Mirabal Kızkardeşler ve 25 Kasım
8 Mart’ı hepimiz biliyoruz. Biz kadınların erkek devletinde yaşarken verdiğimiz emek mücadelesinin tarihi. Peki ya 25 Kasım? 25 Kasım’da erkeklerin kadınların bedenlerine ve de düşüncelerine yönlendirdiği şiddete karşı biz kadınların ‘dur’ dediği, sözümüzü birleştirdiğimiz gün.
Kısa bir hatırlatma yaparsam eğer, mesafece bize çok uzak olan ama pratik olarak pek bir benzeyen Dominik Cumhuriyeti 31 yıl süren Trujillo Diktatörlüğü tarafından yönetilmektedir. Mirabal Kızkardeşler orta sınıftan ve dini bir eğitimden gelmelerine rağmen, Trujillo Diktatörlüğü’ne karşı ailecek mücadele verirler. Diktatörlüğe karşın yürüttükleri aktif mücadele içerisinde işkence ve cezaevi Mirabal Kızkardeşlerin rutini haline gelir, Mücadeleleri süresinde ya kendileri, ya da eşleri cezaevindedir. 25 Kasım 1960’da kızkardeşler, eşlerini görmek için cezaevine gitmiş, ve evlerine dönmek üzere arabayla seyahat ediyorlardır. Diktatör Trujilla’nın yardımcısı ve polisler, kızkardeşlerin arabalarını dönüş yolunda durdurur ve kızkardeşleri öldürüp bedenlerini arabalarının içine koyarak dağdan yuvarlarlar. Diktatörü devirmekte kararlı olan halk için Mirabal Kızkardeşlerin ölümü bir dönüm noktası olur ve 6 ay sonra bu sefer diktatörün hayatı halkın eliyle son bulur.
1970’ler tüm dünya da olduğu gibi Latin Amerika’da da kadın hareketlerinin güçlendiği, 2. dalga feminist hareketin dalga dalga yayılmaya başladığı yıllardır. Latin Amerika’lı kadınlar, Mirabal Kızkardeşleri demokratik ve feminist hareketin sembolü olarak görürler. 1981’de, Kolombiya’nın başkenti Bogata’da yapılan Birinci Latin Amerika ve Karayipler Feminist Toplantısında, Mirabal Kızkardeşlerin öldürüldüğü gün, ‘Kadınlara Karşı Şiddetin Olmadığı Uluslararası Gün ‘olarak ilan edilir. 12 yıl sonra, 20 Aralık 1993’de, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu bu günü bir önergeyle gündemlerine alır ve 7 Şubat 2000 tarihinde de 25 Kasım, Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü olarak ilan edilir.
16 günlük aktivizm
1970’lerdeki yükselen kadın hareketi Birleşmiş Milletleri’nde harekete geçirir ve örgüt 1975 ila 1985 arasını ‘Kadın On Yılı’ olarak deklere eder. Feminist hareket, devletleri, kadına yönelik ayrımcı politikalarını değiştirmeye yönelik zorlamaya başlamıştır. 1991 yılında, 21 ülkeden gelen kadınların öncülüğünde toplanan WGLI, Kadınların Uluslararası Liderlik Enstitüsü, kadına yönelik şiddetle mücadele için yöntemleri tartışır ve bunun için bir kampanya yapmaya karar verirler. Kampanyanın startını, Latin Amerikalı kadınların ilan ettiği 25 Kasım Kadına Şiddete son gününde verip son gün olarak da 10 Aralık İnsan Hakları Günü’nü seçerler. Tarihlerin seçimi önemlidir. Çünkü genel olarak insan hakları örgütleri feminist mücadeleyi dışlayıp küçük görmekte ve de feminist mücadeleyi insan haklarının bir parçası olarak görmemektedir. Daha sonra adı CWGL’ye (Uluslararası Kadın Liderliği Merkezi) dönüşen enstitü, bu kampanya ile kadın haklarının aslında bir insan hakkı olduğu, kadınlara uygulanan ayrımcı politikaların patriarkanın bir parçası olarak yaşamın her alanında kadına şiddet olarak geri döndüğü üzerinden kampanyayı yürütmektedir. Kampanyanın bu yıl ki teması, ‘End Femicide’, yani ‘Kadın Kırımına Son’.
Beyaz Kurdele Günü
25 Kasım’da Kadına yönelik şiddetle ilgili diğer bir etkinlikte Beyaz Kurdele Günü ya da Beyaz Kurdele Kampanyası adıyla düzenlenmekte. Etkinliğin çıkış gerekçesi de yine aynı. 6 Aralık 1989 günü, Marc Lepine adlı Kanadalı bir genç, Kanada’nın Quebec kentinde bulunan mühendislik okuluna gider ve bir sınıftaki kadın ve erkek öğrencileri ayırıp daha sonra 14 öğrenciyi öldürür. Kurşunları sıkarken ‘Feministlerden nefret ediyorum’ der ve ardından binadaki başka kadın öğrencileri de yaralayıp intihar eder. Bu görünür erkek şiddetinin teşhiri ve durdurulması amacıyla Kanadalı erkekler ‘Beyaz Kurdele Günü’ adıyla 1991 yılında bir kampanya başlatırlar. Kampanyanın genel amacı erkeklerin kadınlara yönelik şiddetini durdurma ve erkeklerin şiddete karşı kendilerini eğitmesidir.
Ne yazık ki kampanyanın 25 Kasım’da, yani Kadına Şiddetle Mücadele Günü’nde yapılması pek çok ülkede bir isim kargaşasına yol açmakta. Birincisi, Beyaz Kurdele Günü demek, bu günle ilgili etkinlik düzenlemesi gereken pek çok devlet kurumundaki çalışanlara daha sıcak gelmekte (şiddeti yumuşatıp görünmez kılmanın bir diğer yolu), ikincisi kadınların şiddete karşı mücadele tarihini yavaşça zihinlerden silip bir grup erkeğin başlattığı kampanyayı göründüğünden büyük anlamlar biçmekte. Böylece de şiddetin kaynağı, yani patriarkal sistem eleştirisi anlamsızlaştırılıp yavaş yavaş ‘Tamam erkekler şiddet uyguluyor ama bunu durdurmak için de mücadele ediyor’ gibi bir yanılsama yaratmakta. İşin aslı, kampanya sadece küçük bir azınlık tarafından yapılırken, ismin çekiciliği, 25 Kasım’da düzenlenen pek çok etkinliğin bu ad altında ve kadınlar tarafından yapılmasına, kampanyanın yüzü erkekler olurken, perde arkasında işin hamallığı yine kadınlara düşmekte. Tabii ki bunun da nedeni öyle basit değil. Nasıl ki her kadın doğuştan kadın mücadelesinin bir parçası olarak doğmuyorsa, sırf kadın olmak da kadın mücadelesini yürütmeye yetmiyor. Batı da ki etkinliklerin çoğu özellikle devlet kaynaklı projelerde çalışan kadınlar ve çocuk ve ailelerle çalışan sosyal devlet hizmetlileri tarafından yürütülmekte. Ve bu kadınlar için 8 Mart ya da 25 Kasım, iş çizelgelerinde doldurulması gereken bir gün. Kadına yönelik şiddetle mücadele günü ya da 8 Mart’ta sadece aile için şiddetin adlandırıldığı, bu şiddetinde yine sadece kadının erkek partnerine (bazen de baba ya da diğer aile bireylerine) indirildiği, yine böylece devlet şiddetinin ve onun ayrımcı sisteminin görülüp eleştirilmediği bir gün olmakta. Tabii ki çok güçlü ve devrimci bir damar da var. Ama Batı da ki bu damarın büyük çoğunluğu da Asya, Afrika, Orta Doğu ve Kürdistani kadın hareketlerinden beslenmekte (bunu ayrı bir yazı da incelemeyi düşünüyorum).
Son yıllar dünya kadın hareketlerinde kendi mücadelelerini tanıtma, dışarı açılma ve dialog kurma da ki barikatı bir nebze de olsun yıktı. Fakat şiddetin kaynağı olan erkek devlet ve aklı karşısında daha hazırlıklı olmak hepimizin görevi.
Suna Parlak kimdir?
Feminist aktivist ve eğitimci. Yüksek Lisansını 2019’da Essex Üniversitesi Mülteci Çalışmaları alanında tamamladı. 2016’dan beri Asyalı Kadınlar Dayanışma Merkezi’nde şiddete uğrayan mülteci kadınlarla çalışıyor. Merkez bünyesinde eğitmenlik yaparken pek çok farklı kadın derneklerinde de gönüllü olarak çalışmaya devam ediyor.