Ana SayfaYazarlarHasan KılıçCumhuriyetin arifesinde anayasa taslağı

Cumhuriyetin arifesinde anayasa taslağı


Hasan Kılıç


Cumhur İttifakı, pozitif gündem konusunda yaşadığı sıkıntıyı Cumhuriyet tarihinin daimî tartışması olan Yeni Anayasa konusuna sığınarak aşmaya çalışıyor. Muhalefet ise Cumhur ittifakının zorda olduğunu görüp anayasa hususu yerine erken seçim talebini öne çıkarıyor.

Anayasa ve seçim gündemleri arasındaki gel-git bir süre daha devam edecek gibi duruyor. İktidarın pozitif gündem arayışının sisi dağıldığında, yeni anayasa konusu Türkiye gündeminde bir kez daha önemli yerini alacak. Anayasayı toplumsal mutabakatın bir parçası olarak gördüğümüzde, Cumhur ittifakının yarattığı toplumsal ayrışmanın geri dönüşünde mutabakat ihtiyacı artarak gündeme girecek.

Yeni anayasanın gündemleşmesi ile reel politik talepler, yönetim sistemi, rejim tartışılacak ve bunların yanı sıra esasında siyasi tarih ile anayasa tarihine dair fikirler müzakere edilecek. Böylesi bir konuda bizler biliyoruz ki, Türkiye siyasi tarihi gösterilenler/anlatıya dönüştürülenler kadar “ihmal edilenler ve kaybedilenlerin” de tarihidir.

Bu yazı da ihmal edilenden kaybedilene uzanan yolu ele almaya çalışıyor. Çünkü tarihi muktedirlerin sesinden dinledikçe, yeni tahakküm biçimleri varlığını devam ettirecek. 1921 Anayasası, 1876 tarihli Kanun-i Esasi’nin reel politik mücadele olan milli mücadeleye uyumlu bir mutabakat iradesinin ortaya çıkması idi. İçeride Kürtlere yönelik yerinden yönetim düzenlemeleri, dışarıda ise Rusya’yı dengeleyen hazırlanış ve metne dönüşme süreci 1921 yılı itibariyle yönetici aklın siyasal koordinatlarını veriyordu.

1924’te katı merkeziyetçi ulus-devlet inşası yoluna giriş, ulusu Türklük üzerinden kuruyordu. Dini, devletin denetimi ve yönlendirmesine alıyordu. 1924 yılı itibariyle rejimin rotası belli olduktan sonra anayasa tarihi çalışmalarının miladı da 1924 olarak kabul edildi. Böylece yerinden yönetimi esas alan, milli mücadeleyi
başarıya ulaştıran desteği var eden 1921 Anayasası, Murat Sevinç ve Dinçer Demirkent’in ifade ettiği gibi “Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası” haline getirildi. Kurtuluş bileşenini bir arada tutan ve kurtuluşu gerçekleştiren 1921 Anayasasının seçilmiş unutmaya tabi tutulması, rejimin ulusal kimlik inşası ile irtibatlıydı.

1921 ile 1924 tarihleri arasında milli mücadele sona ermiş, Lozan imzalanmış ve Cumhuriyet ilan edilmişti. Ama hala Osmanlı’dan kalan ve 1921’de tadil edilen anayasa yürürlükteydi. Bu zaman aralığında Lozan’ın imzalanması ile yeni anayasa yapımı ve Cumhuriyetin anayasa ile birlikte ilan edilmesi gündemdeydi.

Murat Sevinç 1921 sonrası yeni anayasa yapımını şu şekilde anlatıyor:

1923’ün sonbaharına doğru, Mustafa Kemal’in Yunus Nadi, Yusuf Akçura, Ziya Gökalp gibi aydınlarla Ankara’daki İstasyon Binası’nda buluşarak anayasa çalışmaları yaptığı ise biliniyordu. Kâzım Karabekir’in anılarında da bu bilgi var. 1923 Temmuz’unda Lozan Konferansı sonuçlanıyor, bu kurucu anlaşma TBMM’de oylanacak.

Ardından yeni anayasa yapılacak. Mustafa Kemal o sırada TBMM kâtibi olan Hasan Rıza Soyak’ı çağırıp ona bir anayasa taslağı veriyor ve temize çekmesini istiyor. ‘Bunları müsvedde halinden temize çekeceksin. Dikkat et, yazılar biraz karışıktır, okuyamadığın, anlayamadığın bir şey olursa beni çağırır sorarsın. Bunu şimdilik sen ve ben bileceğiz, amirlerine dahi bahsetmeye lüzum yok’ diyor.

Mustafa Kemal 28 Ekim’i (1923) 29 Ekim’e bağlayan gece, İsmet İnönü ile birlikte yeni anayasaya son halini vermişti. Fakat ne olduysa, 29 Ekim günü hazırlanan 114 maddelik anayasa yerine 6 maddede değişiklik yapılarak Cumhuriyet ilan edildi. İşte gerek Türkiye siyasi tarihini gerekse de anayasa tarihini yazarken “kaybedilmesine örtük/açık rıza gösterilen” anayasa taslağı buydu.

1924 Anayasası bir kez daha milat olarak kabul ediliyor ve Cumhuriyet’in Anayasası 1924 yılında resmî ideolojinin, ulusal kimlik inşa tercihinin damgası ile otoriter rejimi kurumsallaştırıyordu. 1923’te yazılan bu anayasa taslağı, 1998 yılına kadar “kaybedildi.” Daha sonra bir belgesel çalışması esnasında “tesadüfen” bulunan anayasa taslağı, Cumhuriyetin 75. yılında Kentbank tarafından basılıp dağıtıldı.

“Kaybedilen” anayasa taslağı böylece ortaya çıkmış olsa da başta Mustafa Kemal’in mirasını taşıdığını ifade eden siyasi aktörler olmak üzere tüm siyasi aktörler tarafından 1921 Anayasası’na benzer şekilde bir tür seçici unutuluşa terk edildi. İhmal edilen 1921 Anayasası’na dair tartışmalar son dönemde daha fazla görünür oldu.

28 Ekim 1923’te son hali verilen, 29 Ekim’den itibaren “kaybedilen” taslak 114 maddeden oluşuyor. O dönem taslak yasalaşsa Lozan’da uluslararası tanınan Türkiye’nin cumhuriyete geçeceği ve modern devlete doğru giden yolda önemli bir durağın daha geçileceğine işaret edecekti.

“Proje halindedir” notuyla başlayan ve 114 maddeden oluşan anayasa taslağına baktığımızda ilk maddede Cumhuriyetin ilan edildiğini görüyoruz ki, 29 Ekim’de yasalaşan altı maddeden biri Cumhuriyetin anayasaya konarak ilanıydı. Fakat 1924 Anayasası ile Cumhuriyet bağlamında önemli bir fark vardır. O da taslakta Cumhuriyet usulü idare olarak kabul edilmekte; devlet ise halk devleti olarak tanımlanmaktadır, aynı maddede.

Taslakta devletin dini İslam olarak geçmekte ve 1921 Anayasası ile benzerlik taşımaktadır. Bunun dışında ifade ve basın özgürlüğü, verginin kanuna bağlanması, angaryanın yasaklanması, konut dokunulmazlığı, iş ve ticaret serbestliği, kanun önünde eşitlik vd temel haklar teminat altına alınarak modern bir anayasanın önemli sacayakları oluşturulmuştur.

28 Ekim 1923 tarihli anayasa taslağında seçme ve seçilme hakkı tesis edilmiş, Cumhurbaşkanı, Meclis, bakanlar kurulu (İcra Vekilleri Heyeti) ilişkileri düzenlenmiştir. Meclis üyelerinin çalışmalarını güvence altında yapması için milletvekili dokunulmazlıkları düzenlenmiş, milletvekillerinin görevleri ve işleri sıralanmıştır. Benzer şekilde yargı (mahkemeler) dokuz maddede düzenlenmiştir.

Anayasa taslağında birkaç konu dikkati çekmektedir. Belki de günümüz için imkân referansları yaratabilecek başlangıç zemini oluşturma potansiyeline işaret edebilir. Böylece muktedirlerin tarihi yerine halkların tarihinden demokrasi yönünde potansiyel imkanlar açığa çıkarılabilir. Veya demokratik potansiyeli gerçekleştirmek için ne(ler) yapılmamalı sorusunun cevabı bulunabilir. Anayasa taslağı, merkez-yerel ilişkileri bakımından vilayetlerin manevi şahsiyetleri ve muhtariyetleri anayasal güvence altına alınmıştır (madde 106).

Vilayetler yani yereller ile Büyük Millet Meclisi (BMM) arasında güç dağılımı yapılmıştır. Bu dağılımda dış ve iç siyaset, dini, adli, askeri işler, makro iktisadi münasebetler ve umumi tekliflerde Büyük Millet Meclisi yetkilendirilmiştir. BMM’nin çıkaracağı kanunlara bağlı olarak vakıf, eğitim, sağlık, iktisat, tarım, bayındırlık, sosyal işler yerellere devredilmektedir. Erk dağılımında yerel yetkileri kullanacak şuraların, vilayetler halkınca seçileceği belirtilmekte, iki yılda bir, sende iki ay çalışmak üzere kanuni yükümlülük (madde 107) belirlenmektedir.

Anayasa taslağının ikinci maddesinde “Türkiye Cumhuriyeti’nin… resmi lisanı Türkçedir” ibaresi geçiyor. Hala yürürlükte olan 1982 Anayasası’nın 3. maddesine göre Türkiye Devleti’nin “Dili Türkçedir. Burada resmi dil ile dil arasındaki fark, Türkçeyi yaşamın her alanına yaymayı, resmi dışını düşünmemeyi salık vermektedir. Madde 8’de sadece din özgürlüğü değil, mezhep özgürlüğünü de kabul ediyor. Yani, Sünni olmayan mezhep mensuplarını dolaylı da olsa kabul etmiş ve aynı zamanda ibadet etme özgürlüğünü
anayasal güvenceye almıştır. Anayasa taslağında vatandaşlık devlet tabiiyeti ile Türklük özdeşleştirilmiş, 16. Maddede “Türkiye devleti tabiiyetinde bulunan efradın cümlesi bilaistisna Türk sıfatını taşırlar” ifadesi anayasaya geçmiştir.

1982 anayasasının 66. Maddesi’nde ise “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür” diyerek sıfattan varlığa giden yolu kat etmektedir. Özellikle merkez-yerel ilişkileri ile mezheplerin kabulüne yol veren “kaybedilmiş anayasa taslağı”, ihmal edilmiş anayasa olan 1921 Anayasası ile birlikte “yeniden keşfedilebilir” ve güncel politikte toplumsal, siyasal ve yönetsel sorunların çözümünde imkân referansı olarak ele alınabilir. Öte yandan vatandaşlık tanımı ve ulusal kimlik inşasında Türkiye halklar gerçekliği ile çelişki yaşayan durumlar düzeltilerek demokratik potansiyel 21. yüzyıla uygun hale getirilebilir.




Önceki Haber
Sömürgecilerin kuruttuğu Banaba Adası'nda içme suyu kalmadı
Sonraki Haber
Marmara Denizini kim öldürdü?