Ana SayfaManşetMafya-İktidar-Medya ilişkileri nereye doğru?

Mafya-İktidar-Medya ilişkileri nereye doğru?


Cuma Daş


Türkiye deyim yerindeyse birkaç haftadır mafya lideri Sedat Peker’in videolarıyla yatıp kalkıyor. Şimdiye kadar iktidar ve devlet katında; mitingleriyle, aldığı unvanları ve gördüğü kıymetle sınırsız denebilecek ölçüde kredisi olan Sedat Peker, işlevinin bittiğini ve bir kenara atıldığını anlayınca birlikte yol yürüdüğü herkesin sırlarını dökmeye başladı. İşe en çok canını yakanlarla başladı.

Eski İçişleri Bakanı Mehmet Ağar’la başlayıp mevcut İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile devam etti. İlk birkaç haftadan sonra vites büyütüp işi devlete, hatta uluslararası konulara getirdi. İnsanların bu kadar da olmaz dediği ne varsa anlattı Peker. Nitekim iş gittikçe ciddiye biniyor, bir mafya liderinin kişisel intikam hırsının kendini bağladığını, asıl sorunun arka planda ne kadar büyük dolaplar döndüğüne geliyordu.

Suriye iç savaşına silah ve cephane gibi malzemelerin gönderilmesinden, Venezuela-Kıbrıs-Türkiye üçgeninde dönen devasa uyuşturucu trafiğine, bu üçgenden Azerbaycan’daki inşaat-ihale işlerinde dönen paraya kadar, artık bütün dünyayı ilgilendiren büyük iddialar silsilesi var ortada. Peker her yayınladığı video ile eteğindeki taşları bir bir ama kontrollü şekilde dökerken kamuoyundan da haklı olarak yargıda bir hareketlilik beklentisi oluştu.

Peker’in söylediklerinin bu denli ilgi görmesi, şimdiye kadar ağzına kadar yolsuzluk, hırsızlık, cinayet, gasp, kara para gibi konularda doldurulan heybenin dibinin içerden biri tarafından delinerek bilgilerin dökülmesinden kaynaklanıyor. Uzun süredir medyanın büyük bir bölümü iktidar kontrolünde olduğu için, gazeteciliğin gereği olan yaşananların perde arkasını da aydınlatmak pek mümkün değil. Kamuoyunu, meraklandıran ya da kaygılandıran şey de tam olarak bu.

Yıllarca palazlanıp büyütülen bir kişinin ağzından iktidar ve devletle ilgili hiç de yabana atılmayacak şeyler dökülüyor. Yaşananlar ilk etapta 90’lı yıllardaki Susurluk olayına benzetilse de, eldeki veriler ve iddialar Susurluk’tan çok daha fazlasına işaret ediyor. Ancak o döneme benzeyen en hatırda kalır bazı aktörlerin aynı olması elbette. Onlardan biri de hiç kuşku yok ki Mehmet Ağar.

Susurluk, Ağar’ı İçişleri Bakanlığı koltuğundan etti, Peker’in ifşaatları ise Yalıkavak’taki patronluk koltuğundan etti. Yani ilk etapta bu savaşın ilk kaybedeninin Mehmet Ağar olduğunu söylemek mümkün. Mevcut İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ise, itibar kaybıyla birlikte daha neler kaybedeceğiyle cebelleşiyor ya da biz bu kadarını biliyoruz.

Soylu, hakkındaki iddialarla ilgili şimdiye kadar iki önemli hamle yaptı; ilki TRT’de ekranlara çıkıp gazetecilerin sorularını değil cevaplarını sorgulayarak pasif ve suçluluk psikolojisi görünümü veren yayınıydı. İkincisi ise Habertürk ekranlarına, sadece hükumete yakın isimlerle değil, görece muhalif
gazetecilerin de olduğu gazetecilerle çıkması oldu. Burada istediğini biraz da olsa elde etti. Nitekim o güne kadar ne iktidardan ne de ortağı MHP’den konuyla ilgili üst perdeden çıkmayan ses o yayından sonra çıkmıştı. Ancak bu sesin Soylu’ya yetip yetmeyeceği henüz belli değil. Zaten Soylu da bunun farkında ve bu yüzden Peker’in cephesini, hedef ben değilim hedef devlet ve Erdoğan diyerek genişletmek istiyor.

Peker şimdiye kadar devlet katında onlarca kişiden bahsederek, doğrudan ya da dolaylı olarak kendisiyle olan ilişkilerini anlattı. Herkesin merak ettiğiyse Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu işin ne kadar içinde olduğu. Savaşı başlatan Peker, belli ki hem kontrollü gitmek istiyor hem de hem de pazarlık için Erdoğan’ı yokluyor. Son videodan bir öncekinde “Tayyip abiyle helalleşeceğiz” diyerek Erdoğan’la ilgili de bilgi vereceğini ima etmiş ancak daha sonra bundan vazgeçmişti. İlerleyen haftalarda bu konuda bir bilgi ya da iddiada bulunacak mı bunu zaman ve pazarlığın dozajı belirleyecek.

Peki medyayı ve gazeteciliği bütün bu kaosta nereye koyacağız? Elbette bu kızılca kıyamette itibar edilmesi gereken Peker değil, gerçek anlamda yapılan bir gazeteciliktir. Peker ve iddiaları da böyle bir gazetecilik anlayışıyla sorgulanabilir, insanların sorgulaması sağlanabilir. Bu da insanların gerçek bilgiye ne kadar ihtiyaç duyduğunu; gerçek gazeteciliğin, tarafsız medyanın, tarafsız yargının ve esaslı bir muhalefetin ne kadar elzem olduğunu gösteriyor.

Peker’in videolarından sadece devlet görevlilerinin ve sermayedarların kirli çamaşırlarını değil aynı zamanda para ve parlak, konforlu bir hayat için gazeteci kılığına girip gününü gün edenlerin gerçek yüzlerine de şahitlik ettik/ediyoruz. Bu nedenle yukarıdaki sorunun cevabını burada vermiş olalım, medyayı da mafya-devlet ilişkilerinin yanı başına koyduk ne yazık ki.

Halbuki medyanın konumu bu iki gücün yanında değil karşısında olmalıydı. Gazetecinin mafyayı ifşa etmesi gereken yerde mafya gazeteciyi ifşa ediyor. Uluslararası uyuşturucu trafiği, gasp, cinayet, dolandırıcılık aklınıza gelebilecek bütün kötülüklerden bahsettiğimiz bir yerde, olayın sadece sosyal medyada değil bütün medya kanallarında işleniyor ve sorgulanıyor olması gerekiyordu. Medya susturulduğu için şimdi bütün bu olanları mafyadan öğreniyoruz.

Sadece haber yaptığı için şuan cezaevlerinde onlarca gazeteci var. Sadece tweet attığı için, gazetecilik yaptığı için sabahın köründe bir orduyla kapıları kırılarak, darp edilerek gözaltına alınan gazeteciler var. Ana akım medyaya el koyan, onu kontrol altına alan, propaganda aracı haline getiren bir iktidardan bahsediyoruz.

Alternatif medyada gazetecilik yapmaya çalışan gazetecileri de susturmaya yönelik elindeki her türlü imkanı kullanan bir iktidar var. Peki soralım o halde; bir mafya lideriyle devlet yetkilileri arasında aracı olduğu anlaşılan, bakanın soruşturma açtığı Hadi-Süleyman Özışık kardeşler nerede? Sadece 8 gece, lüks bir otelde 800 binden fazla parayla kaldığı anlaşılan ve bunu açıklamadan sırra kadem basan Veyis Ateş nerede?

Türkiye medyasının ya da ana akım medyanın en büyük grubu olan Doğan Medya Grubu’nu satın almak için Ziraat Bankası’ndan aldığı 750 milyon dolarlık krediyi ödemediği iddia edilen Demirören nerede Ortalığa saçılan yolsuzluk, hırsızlık ve arsızlıklarla ilgili günün sonunda hiç kimse hesap vermeyecek mi?
İnsanlar Sedat Peker’e itibar ettiği için değil, devletin ya da iktidarın mafya ile ilişkilerinin bu denli derin olduğunu anladığı için merak ediyor, medya patronlarının devlet kaynaklarından nasıl rahatça faydalandıklarını anladıkları için rahatsız, sermayedarların servetlerine servet kattığını öğrendiği için huzursuz.

Bir iki hafta Peker’in anlattıklarının etkisinin kendiliğinden sönümlenmesini bekleyen iktidar, bu olmayınca haftalardır uyuduğunu sandığımız ama özel durumlar için uyanan yargı eliyle, en iyi yaptığı şeyi, yani
gündem değiştirme planını devreye koydu. HDP’ye kapatma davası açıldı. Yine tüm ana akım medyaya tek tartışma başlığı gönderildi, televizyonlar muhtemelen önümüzdeki uzun süre boyunca geceli gündüzlü HDP’ye açılan ikinci kapatma davasını HDP’liler olmadan konuşacak. Ancak gelin görün ki açılan gedik o kadar büyük, anlatılanlar o kadar fazla ki hiçbir plan işe yaramayacak gibi. Bu yüzden kamuoyunun gerçekten bilgi alabileceği bağımsız bir medyaya ve gerçek gazetecilere, bütün bunların hesabının sorulacağından emin olduğu bir muhalefete ihtiyacı var.




Önceki Haber
Basit bir soru: Barışı hatırlamak mümkün mü?
Sonraki Haber
ABD Dışişleri Bakanı Blinken: Türkiye NATO müttefiki gibi davranmıyor