Ana SayfaManşetCOP26’dan Önce Son Pazarlıklar

COP26’dan Önce Son Pazarlıklar

Onur Yılmaz


BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne taraf ülkelerin 1994’ten bu yana her yıl bir araya geldiği Taraflar Konferansı’nın (COP) 26.’sı geçen yıl salgın nedeniyle ertelenmişti. Salgın öncesinde başlayan küresel ekonomideki kriz eğilimi ve yeşil mutabakat anlaşmalarıyla ilgili pazarlıkların azaltım politikalarını geciktirmesi nedeniyle 2015 Paris Anlaşması’yla ilgili yeterli somut adım atmayan ülkeler, salgını bahane ederek bu sorumsuzluklarının konferansta teşhir olmasını engellemiş oldular.

Oysa internet altyapısı yeterli olmayan ülkelere teknik destek sağlanarak tüm dünyanın geçtiği çevrimiçi toplantı düzeni COP için de uygulanabilirdi.

Paris’le ilgili gelişmelerin ilk kez değerlendirileceği Glasgow’daki COP-26 işte bu yıl 1-12 Kasım günlerinde, uzun tartışmaların ardından belirlenen şekilde yüz yüze gerçekleşecek.

Birleşik Krallık ve İtalya’nın ortaklaşa düzenlediği konferansın ön hazırlık çalışması için ülkelerin dışişleri bakanları 30 Eylül’de son kez Milano’da buluşacak. Milano’da COP’tan beklentiler daha somut bir hal alacaktır.

Ancak kimi özel jetleriyle kente ulaşacak olan iklim uzmanı, kampanyacı, dini topluluk liderleri ve tabi ki devlet yetkilileri dahil yaklaşık 30 bin delegenin katılması beklenen konferansa, resmi formatın dışında bırakılsa da önemli parçalarından olan sivil toplum ve iklim hareketi örgütlerinin paralel etkinlik ve eylemlerle katılımına yine salgın koşulları bahane edilerek izin verilmeyebilir.

Egemenler artık her kararı diken üstünde alıyorlar. Dünya ezilenlerinin olanca örgütsüzlüğüne rağmen her kritik eşik yeni bir isyan dalgasını tetikleyebilir. Elbette ev sahibi Birleşik Krallık hükümetinin COP temsilcilerinin vereceği bu karar iklim eylemcileri tarafından peşinen kabul edilmiş değil.

Aşı sürecinin yoksul bırakılmış ülkeler hariç belirli bir toplumsal bağışıklık aşamasına ulaşmasıyla Kasım’a kadar hem COP öncesinde momentum kazanma hem de iklim hareketinin yeni hattını belirlemek üzere eylem ve etkinliklerle geçirecek. Çin’den AB’ye, hatta G7’den NATO’ya ardı ardına açıklanan yeşil düzen ya da sera gazı azaltım planlarına karşı, hareketin başından beri taşıdığı zayıflıklardan olan kurumsal yapılarla müzakereci tutum elbette tartışmaların merkezinde yer alacak.

Bu müzakereci tutumun sonuç getirmediğinin eleştirisiyle ve iklim krizine dair ortaya çıkan verilerin daha acil, daha radikal, daha sistemsel kırılmaları gerektirdiğinin bilince çıkarılmasıyla, özellikle son 3 yıldır yükselişe geçen yeni bir iklim hareketi damarı, eylemleri COP’tan bağımsız ama oradaki tarafların ne yaptığının takibini içeren şekilde öne çıkıyor.

Bu son 3 yıldaki aktivizm dalgasının öne çıkan yapıları Gelecek için Cumalar ve Yokoluş İsyanı hareketleri, yerel örgütlerinde farklı ideolojik ve politik hatlar öne çıksa da, kendini siyasetler üstü tutumla ifade etme, stratejisini kitleselleşme üzerine kurma, örgütsel bir yapının inşası yerine ağ kurma üzerinden genişleme gibi özellikleriyle gençlerin iletişim dilini yakalamada ve farklı ülke ve kıtalarda ilk ortak temalı mücadelelerin tohumunu atmada başarılı olmuş; ancak geçmişten bu yana gelen müzakereci sivil toplum izleğini, kitlelerin “şiddetsiz” baskı oluşturma yöntemleriyle yeniden üreten bir düzeyde kalmıştır.

Bu yeni damarın nesiller arası adaletsizlik vurgusu ve söylemsel düzeydeki sistem karşıtlığıyla geniş gençlik kitlelerini sokağa taşıma başarısıyla malul radikalliğine rağmen, yükselen ve salgınla birlikte durulan ilk dalganın ardından, iklim krizine karşı sonuç almada bu hareket tarzının yetersiz kaldığı görüldükçe, hareket ya yeni bir eşiğe sıçrayarak daha düzen dışı bir çizgide kendini yeniden kuracak ya da müzakereci hatta kendiliğinden geri dönecekti. Ki bu geri dönüş, bir tür “hepimiz aynı gemideyiz” yaklaşımıyla özne olarak soyut bir “insanlık” ve yol gösterici olarak toplumsal bağlamından kopuk bir “bilim”i öne çıkararak gençliğin gözünde meşruiyetini korumayı sürdürüyor. Şu an böyle bir dönemeçteyiz. Bu arayış ve iç ideolojik mücadele elbette her zaman var olagelse de günün koşullarında bunun önemi dünya işçi sınıfı ve ezilenleri açısından daha belirleyici. Yüzünü eksik de olsa kitlelere dönen, kitleleri harekete geçmeye çağıran bir hattan yeniden devletlere, şirketlere seslenen, taleplerinin gerçekleşmesini örgütlü kitlenin politik güç olmasına değil, mevcut “burjuva demokratik” kurumların “kurallara” uymasına bağlayan bir hat kaybedilecek uzun yıllar demek.

“Aktivizm işe yarıyor” sözü tüm bu süreçte sosyal medyada yeni nesil aktivistlerin kendilerine olan özgüveninin yansıması olarak sıkça kullanıldı. Kapanan her fosil yakıt tesisi, vazgeçilen her fosil yatırımı, eko-yıkım projelerine verilmesi engellenen her kredide yükselen iklim hareketinin payı elbette yadsınamaz. Özellikle Avrupa’da işçi sınıfının siyasi varoluşu geciktikçe ya da Sarı Yelekliler’de olduğu gibi yükselen isyan dalgaları somut kazanımlarla devrimci siyasi önderliklere dönüştürülemedikçe ve düzen içi siyasete emildikçe geleceksizleşen gençlik için iklim ve ekoloji eylemleri, örgütleri sınıf mücadelesinin birincil araçları olmaya devam edecektir.

İklim hareketinin bahsettiğimiz politik, ideolojik, örgütsel eksikliklerine rağmen dinamik iç tartışma süreci yeni kopuşların ortaya çıkmasına zemin sunuyor. 2020’de salgın sürecinde Avrupa’daki militan taban örgütlenmelerine dayanan iklim örgütlerinin başlattığı düzenli toplantılarla giderek genişleyen, özellikle Latin Amerika ve Afrika ülkelerinden örgütlerle genişleyen kümelenme eylem tarzı, politik ilkeler ve stratejik hedeflerini belirleyerek iklim hedeflerini halkın kendisinin belirleyeceği, taahhütlerin de devletler arası pazarlık konusu olarak değil halkın, örgütlerin birbirlerine vereceği dayanışma sözü olduğu bir çerçeve metin olan Glasgow Anlaşması ile sonuçlandı. Ülkelerin karbon ve eko-yıkım envanterine göre önceliklendirilmiş hedefler içeren ulusal ve bölgesel iklim eylem planlarıyla iklim hareketinde Glasgow kümelenmesi, yeni bir sıçrama tahtası olma potansiyeli taşıyor.

Yine COP-26’nın düzenleneceği Glasgow’daki iklim ve ekoloji örgütlerinin yanı sıra sendikalar, mültecilerle dayanışma ve insan hakkı örgütlerinin oluşturduğu COP-26 Koalisyonu ise hem Glasgow Anlaşması’yla belirlenen ilkeleri yaygınlaştıracak çevrimiçi toplantılarla hem de konferansla ilgili resmi açıklamalarla duyurulan gelişmelere hareketin yeşil kapitalizme göz kırpan farklı kesimleri de dahil ortak tepkisini yansıtacak rolüyle Glasgow’daki eylemler için bir hazırlık platformu. Koalisyon ertelenen zirve yerine 2020’de alternatif çevrimiçi bir sempzoyum düzenlemiş ve Glasgow Anlaşması orada ilan edilmişti.

Bu koalisyon dışında geçtiğimiz hafta yine G7 zirvesindeki yeşil göz boyama söylemlerini protesto etmek üzere iklim örgütleri “G7’ye Diren” çatı örgütü altında ve Yokoluş İsyanı ayrıca zirvenin düzenlendiği İngiltere Cornwall’da bir araya geldi. Şiddetsiz eylemlerdeki “renkli” görüntüleri 2017’de Hamburg’daki G20 protestoları ile karşılaştırmak iklim örgütleriyle devrimci grupların ortaklık zemini açısından daha alınacak yol olduğunu gösteriyor. Ancak elbette G7 gibi zirvelere yönelik eylemlerde iklim ve ekolojik krizin geç de olsa artık başat gündem olduğu gerçeği, Avrupa’da uzun yıllar süren sessizliğin ardından uzun bunalımdaki neoliberal kapitalizmle yeniden baş gösteren nüve halindeki devrimcilerin bahsettiğimiz iç ideolojik mücadelede yer almasının kendi yollarını açmada ne kadar önemli olduğunu da gösteriyor.

G7 ve NATO’da çıkan Çin’in devasa stratejik hedefi Kuşak-Yol Projesine karşı somut alternatif geliştirme, ekolojik çöküşü, yeni salgınları, iklim göçünü güvenlik politikalarının başlıca konusu yaparak çözümü ezilenlerin yıkımı ve emperyalist statükonun korunmasında gören yeşil emperyalistlere karşı Glasgow Anlaşması’nın enternasyonalist, antikapitalist, antiemperyalist, sömürgecilik ve ırkçılık karşıtı ilkeleri hem ulusal çapta iklim hareketinin devrimci örgütlerle iç içe geçerek kendine örgütsel bir sağlamlık zeminini işaret ediyor hem de enternasyonal kitle mücadelesinin son 3 yılda biriken deneyimle pratikte nasıl besleneceğini gösteriyor. Türkiye’den de omzu vermemiz ve mevcut antifaşist mücadele koşullarına uyarlamamız gereken bu oluşumlarda ideolojik netleşme ve devrimci sıçramalar işte bu arayış içinde gelişen dayanışma ve eylemlilik içinde gelişecektir.




Önceki Haber
Atlantik Konseyi raporu: ABD etki alanını Çin'e kaptırıyor
Sonraki Haber
İran'ın yeni Cumhurbaşkanı belli oldu