Geçen hafta, Barış Doster, Cumhuriyet’teki (4 Ocak 2023) makalesinde, “Ekonomik bunalım neyin sonucu?” diye soruyordu.
Dostumuz, kendi sorusuna “Kökü, 24 Ocak 1980’e, tarihimize 24 Ocak Kararları olarak geçen ekonomik programa dayanan, 12 Eylül darbesiyle, silah zoruyla uygulanan, izleyen yıllarda seçilmiş hükümetlerce harfiyen benimsenen, AKP’nin de takip ettiği programın sonucu bu tablo.” diye cevap veriyor.
Tabii, bu politikaların sonucu olarak “Türkiye üretimi değil tüketimi, ihracatı değil ithalatı benimsedi. Üretim ekonomisi ve planlamadan koptu. Devlet ekonomiden çekildi. Dengesini, sanayileşme iddiasını, büyük ölçüde kamu öncülüğünde sağlanan sanayi altyapısını yitirdi” gibi bir sonuca varıyor.
“Siyaset bilimci” Doster’in iktisadi değerlendirmesi zaten toplumun belli kesimlerinde yıllardır yaygın diyebileceğim şekilde dile getirilen bir görüş. Belli bir gerçeklik payı olduğu da muhakkak. Toplumsal karşılığı da var. Fakat küçük bir kusuru var, ekonomi dediğimiz sahanın sanki teknik bir süreç olduğunu, sınıfsız, toplumsuz olarak işleyebileceğini varsayıyor.
Bu türden görüşler sosyal bilimlerde yerleşik olan, şeytan götürsün, burjuva pozitivizminin ürünü aslında. Pozitivizm, iktisadı adeta toplumla bağı olmayan bir tür teknik alan gibi ele alır.
Halbuki iktisat toplumsuz olmadığı gibi, toplum da iktisattan kopmuş halde var olamaz. Aslında bilimsel iktisat teorisinin temelini, toplum ve iktisat diyalektiği oluşturur. O halde, iktisadi kavram ve kategorilerin tamamı insanlar arası ilişkilerin ifade edilmesinden ibarettir. Marx bunu en özlü biçimde “sınıf mücadelesi” olarak belirtmişti.
Şiddeti ne olursa olsun sınıflar mücadelesinin vaziyetini ortaya koymak bir bakıma toplumun (ülkenin) iktisadi durumunu da ortaya koyabilir. Bunun tersi de doğrudur, iktisadi görünümü tasvir etmek, sınıflar mücadelesini nitelemiş olur. Burjuva iktisatçılarının iktisat bilimini insansız, sınıfsız ele alması anlaşılabilir. Sosyalist, yahut Marksist ilan edilen iktisatçıların da aynı tür değerlendirmeler yapması da bir noktaya kadar anlaşılabilir. Fakat sosyalist kamuoyunun bu türden iktisatçıların izinden gitmesi ciddi bir mesele.
Türkiye’de uzun süredir sınıflar mücadelesi dengesi sermaye sınıfının lehine dönmüş durumda. Nüfusun artık kesin biçimde çoğunluğunu oluşturan işçi sınıfı (veya ücretliler) devasa büyüklüğüne uygun bir örgütlenmeye ve inisiyatife sahip değil. Zaten, ücretlerin düşüklüğü, uzun çalışma saatleri, grevlerin azlığı ve işsizliğin yaygınlığı emekçi sınıfının koşullarınn kötü olduğunu saptamamıza imkan veriyor. 2023 yılında bu tabloyu değiştirmek işçi sınıfının yüksek enflasyona karşı satın alma gücünü kesin biçimde artıran bir mücadele olmaksızın mümkün görünmüyor. Bu türden mücadele, sınıfın özgüvenini artırır ve sonuçta sınıflar dengesini kendi lehine çevirmesine yol açabilir.
Sayısı gittikçe azalan köylü sınıfı, daha fazla çalıştığı halde iyice palazlanan kapitalist tarım işletmeleri ile rekabet edemediği için her geçen gün pazar için daha az üretiyor, geçimlik üretimin sınırlarına çekiliyor. 2023’te köylü sınıfının iş ve maddi imkanlar için kente göçünün artacağını, böylece tarım üretiminin bir miktar küçüleceğini öngörebiliriz.
Küçük üretici ve küçük dükkan sahibi (esnaf) sınıfı da kentleşmenin hızlanmasına yani tüketici talebinin artmasına ve köylüler gibi daha çok çalışmasına rağmen piyasaların yüksek maliyetleri karşısında dramatik biçimde geriliyor. Aile işletmeleri piyasa koşullarının yol açtığı düşük karlara yüksek ciro (satış hacmi) ile dayanabilir. Ama düşük ücretli işçi avantajına rağmen bu sınıfın küçümsenmeyecek bir kısmının ayakta kalması mümkün görünmüyor. Bir kısmı da ücret ödemesini azaltıp karlarını artırmak için daha az işçi veya daha fazla göçmen işçi ile faaliyetini sürdürebilir. Buna rağmen 2023’te emlak piyasasının yüksek kira bedelleri ve pahalı girdi ile faaliyetlerini sürdürmeleri çok güç.
Sermaye sınıfına gelince, doğruluğu şüpheli resmi veriler bile vaziyetinin iç açıcı olmadığını ortaya koyuyor. Bilhassa AKP hükümeti eliyle palazlan, sayısı da epeyce artmış haldeki, sanayi ve mali sermaye sınıfının dışında kalan “ihaleci-taşeron inşaatçı, tacir, esnaf irisi sermaye sınıfı” devletin kredi ve sübvansiyonları ile ayakta duruyor. Ücretlerin düşük, emek yoğunluğunun yüksek olduğu dikkate alınırsa bu türden sermaye sınıfının verimsiz bir iktisadi faaliyete sahip olduğu anlaşılır. AKP hükümetinin devrilmesi ile birlikte, bu sınıfın büyük kısmının geriye büyük bir borç, ödenmemiş işçi alacağı enkazı bırakacağı muhakkak.
Kapitalist ekonomimin temel üretici sektörüne sahip sanayi sermayesi AKP iktidarında işçi sınıfını büyük bir nimete dönüşen “düşük ücret-uzun çalışma-yüksek emek yoğunluğu” koşullarında çalıştırdı. Sömürü oranının görkemli biçimde arttığına şüphe yok. Resmi veriler de sömürünün yüksekliğini doğrulamakla birlikte kar hacmi ve kar oranının düşük olduğunu ortaya koyuyor. İşçiler içine itildikleri berbat koşulları şu veya bu şekilde 2023’te değiştiremeseler bile sanayi sermayesinin karları kredi ve yatırım borçlarını ödemeye, pazarlama ve hammadde maliyetlerini karşılamaya yeterli olmayabilir. Üstelik bir süre ihracat hacmini artırarak işlerine yarayan yüksek döviz kuru, 2022 ikinci yarısından bu yana aleyhlerine dönmüş durumda.
Türkiye egemen sınıflarının en güçlü fraksiyonu olan mali sermaye (sanayi ve banka sermayesi iç içe geçmiş kesimi) diğerlerinden daha yüksek kar hacmine ve ekonomiyi yönlendirme gücüne sahip olarak 2023’te de muazzam bir para ekonomisinin tahtında daha emin bir şekilde oturacak. Dağıttığı kredilerden elde ettiği kar oranı, sanayi karının üzerinde. Yüksek enflasyon koşullarında yüksek faizli devlet borçlanma senetleri ile (zaten bu borçlanma senetleri de enflasyonun en önemli nedeni) kar hacmini bu yıl daha da artıracak.
2023 yılında Türkiye ekonomisinin muhtemel vaziyetini, işin içine rakam katarak incelemeye önümüzdeki yazıda devam edeceğiz.
Erhan Bilgin kimdir?
1986 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nden mezun oldu. Lisans sonrası tahsilini de bu fakültede sürdürdü. Çalışma hayatının büyük kısmında iktisatçı olarak işçi sendikaları ile kamu kurum ve işletmelerinde görev aldı. Cumhuriyet gazetesi, Radikal2, sendika.org, bianet.org ve birçok dijital haber sitesi ile bazı politik dergilere iktisadi sorunlara dair makaleler yazdı. 2015’de “İktisatçıların İktisadı” isimli (h2o Yayınları) kitabı yayımlanmıştır.