın sınırları, ancak geri dönülmez yolların sınırlarındadır. Bir noktada ölümlerin…

4

8 Kasım 2018… Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı ve Hakkari Milletvekili Leyla Güven, tutuklu bulunduğu Diyarbakır E Tipi Kapalı Cezaevi’nde süresiz dönüşümsüz açlık grevi eylemi başlattı.

Açlık grevi eylemleri yayılarak devam ederken, Almanya’nın Krefeld kentinde 20 Şubat’ta mahkeme önünde bedenini ateşe veren Uğur Şakar, tedavi gördüğü hastanede 22 Mart’ta yaşamını yitirdi. Cezaevlerinde ise tecridi protesto etmek amacıyla Zülküf Gezen (33) 17 Mart’ta Tekirdağ 2 Nolu F Tipi Cezaevi’nde, Ayten Beçet (24) 23 Mart’ta Gebze Kadın Kapalı Cezaevi’nde, Zehra Sağlam (23) 24 Mart’ta Oltu T Tipi Kapalı Cezaevi’nde, Medya Çınar (24) 25 Mart’ta Mardin E Tipi Kapalı Cezaevi’nde, Yonca Akici 9 Mart’ta Şakran Kadın Kapalı Cezaevi’nde, Siraç Yüksek 2 Nisan’da Osmaniye 2 No’lu T Tipi Kapalı Cezaevi’nde, Mahsum Pamay ise 5 Nisan’da Elazığ 1 No’lu Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde yaşamına son verdi.[2]

5

1 Mayıs 2021… Açlık grevleri 156. gününde… Ve bir kayıtsızlık hakim. Her şey henüz telafi edilebilir düzeyde. Yani toplumun entelektüellerinin içinde bulunduğu sessizlik bağışlamanın sınırları dahilinde değil.  Zaman ilerliyor. Cezaevindeki tutsakların hem aileleri hem de bedenleri adım adım telafi edilmez sınırlara doğru gidiyor. Ama sessizlik hakim. Toplumsal sorumluluklarının bilincinde olan, fakat sessizliği tercih eden her soluk, AKP’nin tecrit politikalarına bir düğümü de kendisi atar. Bu yazı sessiz kalan entelektüel sese bir sesleniştir ve bir sayıklamadır. Her şey henüz bağışlamanın sınırlarında değilken, kayıtsızlığa bir son vermek gerekir ve Kürt halkına karşı yapılan bu saldırıya karşı entelektüelin çıkaracağı her ses bir kalkan görevi görecektir.


[1] Ala El-Asvani, Diktatörlük Sendromu Çev. Barış Özkul, İletişim Yayınları 2020.

[2] http://mezopotamyaajansi34.com/components/88122611/content/view/133368




Önceki Haber
ABD’den AKP hükümetine yaptırım uyarısı: İnsan hakları sicilini düzeltin
Sonraki Haber
Askerlerin işkence yaparak öldürdüğü kolberin cenazesi ailesine teslim edildi